Zühd ve tevekkülü ile bilinen sade bir tasavvufçu Hâtem el-Asam’a “Kazvin’deki Tenâfisiler’in muhteşem yaşayışları vardır” denilince Hâtem, İran’ın en eski şehirlerinden birisi olan Kazvin’e müteveccihen yola çıktı ve Kadı Muhammed Ahdeb et-Tanâsi’nin huzuruna girdi.
Kadı’ya “Ben acemi bir kimseyim, Allah sana rahmet etsin, nasıl abdest alacağımı bana öğretir misin?” dedi. Kadı memnuniyetle kabul ederek hizmetçisine su getirtti ve azasını üçer kere yıkamak suretiyle abdestini aldı ve “işte böyle abdest alırsın” dedi.
Hâtem “dur, müsaade et, gözünün önünde ben de bir abdest alayım” deyince Kadı kalktı.
Hâtem oturdu ve abdestini aldı. Ancak abdest azalarını üçer kere yıkayacak yerde dört kere yıkadı.
Bunu gören Kadı “isrâf ettin” dedi.
Hâtem “niçin” diye sorunca, Kadı “üç kere yıkayacak yerde dört kere yıkadın” dedi.
Hâtem “Sübhanallah, şaşılacak şey! Sen bütün bu tantana ve debdebenle israf etmiyorsun da ben bir fazla su dökmekle mi israf ettim” deyince, Kadı Hâtem’in maksadını anladı ve teessüründen kırk gün evine kapandı. (İhyâu Ulûmi’d-din, İlim Kitabı, Sayfa 382)
Geçen haftaki Cuma Hutbesi’nin konusu “adalet” idi.
Doğrusu konu sebebiyle heyecanlandık. Çünkü adalet ile ilgili âyet ve hadis, iman edenleri yani Müslümanları muhatap tutuyordu.
Âyet ve hadisin akabinde okunan hutbenin muhtevasını ise garipsedik.
Muhtemeldir ki dikkatini hutbeye veren cemaatten bazıları da muhtevayı garipsedi. Zira o bazılarının mırıldanmaları “bize diyene bak” şeklinde ancak yorumlanabilirdi.
Başta âdil olması iktiza eden özne bizce de iktidar iken…
Günümüzün Hâtem’i konumunda bulunan Diyanet’in, AKP iktidarının bunca adaletsizliğini ve bu noktadaki kayıtsızlığını görmezden gelerek; aileden, anne ve babadan, çocuktan, tüccardan ve fertlerden âdil olmalarını istemesi, tıpkı hikâyedeki Kadı Efendinin kendisindeki onca tantana ve debdebeye rağmen, abdest için dört defa eline su döken misafir Hâtem’e “israf ettin” demesine benzer.
Bizim Hâtem’in, hikayedeki Hâtem’e kıyasen “ey iktidar adaletsizlik ettin” demesi lazım iken “ey halk adaletsizlik ettin” demesi “Sübhanallah, şaşılacak şey!” dedirtti.
Bizim Hâtem’in kılığı Hâtem ama kendisi Kadı mantığında.
Bizim Hâtem’e göre İsrail zulmü gösterdi ki yeryüzünde bir adaletsizlik hükümferma. Bu adaletsizliği doğuran, geliştiren ve devamını isteyen de hep dış mihraklar! Türkiye ve Türkiye’yi yönetenler ise bir şekilde adalet taraftarı!
“Türkiye’nin İsrail’e gönderdiği malların Gazze’ye etkisinin araştırılması” hakkındaki öneriyi oylarıyla reddeden AKP ve MHP için bir kelam bile etmiyordu meselâ…
Bizim Hâtem, hutbesinde “kaybolan bir adaletten” bahsediyor idi.
Bizce ise “kaybedilen bir adalet” var ortada.
Hutbenin devamında “sorumluluklarımızı yerine getirince, hakikati dile getirince ve zalimin karşısında, mazlumun yanında olunca adaletin tesis edileceğini” söylüyordu.
Bundan sonra anladık ki bizim Hâtem hava hâtemi. Yani hâtemi (mührü) ve hitabı havaya!
Adaleti hakkıyla -bilhassa yöneticilerimize- hatırlatacak ve her meslekten müteşekkil meclis hüviyetinde çalışacak özerk yapıda bir Diyanet İşleri Başkanlığına şiddetle ihtiyacımız var.
Bu makul proje Bediüzzaman’ın projesi.
Bu projenin tesisi için de hakiki demokratların iktidarını -uzun zaman oldu- bekliyoruz.