09 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Ali FERŞADOĞLU

“Kur’ân-ı Kerim kaç âyettir?”


A+ | A-

Bır çok okuyucumuzdan şu meâlde bir hayli e-posta aldım:

“4.7.2010 tarihli yazınızda âyet sayısını 6666 olarak vermişsiniz, oysa bu sayı mevcut mushaflarda numaralanmış hâliyle 6236 olarak genel kabul görmüş bulunmaktadır. 6666 rakamı sanıyorum biraz yüzeysel bir bakışla; yapılan bir genelleme sonucu, halk arasında söylenegelmiş ve maalesef bazı hocaefendiler tarafından da doğruymuş gibi telâffuz edilmektedir.”

***

Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim, soru veya ihtiyaç üzerine safha safha vahyedildi.

Vahiy kâtipleri, inen âyetleri, Peygamber Efendimiz’in (asm) söylediği sûrelere kaydederlerdi. (İşlenmiş ince deriler, kürek kemikleri, ağaç kabukları ve düzgün taş gibi maddeler üzerine yazyorlardı.)

Ayrıca, Sahabe-i Kiram da ezberliyordu.

***

Hz. Ömer’in (ra), Halife Hz. Ebu Bekir’e (ra) tavsiyesi, onun da Zeyd b. Sabit (ra) başkanlığındaki heyete emri ile Kur’ân âyetleri bir araya getirildi.

Âyetler, vahiy kâtiplerinin yazdıkları, ezber bilen sahabilerin de tasdikleri dikkate alınarak toplandı. Böylece ilk Mushaf Kur’ân, farklı okunuşundaki tartışmalara son vermek gayesiyle, farklı kıraatleri yansıtacak şekilde, Hz. Ebû Bekir’in (ra) topladığı ve Hz. Ömer’in (ra) kızı Hafsa’nın (ra) koruduğu nüshaya bağlı kalınarak yazıldı.

Hz. Osman (ra) da, Zeyd b. Sâbit (ra), Abdullah b. ez-Zübeyr (ra), Sad b. el-Âs (ra) ve Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam’ı (ra) görevlendirerek çoğaltmış ve çeşitli İslâm şehirlerine göndermiştir.

Muaviye b. Ebu Süfyan (ra), Ebu’l-Esved’e, okurken meydana gelebilecek okuma hatalarını ortadan kaldırmak gayesiyle hareke ve noktalama işaretlerini koydurmuştur. Keza, Emevî halifelerinden Abdülmelik b. Mervan, El-Haccac b. Yusuf’u, o da Nasr b. Âsım ve Hayy b. Yasmur’u harfleri birbirinden ayırmak için noktalama (üstün, esre, ötre vs.) ile vazifelendirmiştir.

***

Eski Mushafların sayfa büyüklükleri ve satır sayısı farklıdır. Daha sonra, kolaylıkla okunup ezberlenebilmesi için çeşitli düzenlemelere de gidilmiş, hizip, bölüm vs. ile cüzlere ayrılmıştır.

Âyetlerin içlerinde anlam bakımından “Nerede durulursa iyi olur, nerede durulursa mânâ bozulur, nerede durmak câiz, nerede durmamak lâzımdır?” diye duraklama yerlerinin vasfını belirten işaretler konmuştur. İşte, âyetlerin farklı sayıları bundan kaynaklanır.

Kur’ân’ın harf, kelime ve cümle sayısı bellidir. Âyetlerinin sayısı hakkında âlimler arasında bu muhtelif görüşler gayet tabiî ki, muhteva ile değil, sayı/rakam ile ilgilidir. Farklılık sadece noktalama işaretlerinden doğmaktadır:

1- Bazı âlimlere göre, iki yuvarlak, yani iki nokta arasındaki ifadeler bir âyettir. Bir kısmına göre de, bu iki yuvarlakların arasındaki ifadelerin bazısı iki veya daha fazla âyettir. Zihne yaklaştırmak için şöyle bir misâl verebiliriz:

Bazı dilbilimci âlimler, Kur’ân’ın birkaç anlamı olan bir cümlesini (âyetini) virgül, bazılarını noktalı virgül ile ayırmış, bazıları ise ayırmamıştır.

Lâfız, mânâ ve muhtevaya hiçbir nakîse getirmeyen âyet sayısında farklılık bu anlayışın ürünüdür.

2- Şafiî mezhebinin âlimleri Besmele-i Şerif’i, başında zikredilen sûre ile bir bütün olarak sayar. Hanefîler ise, Besmeleyi ayrı bir âyet olarak kabul eder. Sûre başlarındaki “Yâ-sîn, hâ-mîm” gibi huruf-u mukataa denilen kesik harfler için de benzer durum geçerlidir.

3- Kur’ân’da duraklama işaretleri vardır. Bunlardan “Lâ” (lâm elif), “Durmayınız” anlamına gelir. Âlimlerin bir bölümü bundan sonrasını bir âyet saymış; bir bölümü ise, bütününü bir âyet kabul etmiş olabilir.

Bu ve benzeri sebeplerden ötürü, Kur’ân’ın tek bir harf ve kelimesinde bile değişiklik olmadığı halde, âyet sayısında ihtilâf edilmiştir. Bu durum, herhangi bir kitabın cümleleri için de söz konusu olabilir…

***

İşte, bu farklı kabul ve sayımın bir sonucu olarak;

İbn-i Abbas (ra) 6616; Nafi, 6217; Şeybe, 6214; Mısır âlimleri 6226; Zemahşeri, İbn-i Huzeyme, Şeyhulislâm İbn-i Kemal ve Bediüzzaman Said Nursî 6666 âyet olduğunu söyler.

Bugün, dünyanın her tarafında bulunan Mushaflar; Küfî ekolü âlimlerinin Hz. Ali’den (ra) rivayetle Peygamberimiz’e (asm) dayandırdıkları tertibin mahsulüdür. Bundaki âyet sayısı, 6236’dır.

Bu, herkesin bizzat âyetleri sayarak ulaşabileceği bir sonuçtur.

***

Biz, Kur’ân’ın âyet sayısı olarak; 6666’ı nazara veren, Bediüzzaman Said Nursî’nin de içinde yer aldığı âlimlerin görüşünü esas aldık. Bunun sebebi, Bediüzzaman’ın bir kısmını sıralayacağımız şu özelliklerinden ötürüdür:

* O, Kur’ân için yaşadı. Bir tek harfinin bir tek nüktesi için şehit olmayı göze aldı. İşaratü’l-İ’câz’ı avcı hattında, güllelerin altında, at sırtında Arapça olarak yazdırdı.

* “Kur’ân’a ait her şey güzeldir, kıymetlidir. Zahiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür” dedi.

* “Bir meseleyi yazdığımda 200, ihtiyaç ânında 400 âyet-i kerime birden imdadıma geliyor!” derdi.

* Risâle-i Nur tefsirini, aynı zamanda “vehbî ilmiyle” de te’lif etmiştir. Bunu gösteren delillerden bazıları şunlardır:

- 12, 6, 1 saatte, hatta on dakikada yazılan Risâle var.1

- Onlarca sene sonra keşfedilen öyle sırlardan haber verir ki; beşer, aklıyla bunları düşünemez.

- “Esrâr-ı Kur’ân’iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılır. Kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu.”

- “Zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse, ihtiyâca göre bir nebze ihsân edilir.”2

- İçtimaî ve siyasî meseleler dahil, her her mevzu için, “Kalbe ihtar edilen bir hakikat, kalbe ihtar edildi, şimdi perde kapandı, yazmaya izin verilmedi” ifadeleri…

* İslâmın 90 temel kaynak kitabını ezberlemiş. Ki, her birisi, iki, üç, beş, on vs. ciltir. Ve bunları her üç ayda bir hafızasından tekrarlarmış.

* “..Ekser Buharî, Müslim, Beyhakî, Tirmizî, Şifâ-i Şerif, Ebu Nuaym, Taberanî gibi kitaplardan naklediliyor. Halbuki bu nakilde hata olsa—hadis olduğu için—günah olması lâzım geldiğinden, kalbim titriyordu. Fakat anlaşıldı ki, inâyet var ve şu risâleye ihtiyaç var. İnşaallah sahih bir surette yazılmıştır.”3

* Bediüzzaman’ın 1 milyon 300 bin hadis-i şerifi ezbere bildiği ifade ediliyor. Kaynak olarak da; bu kadar hadisleri de barındıran 90 temel kitap gösteriliyor.

***

Kur’ân hakkındaki bilmemiz gereken asıl ve değişmez hakikat şudur:

Kur’ân, 23 senede âyet âyet, sûre sûre nazil olmuştur.

Peygamber Efendimiz (asm) kendisine nâzil olan âyet ve sûreleri ashabına okur, onlar da ezberler ve yazardı.

Vahiy kâtipleri ise, nazil olan âyetleri ve sûreleri özel olarak yazmakla vazifeli idiler.

İnzal olunan âyet ve sûrenin Kur’ân’ın neresine gireceği de bizzat Peygamberimiz’e (asm) Cebrail (as) vasıtasıyla bildiriliyor, o da vahiy kâtiplerine tarif ediyordu.

Hz. Peygamber (asm) sağlığında Kur’ân’ın tamamı yazılmış, nereye neyin gireceği belirtilmiştir.

Cebrail (as) her Ramazan’da, o güne kadar nazil olmuş âyet ve sûreleri Peygamberimiz’e (asm) yeni baştan okurdu. Vefatından önceki son Ramazan’da iki sefer okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibril (as) okumuş, Peygamberimiz (asm) dinlemiş; ikinci seferde ise Peygamberimiz (asm) okumuş, Hz. Cibril (as) dinlemişti.

Böylece Kur’ân son şeklini almıştı. Bugün elde mevcut olan Kur’ânlar, işte bu Kur’ân’dan çoğaltılmıştır.

Ve en önemlisi de, Kur’ân-ı Kerim, “Muhakkak ki bu Kur’ân’ı biz indirdik ve onu koruyacak, muhafaza edecek, devam ettirecek de Biziz” 4 âyetince de Cenâb-ı Hakk’ın koruma ve himayesi altındadır.

Yani, lâfız ve mânâ yönünden de, bir mu’cize eseri olarak devam ettirilme garantisi verilmiştir.

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası, YAN, s. 149.

2- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, YAN, s. 364.

3- Mektubat,YAN, s. 193.

4- Kur’ân, Hicr Sûresi, 9.

09.08.2010

E-Posta: [email protected] [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Geri kalma hastalığı ve çareleri


A+ | A-

“Hastalık” rumuzlu okuyucumuz: “Her bir meselesi hak ve hakikat olan İslâmiyet’in on dört asırdan beri tüm dünyaca tanınmamasının ve geç tanınmasının sebepleri ve hikmetleri nelerdir? Bedîüzzaman’ın bu konudaki görüşleri nelerdir?”

Bediüzzaman’a göre, Avrupalıların ve ecnebîlerin fen ve teknikte ileriye gitmeleriyle berâber, İslâm dünyasının geri kalması, Müslümanların kurtulamadıkları altı hastalıktan kaynaklanmaktadır. Bunlar: 1- Müslümanların içinden çıkamadıkları ümitsizlik, 2- Müslümanların sosyal hayatında doğruluğun ölmesi, 3- Müslümanların sosyal hayatında adâvetin ve düşmanlığın prim yapması, 4- Müslümanları birbirine bağlayan nûrânî bağları bilmemek, 5- Baskı ve istibdat ve, 6- Şahsî menfaat düşkünlüğüdür.

Bu altı hastalığa, altı maddede çâreler sunar Saîd Nursî Hazretleri: 1- Ümitsizliğin çâresi emeldir. Yani Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemelidir. 2- Doğruluğu sosyal hayatımızda ihyâ etmeliyiz. 3- Muhabbete mutlak sûrette muhabbet duyulmalı; adâvete adâvet beslenmelidir. 4- Müslümana adâvet aslâ duyulmamalıdır. 5- Millet ve memleket menfaati mutlak sûrette şahsî menfaatin önünde tutulmalıdır. 6- Meşveret, şûrâ ve hürriyet muhakkak tesis edilmelidir.

Bu altı maddelik reçeteyi ayrı ayrı îzah eder Bedîüzzaman. En fazla “Emel” üzerinde durur ve Müslümanların, üzerlerindeki ümitsizlik ve yeis tozlarını silkmelerini ister.

Üstad Hazretleri buraya daha sonra koyduğu hâşiyede, ilginç bir şekilde, Kuzey Avrupa devletlerinden İsveç, Norveç ve Finlandiya’nın dinsizliğe karşı sed olmak üzere Kur’ân’ı kabul ettiğini; İngilizlerin Kur’ân’a temayül gösterdiklerini; Amerika’nın da dînî hakikatlere taraftar olduğunu nazara verir. 2000’li yıllarda bu gün Avrupa’ya ve Amerika’ya baktığımızda aynı istikametin devam ettiğini, hayra, hukuka ve kemâle doğru kararlı bir yükselişin kesintisiz olarak sürdüğünü görmek, elli sene önce yapılan o tesbitlerin ne kadar isâbetli olduğunu göstermektedir.

Bir özeleştiri yapar Bedîüzzaman kitabın devamında. Bizim, İslâm ahlâkını ve îman hakîkatlerinin kemâlâtını fiillerimizle izhar etmemiz hâlinde, sâir dünya milletlerinin cemaatlerle İslâmiyet’e gireceklerini hem müjdeler, hem de bize yükümlülüğümüzü hatırlatır.

Sürekli akla ve ilme vurgu yapan ve değer veren Kur’ân’ın, aklın, ilmin ve fennin hükmettiği istikbâlde söz sahibi olacağını, doksan yıl önceki hutbesinde müjdeler.

Geçmişte İslâmiyet’in bütün dünyâca anlaşılmasını önleyen engeller olduğunu belirten Said Nursî Hazretleri, ecnebilerin cehâleti ve dinlerine taassubu ile papazların tahakkümünü bunların başında sayar. Ve beşerde uyanan fikir hürriyeti ile hakikatı arama meylinin bu engelleri kırdığını kaydeder. Bizdeki ise istibdat ve kötü ahlâkımız ile yeni fenlere İslâmiyet’in muhâlif zannedilmesi olduğunu esefle beyan eder. Bu engellerin de hakikî marifetle aşılacağını ve İslâmiyet’in dünya medeniyetinde lâyık olduğu yere geleceğini müjdeler.

Yine aynı hâşiyede ve Yirminci Sözde, Kur’ân’ın yer verdiği Peygamber Kıssalarını yeni bir yorumla ele alan Bedîüzzaman, bu kıssaların insanoğluna maddî terakkî kapısını ardına kadar açtığını örneklerle îzah eder. Kur’ân’da, Peygamberlerin mânevî noktadan olduğu gibi, maddî noktadan da beşeriyetin birer kılavuzu olduklarının vurgulandığını söyler. Başka bir ifâdeyle, Kur’ân’ın Peygamber Mu’cizelerinden bahsedişinin bir hikmeti de, beşeri bu mu’cizelerin benzerlerini yapmaya teşvik etmektir, beşere ilerleme ve yükselme kapısını açmaktır.

Meselâ, Hazret-i Süleyman’ın (as) iki aylık yolu bir günde rüzgâr üzerinde almasından bahseden Kur’ân 1, insanoğluna havada uçmanın mümkün olduğunu hatırlatır ve uçmaya teşvik eder.

Meselâ, Hazret-i Îsâ’nın (as) en dehşetli hastalıkları tedâvî ettiğini ifâde eden Kur’ân 2, insanoğluna tıp açısından eşsiz bir ufuk açar. Kur’ân tıbba destek verir.

Meselâ, Hazret-i Mûsâ’nın (as), asası ile taşlardan on iki gözlü su fışkırttığını zikreden Kur’ân 3, beşere yerin altındaki eşsiz hazîneleri gösterir ve bu hazînelerin çıkarılmasını ve istifâde edilmesini teşvik eder.

Meselâ, Hazret-i İbrâhim’in (as) ateşe atılıp yanmadığından bahseden Kur’ân 4, ateşin yakmayacağı maddelerin bulunmasını teşvik eder.

Meselâ, Hazret-i Dâvud’un (as) demiri hamur gibi yumuşatarak kullandığından bahseden Kur’ân 5, beşer için demirle ilgili tüm terakki kapılarını açar.

Meselâ, bazı Peygamberlerin uzaktaki sesleri, görüntüleri ve eşyayı aldığından bahseden Kur’ân 6, beşer için de ses, görüntü ve hattâ eşya naklinin mümkün olduğunu hatırlatır.

Hazret-i Nûh’un (as) gemisi ve diğer muhtelif Peygamberlerin mu’cizeleri de, hep aynı gayeye mâtuf olarak Kur’ân’da zikredilmiştir.7

Netîce îtibariyle, beşere terakkî kapısının bizzat Kur’ân tarafından açılmış olduğunu önemle vurgulayan Saîd Nursî hazretleri, böyle bir kitâbın, bütün gözlerini terâkkîye dikmiş olan beşerin istikbâline hükmetmeye hakkı ve kâbiliyeti bulunduğunu, beşerin de hakikati araştırma meyli ile bunu muhakkak bulacağını, teslim edeceğini ve Kur’ân’ın dünya medeniyetince er-geç kabul göreceğini müjdeler.

Dipnotlar:

1- Sebe’ Sûresi, 34/12, 2- Âl-i İmrân Sûresi, 3/49, 3- Bakara Sûresi, 2/60, 4- Enbiyâ Sûresi, 21/69, 5- Sâd Sûresi, 38/20, 6- Neml Sûresi, 27/40, 7- Hutbe-i Şâmiye, S. 31; Sözler, s. 229.

09.08.2010

E-Posta: [email protected]



S. Bahattin YAŞAR

Kişilik, üzerindeki esma tecellilerini okumaktır


A+ | A-

Allah, kişilikli kullar istiyor. Kişiliksizliği ve kimliksizliği Allah da istememektedir. Allah, güzel olduğu için, güzeli sever ve ister. Zaten, Hazreti Muhammed’i (asm) Esmasına ayine olsun diye yaratmıştır. “Onun yarattığı her şey en güzeldir” âyeti, bizi, o yaratılanlardaki güzellikleri keşfetmeye davet ediyor. Nitekim ilim denen şey de, esmayı keşif kollarıdır.

Yaratılan güzellikleri okuyamamak ise, tam bir körlüktür, cehalettir.

Allah (cc), kullarını maddeten mu'cize olarak halk ettiği gibi, manen de onların mu'cizevî yükseliş yolunu yaratmıştır. Meleklerin fevkine (alâyı illiyyin) çıkabilme ve hayvanlardan daha aşağıya (esfeli safilin) inme, derece ve derekesi bunun için vaz edilmiştir.

Yaratılırken, fıtraten bir kusur, bir kubh taşımayan insan, kendisine emanet edilen maddî ve manevî varlığını, maddî ve manevî kirlerden korumak ve sakınmak sorumluluğu taşımaktadır. Onun için insana ‘insanlık’ yakışıyor. İnsan, taşıdığı ve yaşadığı insanlıkla tacını takmış oluyor.

Allah, kullarının kendisinden başkasına ‘kulluk’ etmemelerini istiyor. Her şeyi, Kendisinden istemelerini istiyor. İnsanın maddî ve manevî bütün arzu ve isteklerine cevap vermek istiyor. İşte bu, Rab’lığın bir gereğidir.

Onun için de Allah’ın kullarının, Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde yaşamaları gerektiği kendini gösteriyor. Yani ne zulmeden olmak, ne de zulmedilen. Bu aslında tam bir kulluk halidir. Sadece Allah’a dayanmak, sadece Allah’a güvenmek ve sadece O’ndan istemek her şeyi. O’na danışmak. O’nunla yaşamak. İşte bu, tam bir kişilik ve kimlik sergilemesidir.

Kişilik, mânâ-i harfi bir nazarla, yaratıcının, kişinin kendi maddî ve manevî varlığına derc etmiş olduğu bir esma yansımasıdır. Mânâ-i muhalifiyle, kişiliksizlik, üzerindeki esmayı okuyamamaktır.

Teşbihte hata olmasın, Cumhurbaşkanının yaveri bir çobana zulmetmez. Bir sıkıntı durumunda da kendini tanıtmakta geri durmaz. Çölde yolculuk yapanın, bir kabile reisinin ismini alması ve şakilere karşı, ‘Ben falan reisin ismiyle gezerim’ deyip, şakiyi def etmesi bundandır.

Yani kâinatın Sahibine bağlanan, sair mahlûkatın karşısında zillet içerisinde olmaz. Onun için, hakikî iman etmiş bir abid’i küre-i arz bomba olup patlasa, muhtemeldir ki, onu telâşa sevk etmez.

“Yani, iman bunu iktiza ediyor ki; tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek... Allaha hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi Allahtan başka kendinize Rab yapmayınız!.. Yâni Allah’ı tanımayan; her şeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyeti şer’iyye; Cenâbı Hakkın rahman, rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.” (T. Hayat, 89.)

09.08.2010

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Gülenler ve ağlayanlar


A+ | A-

Küresel krizin en şiddetli yaşandığı berbat bir yıl.

Ekonomi yüzde 4 büyüyecek denirken yüzde 4,7 küçülmüş.

İşsizlik üst üste tarihî rekorlar kırmış.

İhracat yaklaşık dörtte bir oranında daralmış. 30 milyar dolarcık.

Üretim gerilemiş.

Kişi başına düşen millî gelir 10 bin dolarlardan 8 bin dolarlara inmiş.

Küçük ve orta boy işletmeler can çekişmiş.

Piyasada yaprak kımıldamamış.

Kepenkler inmiş, makineler susmuş.

Karşılıksız çekler ile protesto edilen senetlerin sayısı kabarmış.

Hane halkı gırtlağına kadar borca batmış.

Gazetelerin üçüncü sahifeleri intihar haberleriyle dolup taşmış.

Devlet bütçesi öngörülenin 5 katı açık vermiş.

Tam bir yıkım.

Herkes için değil.

Kriz bazı kesimleri teğet bile geçmemiş, hatta ihya etmiş.

Başta bankalar.

Faiz düştükçe kârları katlanmış.

İstanbul Sanayi Odası’nın anketine göre;

İlk beş yüz sanayi kuruluşu da kârlarını arttırmış.

Kriz yılında bu başarı şaşırtıcı.

Ne ki bir terslik var.

Cirolar düşmüş.

Yüzde 13,1 oranında.

İhracattaki kayıp daha fazla.

Yüzde 31,7.

Buna rağmen kâr yüzde 30’ları aşmış.

Nasıl mı?

500 sanayi şirketi içinde yer alan 15 kamu kuruluşu mamullerine zam yapmış, diğerleri ise daha ziyade maliyetlerini azaltma yoluna gitmiş.

Başta faiz…

Oranlarda meydana gelen gerileme finansman giderleri yükünü hafifletmiş.

Cari fiyatlarla bu azalma yüzde 24,3’ü bulmuş.

Ciddî bir oran.

İstihdam…

Yüzde 5,1 oranında azalmış.

32 bin işçi kovulmuş.

TÜFE dikkate alındığında reel ücretler gerilemiş.

TL’nin döviz karşısında değer kazanması da lehlerine olmuş.

Döviz borcu bulunan şirketler kurlardaki düşüşten dolayı kambiyo kârı elde etmişler.

Ayrıca negatif faiz ödeyerek kriz ortamında önemli avantaj sağlamışlar.

Faizi bir yana bırakırsak, ezcümle;

Zam…

İşçi kıyımı…

Ücretlerin kırpılması

TL’nin değerlenmesi…

Kârı arttıran sevimsiz ve can sıkıcı faktörler.

Çünkü, şirket çalışanları ve halk ağladıkça büyük patronlar gülmüş.

Gönül arzu ederdi ki;

Üretim, yatırım, istihdam ve ihracat artışıyla birlikte hem toplum hem de şirketler kazansın.

Böylece ekonomi sağlıklı büyüsün.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik de düzelsin.

Açlık ve yoksulluk sınırında çırpınan insanlar nefes alabilsin.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2007 gelirlerini baz alarak 2008’de gerçekleştirdiği araştırmasına göre;

28 milyon kişi evini ısıtamıyor.

31,5 milyon kişi yeni giysi giyemiyor.

61,5 milyon kişi evden uzak bir hafta tatil yapamıyor.

57,2 milyon kişi mobilyalarını yenileyemiyor.

En yoksul ile en zengin arasındaki gelir farkı uçurumu kapanmıyor.

Son noktayı koyarken 500 şirketin hakkını yememek için bir hususun da altını çizmeden geçmeyelim.

Bu şirketlerin vergi gelirlerine katkısı çok büyük.

O kadar ki Kurumlar Vergisi’nin neredeyse tamamını bu şirketler ödüyor.

600 bin küsûr şirket ise seyrediyor.

Vergi sisteminin perişanlığını sergileyen bu durumu da not edelim.

09.08.2010

E-Posta: [email protected]



Cevher İLHAN

Yaş iş


A+ | A-

İşin aslına bakılırsa, haftalardır gürültü koparılan YAŞ tartışmaları, TSK Personel Kanunu’nun 65. maddesi gereğince öteden beri yapılagelen rutin uygulamalardan ibaret.

Başbakan Yardımcısı Arınç’ın “Bu YAŞ işini siyasî bir alana çekmek, TSK yanında yer alıyorum görüntüsü vererek hükümeti eleştirmek çağdışı bir tutumdur” sözleri, bunun ifadesi.

Ancak “dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde YAŞ’ta ne yapılıyor, kim nereye gelecek, hangi komutan emekli olacak, kim emekli olmayı düşünüyor’ konularının tartışılmadığını” belirten Arınç’ın bu tesbitiyle, medya aracılığıyla YAŞ üzerinden çarpıtmalarla siyasî iktidarın siyasî avantaj elde etmesi arasında ciddî tenâkuzlar bulunuyor.

Zira “ilk kez hükûmetin YAŞ’ta dediğini yaptığı”, “Askerin direttiği, Başbakan’ın çizdiği” iddialarını, 28 Şubat’ta tankları sokaklarda yürütenlerin, “irtica eylem plânı”nda ve “internet andıcı iddianâmesi”nde ismi geçenlerin terfi ettirilip önemli kritik komutanlıklara atanmaları, çürütüyor.

Bir yandan AKP’nin “sivil demokratik direnç gösterdiği” havasını veren Arınç, diğer yandan bu sözünü, “Kaldı ki bu durum geçmişte de yaşandı. Ama hiçbir zaman fevkalâdelik hissedilmedi. Süleyman Demirel zamanında, rahmetli Turgut Özal zamanında oldu. Adnan Ersöz, Necip Torumtay’ları kimse unutmadı; bugünkü olay, Demirel ve Özal zamanındakinden çok küçük” cümlesiyle nakzediyor…

SUÇLAMALAR VE ÇELİŞKİLER

Arınç, bununla da kalmıyor; partisini överken, silâh zoruyla Meclisi kapatan, hükûmetleri deviren, demokrasiyi katleden ve inkıtaa uğratan darbelere mâruz kalan, Yassıada’dan Zincirbozan’a asil demokratik mücadeleyi şerefle veren “eskileri” karalıyor.

“Eskilerin ‘höt’ denildiğinde şapkasını alıp kaçtıkları” hakaretini tekrarlayarak, kendinden menkul “dik durup, “izzetlerini, milletin şerefini, milletten aldıkları emâneti sonuna kadar yere düşürmedikleri”ni ileri sürüyor. “Her öksürene, aksırana karşı şapkalarını alıp gitmedikleri” tekerlemesiyle öncekileri endâzesiz suçluyor. Devamında da Demirel ve Özal’ın karşı karşıya kaldıkları olayın çok daha büyük olduğu, bugünkü krizin çok küçük kaldığı yaman çelişkisine düşüyor.

Keza Başbakan Erdoğan da Genelkurmay Başkanı Başbuğ’la geceyarısı zirvesi öncesi hızlı trende bir yandan “Kara Kuvvetleri Komutanı ile yeni Genelkurmay Başkanı’nın kim olacağı üzerinde mutabakat”tan bahsediyor. “Genelkurmay Başkanıyla ilgili kararnâme imzaya açıldı mı?” sorusuna, “Şu anda bu konuyla ilgili önce bir isim üzerinde mutabakatımızı sağlayacağız” cevabını vererek işleyen normal süreci aktarıyor.

Org. Atilla Işık’ın emeklilik talebinin işleme konulmayabileceğini açıklıyor. Fevkalâde bir durum olmadığını belirtiyor. “Görüşmeler yapılıyor; her şey TSK yasasında zaten açıkça ortada, buna göre görevimizi yerine getireceğiz” açıklamasını yapıyor.

Ve bütün bunların ortasında beş gün süren YAŞ’ın akabinde, demokrasi mücadelesinden dem vurup muhalefete yüklenen Erdoğan, "Kimse bizi tuzağa çekmesin, Silâhlı Kuvvetlerle karşı karşıya gibi göstermesin” tepkisiyle bir “tuzak” endişesi imâsında bulunuyor…

“YAŞ KRİZİ” KULLANILIYOR…

Bir taraftan, meydanlarda halka karşı kendisini merhum Menderes’le, partisini Demokrat Parti ile kıyaslayarak, bol bol 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerini nazara vererek, “beyaz gömlek” ve “kefen” söylemiyle ne denli çetin bir demokratik direnç olduklarını söylüyor.

Diğer taraftan, tumturaklı nutuklarla övündükleri “kararlar”da alttan alta “gönül alma” perdesinde “yumuşak bir dönüş”le “yasalar”dan ve “teâmüller”den söz ediyor…

Özetle boy boy resimlerini Menderes’in fotoğrafı yanına bir “demokrasi havarisi” olarak yapıştırdığı, partisini, darbelere karşı demokratik direnci gösteren Demokrat Parti’ye yakıştırdığı 22 Temmuz seçimlerinde olduğu gibi, yarım kalan YAŞ’ı aşıp YAŞ işini siyasî alana çekerek popülist polemiklerle politik propagandada istimal ediyor.

Sözkonusu TSK Personel Kanunu uyarınca Genelkurmay Başkanının teklifi, Millî Savunma Bakanının inhâsı ve Başbakan’ın imzasıyla Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulan son eksik YAŞ kararlarında, 28 Şubatçıları, “irtica ile eylem mücadelesi” belgesi ile “internet andıcı”nda geçen “tartışmalı isimleri” en kritik ve önemli komutanlıklara getiren kırılgan haliyle…

Peki, bu halin Erdoğan’ın iddia ettiği gibi, 27 Mayıs ihtilâlinden hesâp sormakla, 12 Eylül darbesini ve 28 Şubat postmodern darbesini ve darbecilerini hesâba çekip yargılamakla bir ilgisi var mı? Varsa 28 Şubat aktörleri, 27 Nisan e-muhtıracıları neden ortalıkta dolaşıyor, hangi sâikle terfi ettirilip en kritik komutanlıklara getiriliyor?

Bu YAŞ işinin içinde bir “yaş iş” var…

09.08.2010

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Ramazan haftası


A+ | A-

Ramazan haftasına da girdik. Yarın gece ilk teravih ve sahur, Çarşamba günü de ilk oruç ve iftar. Cenab-ı Hakkın, bu mübarek ayın feyiz ve bereketinden âzamî istifadeye hepimizi muvaffak kılmasını niyaz ediyoruz.

«««

Ramazan sayfası

Ramazan sayfamız şekillendi. Katkıda bulunanlar ve eserleri:

Yrd. Doç. Dr. Atilla Yargıcı – Bir âyet bir yorum ve bir hadis bir yorum

Baki Çimiç – “Kur’ân nedir? Tarifi nasıldır?” (25. Söz’ün başındaki Kur’ân tarifinin şerhi)

Fahri Utkan – Esma aynası (Esma-i Hüsna ile hazırlanmış tefekkür ve duâ metinleri)

Atilla Sinoğlu – Şiirlerle Esma-i Hüsna (Her bir isim için bir şiir)

Mehmet Erbaş – Vücudumuz ne söylüyor? (Bedenimizdeki organların işleyişi mânâ-yı harf nazarıyla anlatılıyor)

Merve İriyarı – Zeyneb’in Ramazan günlüğü

Nevin Alan – Mini hikâyeler (Yazar ‘kısa hikâyeler’ tarzında genelde kendi yaşadıklarından kesitler sunuyor)

Mustafa Öztürkçü – Üstadın Ramazan’ları (Ekseriyetle lâhika mektuplarından, yer yer de hatıralardan istifadeyle Üstadın Ramazan’la ilgili hallerinin, dualarının, sözlerinin nazara verildiği bir çalışma)

Ahmet Özdemir – Onlar böyleydi (Peygamber kıssaları)

Ali Rıza Aydın, Abdil Yıldırım ve Mehmet Kovancı – Ramazan takvimi (Her güne denk gelecek şekilde rubailer)

Süleyman Kösmene – Fıkıh (Ramazan, oruç, teravih, zekât, fidye gibi hususlarla ilgili Ramazan ilmihali)

Suat Ünsal – İncir çekirdeği (Geçen seneki gibi düşündürücü kısa yazılar)

Selim Gündüzalp – Dua ve vecizeler (Geçen sene olduğu gibi bir vecize, bir duâ)

Ramazan sayfamızı her sene olduğu gibi yine zevk ve istifadeyle takip edeceğinize inanıyor, emek veren arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz.

«««

Çalışmalara devam

Çarşamba günü ilk kuponunu vereceğimiz Cep Boy Kur’ân ve Mu’cizat-ı Ahmediye seti ile Cuma günleri kuponsuz takdim edeceğimiz kitapçıklarla ilgili talepleriniz bize ulaşmaya devam ediyor. Yeni taleplerinizi bildirmeye de devam edebilirsiniz.

«««

Yedek kupon

Tarsus Temsilcimiz Yasin Yıldırım yazıyor:

On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif ayında gazetemiz Yeni Asya’nın hediye edeceği Kur’ân-ı Kerim ve Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi elimize ulaşmasına rağmen, ülke genelinde devam etmekte olan aşırı sıcaklar nedeniyle abone çalışmalarının maalesef hakkını veremedik. Bu durumu telâfi etmek için çalışmalarımızı Ramazan’ın ilk haftasında da sürdürmek istiyoruz. Bu sebeple yedek kupon verileceğinin duyurulmasını istirham eder, canı gönülden bir seferberlik çalışmasıyla hedefi yakalamamız dileğiyle Cenab-ı Haktan muvaffakiyetler niyaz ediyorum.

«««

Kitap talebi

Sivas-Altınyayla-Başyayla köyünden Mücahit Gündoğdu, arkadaşlarıyla beraber, köylerinde kurmaya karar verdikleri kütüphane için kitap talebinde bulunuyor. Mesajını okuyucularımızla paylaşıyoruz:

Ülkesi ve milleti adına birşeyler yapmak isteyen bir grup genciz.

Uzun zamandır kendi çapımızda neler yapabiliriz diye düşünürken, ülkemizdeki okuma azlığının ülkemiz ve insanımız adına en büyük sıkıntılardan biri olduğunu ve okuma oranlarını nasıl arttırabileceğimizi konuştuk.

Bu arada ülkemizdeki kütüphane kıtlığı da dikkatimizi çekti.

Meselâ hemen hemen hiçbir köyümüzde kütüphane yok ve bu durum çok vahim.

Biz de bunu nasıl değiştirebiliriz diye konuşurken önce kendi köyümüzden başlamanın en doğru adım olacağını düşündük.

Şu anda yoğun bir şekilde Başyayla Köyü Kütüphanesi için kitap toplama faaliyetine giriştik.

Sizin de bize yardım edeceğinizi düşündük.

Buna gerçekten inanıyoruz.

Şimdiden teşekkür ederiz.

Kitap gönderebileceğiniz adres:

Faruk Tokuş, Birlik Ticaret, Rıfat Öçten Mah., Altınyayla, Sivas

Tel: (0544) 330 36 59, (0544) 531 00 84

09.08.2010

E-Posta: [email protected]



H.İbrahim CAN

Bir millet sürgünde, ahıskalıların geleceği nerede?


A+ | A-

Osmanlı ülkesinin yeni fetihlerle genişlemesiyle birlikte, devletin yeni fethedilen bölgeleri Osmanlılaştırma politikasına göre birçok bölgeye Anadolu’dan Türk aileler yerleştirildi. Ancak çöken İmparatorlukla birlikte, bu evlâdı fatihanın önemli bir kısmı artık yurt edindiği, kaynaştığı, kendi karma kültürünü oluşturduğu bölgelerden geri dönemedi. Hep Balkanlara göçenleri biliriz; halen onlarla en yoğun ilişkilerimiz vardır.

Ama bu gidenler arasında en çok çile çeken ve halen de aynı dertleri süren bir grup var: Ahıska Türkleri.

Gürcistan’ın bugünki Türkiye sınırına yakın bölgede yaşıyorlardı önemli bir kısmı. Stalin Sovyetler Birliği’nin başına gelene kadar Türkçe eğitim verdikleri okulları, kendi gelenekleri, iyi bildikleri çiftçiliği yaptıkları toprakları vardı. Doğu Anadolu şivesiyle Türkçe konuşurlardı. Kendi dillerinde gazeteleri vardı. Tâ ki 24 Temmuz 1944’te Gürcü kökenli SSCB İçişleri Komiseri Lavrentiy Beriya, Stalin’e bir mektup gönderene kadar. “Gürcistan-Türkiye sınırında yaşayan Ahıskalılar, Türkiye tarafındaki akrabalarının yanına geçme eğilimindedir. Bunlar kaçakçıdır, Türk istihbaratının casusudur, milislere adam verir. Bu yüzden 16.700 aile buradan sürgün edilmelidir”. Sovyetler Türkiye’ye saldırmaya hazırlanıyordu, bu yüzden güya stratejik bakımdan zayıf olan sınırlar güçlendirilecekti.

14 Kasım 1944’te bu talep yerine getirildi. 24 saat içinde 100.000 Ahıskalı trenlere bindirilip sınırsız Sovyet topraklarına—Kazakistan ve Orta Asya’ya—dağıtıldılar. 17.000’i bu yolculuk esnasında vefat etti.

Aslında bunun öncesinde Stalin, Ahıskalıların aydınlarını—öğretmenleri, doktorları, yazarları—çalışma kamplarına sürgün edip, Ahıskalıların özünü yok etmeye çalıştı. Çocuklarını zorla Azeri veya yalnızca Müslüman olarak kaydetti nüfusa. Türkçe’yi yasakladı. Sonrasında da bu sürgün geldi. Sürgün edildikleri yerlerde şehirlerde yaşamaları yasaklandı. Bu yüzden yalnızca çiftçilik biliyorlar.

Gittikleri yerde her ay köyün bekçisine bildirimde bulunmaları gerekiyordu. İzinsiz köyden ayrılan hapsediliyordu. Stalin ölünce, diğer Kafkaslı Müslüman halkların topraklarına dönmelerine izin verildi. Ama Ahıskalılar bu haktan yoksun bırakıldı. Zira bu kez Gürcistan devleti karşı çıkıyordu. 1990’da seçimi kazanan Gamsakhurdia’nın sloganlarından birisi “Gürcistan’da Türklere yer yok!” idi.

Orta Asya’ya gönderilenlerin önemli bir kısmı Kırgızistan’ın son günlerde Kırgız-Özbek çatışmalarıyla gündeme gelen Fergana Vadisine yerleşmişti. 1989 yılı Haziran ayında Özbekler buradaki Ahıskalılara saldırdı. 100 civarında insan öldü, 1000 kişi yaralandı evler yakıldı. 80.000 Ahıskalı bölgeyi terk edip yeni yurt aramaya başladılar. Asıl yurtlarının yakınlarına yerleşmek istediler. Halen Kazakistan’da 52.000, Kuzey Kafkaslar’da 27.000, Azerbaycan’da 93.000 Ahıskalı yaşıyor. Krasnodar Kray bölgesindeki 10.000 Ahıskalı da zor şartlar altında. Uluslar arası Göç Örgütünün çabalarıyla 2004-2007 yılları arasında 11.500 Ahıskalı Amerika’ya götürüldü.

Kırgızistan’daki son Kırgız-Özbek çatışmalarında da ölen, yaralanan, evleri ve arazileri tahrip edilen birçok Ahıskalı var.

Halen paramparça dağıldıkları eski Sovyet topraklarında, dinlerini, dillerini, kültürlerini korumaya çalışıyorlar. Pek azı—resmî rakamları bilmiyoruz ama sayılarının 200’ü geçmediği söyleniyor—Türkiye’ye yerleştirildi.

1990’lı yıllarda Gürcü olduğunu beyan eden Ahıskalılara geri dönüş için başvuru imkânı tanındı. Bu süre de 2010 yılı başında sona erdi. Ancak Gürcü hükümetinin ağır harçlar koyması, birçoğu yoksul ailenin gelmesini engelledi. 2300 ailenin başvurusu kabul edildi.

Görüldüğü üzere Ahıskalı Türklerin 66 yıllık sürgünü hâlâ sürüyor. Bu insanlara sahip çıkmak bizim boynumuzun borcu. Madem ki Türkiye’ye yerleştirmiyoruz; öyleyse Gürcistan’daki eski yurtlarına dönmelerini kolaylaştırıcı çabalarımızı arttıralım. Bizim elimizden gelen konuyu zaman zaman gündeme getirmek. Umarız Ahıskalı Türkler için de bir açılım yapılıp, bu dram sona erdirilir.

09.08.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.