Dilin maddî olarak bir çok fonksiyonu olmakla beraber Allah’ın Mütekellim ismine ayinedarlık vazifesiyle görevini ifa eden bir organ olduğunu ifade eder Üstadımız: Akabinde dile görevlerini hatırlatır. Dilin görevlerini izah ederken de bizlere her bir organın görevlerini ve yaratılma gayelerini hatırlatarak o küçük, fakat vazifesi büyük olan dil hakkında güzel ve yerinde söz söylemeyi tavsiye eder. “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu demek, doğru değildir” diye ifade eder.- Demek, bu sözle anlatılmak istenir ki: Doğru olunacak, doğru yapılacak, doğru konuşulacak; yalnız damara dokundurulmayacak, sözün kalbe işlemesine özen gösterilecek. Doğru sözde “nezaket üslûbuna” önem verilecek.
İnsanı hem olumlu hem de olumsuz yönde en çok etkileyen sözdür. Acı ve kırıcı söz kalp incitir, dostu düşman yaparken; tatlı ve gönül okşayıcı bir söz en zararlı kimseyi bile bizim lehimize çevirir, dostumuz yapar. O yüzden güzel sözün etkisi hiçbir zaman unutulmamalıdır açıklamasını getirir. Kötü sözlerinde maddî ve manevî yaraların açılacağını, insan üzerindeki menfi tesirler meydana getireceğini beyan eder. Bazen insanlar hak olan doğruluğu bildikleri halde bildiklerini söylemez, suskunluğu tercih ederler. İşte bu durumda hakikatli bir söz dökülür Yunusun dudaklarından ve sözde nezaketi üslûbu dile getirir. Doğruları yeri geldiğinde çekinmeden Hak namına söylemeyi ister.
Yunus’un ifadesinde: “Dil söyler kulak dinler, dinlerken de kötü sözlere muhatap olan kulak, işittiği menfi sözleri kalbe aktarırken kalpte yaralar açar” der. Menfi sözlere de cevap vermemek için insan sükût ederken haksızlığa karşı sessiz bir çığlık yükselir insanın içinden; ta arş-ı alaya yükselen çığlıklar, fakat kimseler duymaz haklı feryadını O “Semi” den başka. Bazen de sinek vızıltısı bir söz dökülür insanın dilinden Cihan duyar.
Birileri “Yunus’a: Ey Yunus sükût, söyleme!” Der: “Ya ben öleyim mi söylemeyim de? der. Derdini açıklamaya çalışır. Demek istediği sükût her zaman altın değildir. Yeri ve zamanı geldiğinde bir insan zulüme düçar olduğunda herhangi yanlış bilinen bir konuyu bilgilendirmek adına bir şeyleri açıklamak lüzumunun anlatır. Anlatırken insanların konu hakkında haklılığını duymalarını çare olmalarını ister. Çünkü bazen insanlar “ben kötü olmayayım” diye bildiği gerçekleri saklar söylemezler. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” misali. Fakat nafile bazen insanlar bizleri duymaz çare olmaya yanaşmazlar. Oysaki insan insanın en sessiz çığlıklarını duymalarını ister ve yardımcı olmalarını en içten arzu eder. İnsanların da zaten görevlerinden değil midir yaralı bir gönle yardım etmek. Yunus da yürekten kopan feryadının duyulmasını isterken, dilden dökülen âh’u eninleri kulak kalbe aktarırken insanların da duyulan haksızlıklara sessiz kalmasını istemez. Oysa ki insanlar acıları paylaşmayı bilmeli. Diğer din kardeşlerinin arş’ı âla’ya yükselen sessiz çığlıklarını duymalı ve yardımcı olmalı. İşte insan duyunca çare olunca asıl o zaman insan olur.
İşte sessiz çığlıklara duyarsız kalan doğru sözlere de olmadık zamanlarda feveran eden insanlara Yunus ne de güzel söyler. “Ben söylemeyeyim de öleyim mi?” diye. Demek ki yeri geldiğinde herhangi bir konuda yerinde ve zamanında bazı sözlerin söylenmesi lüzumunun olduğunu ve doğruluk adına söylenmesini ister. Zaten doğru olanda bu değil midir?...
Hâsıl-ı Kelâm: İnsan Yusuf gibi kuyunun dibinde dilinden dökülen sessiz çığlığını duyan bir Âlim-i Kadirin bir Semi-i Hâkimin sesini duyduğunu ve O’nun cevap vereceğini bilir O’na iltica eder; sessizce duâ eder, beklemeye koyulur. Sesini kimse duymazsa da O Yüce Sevgili’nin duyduğunu bilir, huzur içinde bekler. Neticede Mısır’a sultan olur.