"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fena’dan kaçılır

Hülya YAKUT
30 Mart 2015, Pazartesi
Bir nefeslik mola yeri demişler dünyaya.

Bir rüya gibi… Hayalle gerçek arası…

Başa konan aklara, geç kalmışların telâşına rağmen unutmuşuz bu dünyanın seyrangâh olduğunu.

Ne temaşaya doymuşuz, ne de paydos ziline beş kalışa aldırış etmişiz.

Zanlarımıza yenik düşüp, aldatmış ve aldanmışlığımızın yaman ezikliğinde kırıntılı kulluğumuza sığınıp, Cennet talep ettik.

Üzdük… üzüldük… Kırdık… kırıldık…

Çok bilmişlik taslayıp, bildiklerimizde boğulduk…

Değer miydi?

Hani kime yâr oldu yalan olduğunu bilip de yine de vazgeçemediğimiz dünya?

Kanunilere yâr olmayan dünya bize mi yâr olacak?

Gülerim.

Saba melikesi Belkıs olsak ne fayda?

Mülk-ü Süleymandı hani uçsuz bucaksız topraklar?

Sorar dururum kendime.

Karun’un hazinesi halâ dillerde, halâ aranır. Peki ama Karun nerede?

Yaman duygular yumağında, karmakarışığım. Aldanmışlık ve aldatılmışlık üzerine kurmuş kimileri hayatını. Yalan olduğunu bile bile yapmış üstelik.

Oysa bir varmış bir yokmuş gibi hayat ve hayatlar. Değer mi yalana. Kandırmaya. İkiyüzlülüğe. Riyaya. Öyle olmadığı halde öyleymiş gibi gözükmeye. Masum hakkına girmeye. Emanete hıyanete. Ah almaya… Uzar bu mevzu…

Kısa kesmek gerek. Çünkü basit ve sıradan olanlar içindir uzatmak. Belki anlar diye. Feraset sahibi olanlar, algısı yüksek olanlar için uzatmaya ne hacet? Hak deyince anlarlar hemen. Zulüm deyince de.

Oturup düşünür böyleleri. Kendi kendine muhasebe yaparlar. “Nerede yanlış yaptık? Nasıl bir hakka girdik?” diye.

Diğerleri sadece itiraz eder. Şikâyet eder. Körükörüne savunmaya geçer. En basitinden mızmızlanır.

Sırça köşklerin harap olduğu, bir nefeslik dünyada, çürük ipe dizilen hülyalarım, kopan tesbihin taneleri gibi nasıl da darmadağınık.

Hazin, yanık, duygulu bir ses aydınlatır içimdeki karanlığı ancak... ve o dahi kendimle kalınca…

Keşke hep olsa… keşke nefsimi ayaklar altına alabilsem de hep başarabilsem…ama…nafile...

Kimi zaman başka dinlerim ezanları. Bu dünyanın bir nefeslik mola yeri olduğunu hatırladığım o zamanlarda, başka açarım kulağımı ezanlara…ve dahi, ruhumu.

Hele de saba makamında olursa… Yanık…içli…hasret kokan..yalan dünyanın rağmına, ebedî sevdayla… garip…yetim…

Bilâl’i sevdayla açarım gönül kapımı o sese.

Çöl rüzgârları ürpertir duygu kanatlarımı.

Kısık nağmelerle, mahcup ve mahzun eşlik ederim, asırlar ötesinden gelen sese.

Özlerim…çok özlerim…

Masumiyeti… mahcubiyeti… mahzuniyeti… muhabbeti… ‘Ah! Dâvâm!’daki dâveti…

Ol derim kendi kendime. Kul ol…kendin ol…muti ve razı ol…. Teslim, tevekkül içre ol. Adil ol. Sana verilen emanete merdane sahip ol. Ucunda ölüm bile olsa.

Otur ve düşün derim kendi kendime… Müslüman gibi insan ol. Kaypak ve ezik olma.

İki ezan arasında ‘insan’ ol… Belkide sultan.

Ey Bilâl! Muhammedî muhabbette eriyen! Muhammedî aşkla dünyasından vazgeçen! Bir nefeslik mola da rahatı, özgürlüğü elinin tersiyle itip, Muhammedî arkadaşlığı seçtiği için ebediyeti kazanan!

Okuduklarım, seyrettiklerim değilsin. Bilirim…

Kölelikten dostluğa ulaşansın işte. İmrenirim…

Cüssesi büyük, kendi küçük adamcıkların yanında sen nasıl bir kahramandın ey Bilâl...

Ve utanırım kendimden. Nefsimin eziyetinden yorgun düşüp, kendimden kaçarım. Kendimden başka pek çok şeyi beğenmem. Komşumu beğenmem… arkadaş beğenmem… o, bu, şu der, insan beğenmem…

Oralı, buralı der, Veda Hutbesi’ni ağlayarak dinler, ama aksi davranırım.

Ey Bilâl! Peygamber (asm) dostluğunu kazanan şanslı köle!

Oturduğum yerde talibim ya Nebiler Sultanının sevgisine… Ben Onun muhabbetinden emin olmasam yitip gideceğim yoksa.

Her dilden edilen medh-u senalar… her tenden insanın sevmesi cesaretimi arttırıyor. Ve her dildeki duâlara ‘amin’ sadâlarıyla talib oluyorum ümmet olma şerefine.

Dünyayı yalan bulanların gölgesinde, zaaf hançerinin dayanılmaz ağrısı var içimde.

İsminin önüne konan hacılık, hafızlık, hocalık ünvanlarının tersine tavır sergileyenlere takılmadan yolunu seçenlerin pişdarısın sen.

Utansam da söyleyeceğim. Utanmazları ifşaa için söylemeye devam edeceğim.

Hani Kürt, Çerkez, Yörük, Laz, Alevi vs. ayrımı yapan ve insanları sırf bu yüzden aşşağılayan utanmazlar var ya… Her ezanda seni hatırlamalılar. Ve Habeşli bir köle iken. Kara tenine rağmen ap ak yüreğiyle yanık yanık mübarek kelimeleri terennüm eden seni düşünüp utanmalılar.

Ebedlere sevdalanan yüreğim, bir nefeslik molada takılı kaldı… İşte bu tökezlemelerde yanık sesini duyar gibi dinlerim beş vakit İlâhî dâveti.

Eğilip bükülmenin değil, insan olmanın, kul olmanın, güzel ahlâk sahibi olmanın davetini.

Çiçekli seccadelere emanet bıraktığım gözyaşlarımı, ezanlarla geri alırım.

Ezanları Bilâlsiz, Bilâli ezansız düşünmek eksik olur. Habeşi köleliğine, Bilâli sultanlığında takılı kalırım.

Kara teninin aksine, dostluğunla aklanan iman kuvvetin var aklımda. İşte ben o aklıkta kaldım. Teslimiyetine hayran

“Allah-u Ekber” deyişindeki manaya daldım.

“La İlahe İllallah” ilânındaki inanca,

Yanık sesindeki Peygamber (asm) aşkına,

Yüreklere dokunan beka davetini yakalayışına akarım.

Faniyim…Fani olanı istemem..

Fani ve yalan dünyayı hiç istemem.

Beka isterim… ebediyetle taclanan makam isterim.

Bilâl yürekli ezanlar düşlerim, bir de çöllerden dünyaya yayılan iman…Ondan ötesi ve sonrasını bilemem…

Okunma Sayısı: 2234
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı