Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Davut ŞAHİN

Kanal D, kamusal alan mı?



Bu iddialar doğru mu? Tercüman gazetesi yazarı Osman Özsoy’un yazdıkları yenilir yutulur cinsten değil.

Hele hele bu suçlamaya Beyaz’ın programı (Kanal D) muhatapsa…

Özsoy’un anlattıklarına bir bakalım:

“İsimleri Fatma, Esra, Şemsi, Fatoş ve Bahriye... Üçü evli, ikisi bekar 3 kadın. Bostancı’dan bindikleri konuk servisi kendilerini Kanal D’de yayınlanan Seda Sayan’ın programına götürüyor.

“.....Eş dostu araya koyarak, bir yolunu bulup programa konuk ayarlayan ajansla temasa geçmeyi başarıyorlar. İlk şoku daha girişte yaşıyorlar. Evli 3 kadın başörtülü. Güvenlik bu halde programa alamayacaklarını, başlarını açarlarsa ancak içeriye girebileceklerini söylüyor. Başları açık olduğu için içeriye alınan Esra ve Fatoş aynı zamanda teyze kızları. Onları ise ‘güzelleri öne alıyoruz, siz en öne geçin diyerek...’ ön sıraya oturtuyorlar.

“İçeri giremeyen 3 kapalı kadından Fatma T. ve Bahriye G. kardeş. Diğer kapalı bayan Şemsi ise ‘buraya kadar geldik madem...’ diyerek başını açarak programa katılıyor.

“Aylardır programa katılmanın bir yolunu bulup, hiçbir sosyal güvenliği olmayan kardeşi Bahriye’nin göz tedavisini yaptırabilme telaşında olan Fatma Hanım kardeşiyle dışarıda kalıyor. Yani, oraya gidiş amaçlarına göre programda en olması gereken iki kadın sırf kapalı oldukları için içeriye alınmıyor. Program tam başlamak üzere iken, salonda kalan boş yerleri doldurmak üzere arka sıralara oturtuluyorlar. Artık işin tadının kaçtığını düşünerek, meramlarını anlatma gereği bile duymuyorlar.

“Program bitiminde konuk organizasyonu yapan ajans yetkilisi kızlardan Esra’ya yaklaşarak, ‘Eğer mini etek giyersen, seni Beyaz Show’da Beyaz’ın yanındaki koltuğuna bile oturturum...’ diyor.

“Bu konuda sıralanabilecek o kadar çok örnek var ki, anlatmaya sütunlar yetmez. Bu tür programların hepsinde benzer manzaralar yaşanıyor.(...) Toplumun giderek tefessüh etmesinde ve yozlaşmasında programların etkisi giderek daha çok sorgulanmaya başladı” diyor.

Yazar son olarak yazısını şu şekilde bağlıyor:

“Toplumu saran sosyal virüslerin, radyoaktif maddelerden daha kalıcı etkiler bıraktığının farkına ne zaman varacağız acaba? Bu yolun sonu iyi değil de... (H.O.Tercüman)

Eğer Özsoy’un dedikleri doğruysa bu bir skandal!

Ötesi yok bunun.

Kanal D stüdyoları yoksa “kamusal alan” mı?

Yok eğer öyleyse, sorun yok! Bilelim.

Peki “kamusal alan” değilse, bu rezalete ne demeli?

Kanal D yöneticileri derhal bu konuya açıklama getirmeli. Aksi halde vebal altında kalır.

Gelelim işin diğer boyutuna:

Programa katılmak için her türlü şartları zorlayan hanımefendiler, “başınızı açmak zorunda” değildiniz. Hiç olmazsa “onuruyla” o kapıdan içeri girmez, minnet etmezlerdi!

Bütün bunları, sırf “yardım alabilmek” için veya “sesini duyurabilmek” için yaptılar ve tokadını yediler.

ŞORAY VE ARSLAN

“Şoray Uzun Yolda,” Kanal 7’nin izlenebilen yapımlarından. Memleketin farklı renklerini ve hikâyelerini ekrana taşıyor.

Aynı gün, aynı saatte, TGRT’de Uğur Arslan’la Yol Hikâyeleri ekrandaydı (Pazar)... İzleyenler Arslan’ı izlerken, Kanal 7’yi izliyor sanıyor. Çünkü halen, Deniz Feneri’nin ekran yüzü olan Arslan iki kanal arasında mekik dokuyor.

İNİŞ - ÇIKIŞ

Bir dönemin ünlü ismi, Burak Kut yaşadığı yaldızlı hayattan çok zarar gördüğünü anlatmış bir gazeteye.

“Benimle Oynama” diyerek tek şarkıyla şöhreti yakaladı. Lüks ve ihtişamlı yaşam ona kollarını açarken, aslında “kişiliğini” de aldı götürdü.

Sonra hızlı bir düşüş... Ödemelerini bile zorlandığı dönemler... Şimdi ise normal bir hayatı tercih etmiş. Ama “pişmanlığı” anlatmadan geçemiyor:

“O dönem para kazanan ve para kazandıran bir aygıt olarak sistemin parçasıydım. Kapıldığım rüzgârla birlikte ne kitap okuyabildim, ne müzik dinleyebildim, ne de bir enstrümanla ilgilenebildim. Artık hayatıma yeni bir sayfa açtım. Çok yoğun iş adamları vardır ya, benim hayatım da onlarınkine benzemeye başlamıştı. Geçmişimden büyük ders aldım.” (Sabah)

Şöhretin değersiz olduğunu, şöhrete sırt çevirmiş ve ondan ders almış birine sormak lâzım galiba.

01.06.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (31.05.2006) - Gençlik sarhoşluğu

  (30.05.2006) - “Dinci basın” kavramı

  (28.05.2006) - Ivır zıvır gündem

  (27.05.2006) - “California sendromu”

  (26.05.2006) - “Vadi”ye devam...

  (25.05.2006) - Vatanseverler vadisi

  (23.05.2006) - Bilmeden konuşmak

  (21.05.2006) - Farkındalık

  (20.05.2006) - Bu nasıl hoşgörü?

  (18.05.2006) - Saldırı ve anarşi sendromu

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004