Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

‘Kendi sonlarını hazırlayan zavallılar’

Kuvvet komutanları, askeri okulların açılışları vesilesiyle, ardı ardına ‘laiklik vurgusu yapan’ konuşmalar yapıyorlar. ‘Ankara’nın nabzını tutan’ kimi gazetecilere bakılırsa (nedense, bu ‘kulağı delik’ gazetecilerin kulağı da hep garnizonlara ayarlı!), asıl Genelkurmay Başkanının 2 Ekim tarihli konuşmasını beklememiz gerekiyormuş.

Biz şimdilik son konuşmaya, Deniz Kuvvetleri Komutanının konuşmasına bir göz atalım. Zaten diğerleri de aynı minval üzere gidiyor. Bu konuşmanın özünü, muhatabı tam olarak anlaşılamayan bir tehdit oluşturuyor. Mamafih, muhatabın bilerek tasrih edilmemiş olduğunu düşünmek de makul olabilir. Çünkü, bu belirsizlik, askerler gibi düşünmeyen herkesin tehdidi üstüne almasına yol açabilir. Kim bilir, belki de bu tür konuşmaların asıl amacı budur.

Diğer konuşmalarda olduğu gibi, burada da ‘TSK’yı yıpratmak için işbirliği halinde saldırı’ yapanlardan söz ediliyor. Komutan ‘zavallılar’ dediği bu hayali kişilere önce ‘sadece acıdıkları’nı söylüyor. Ama bunu duymak bizi pek ferahlatmıyor, çünkü bunların ‘ya ülkeyi terk etme(ye) ya da Anadolu denizinde boğulma(ya)’ mahkum olduklarını da ekliyor. O zaman anlıyoruz ki, bu ‘zavallılar’ aslında ‘sonlarını kendileri hazırlamış’ olmayacaklar.

Aslında vatandaşlar olarak hepimizi ürkütmesi gereken bir tehditle karşı karşıyayız. Çünkü, komutan sözünü ettiği ‘zavallılar’a acımakla yetinmiyor, onları tehdit de ediyor. Tehdidi yapan da herhangi bir kişi değil, silahlı bir gücün komutanı. Üstelik, komutan ve silah arkadaşları bu ‘zavallılar’ın kim olduklarını da biliyormuş...

Diyeceksiniz ki, komutanın kastettiği, ‘TSK’yı yıpratmak için işbirliği halinde’ çalışan ‘dış mihraklar’ ile içteki marjinal bir fesatçılar grubudur. Keşke öyle olsa, ama değil. Çünkü, bir Türk komutanın ‘kendi sonlarını hazırlıyorlar’ şeklindeki tehdidi herhangi bir ‘dış mihrak’ için bir anlam ifade etmez ve bunu elbette o komutan da bilir. Onun için, hedefin ‘iç mihraklar’ olduğu açıktır. Ama korkarım ki bu ‘iç mihrak’ -nam-ı diğer: ‘zavallılar’-toplumun büyükçe bir kısmını, hatta çoğunluğu oluşturuyor.

Çünkü, konuşmasının bütününden anlaşıldığına göre, gerçekte komutanın hedefi Türkiye’nin kamusal işleri konusunda kendileri gibi düşünmeyenlerdir. O belirli bir ideolojik jargonla konuşuyor ve bu konularda vatandaşlar olarak kendisiyle hemfikir olmak zorunda olmadığımız görüşler serdediyor. Kendisi gibi düşünmeyenlerin kendi sandığından çok daha büyük bir topluluk teşkil edebileceği aklına gelmiyor. Daha da vahimi, vatandaşların, herhangi bir konuda silahlı kuvvetlerin komuta kademesiyle aynı görüşü paylaşmak zorunda olmadığını komutan bilmiyor. Oysa, bu tam da demokrasileri ayırt eden özelliklerden biridir.

Ayrıca, esasta kendisiyle aynı fikirde olsalar bile, doğrudan doğruya politik nitelikte olan ve parlamento ile hükümetin münhasır yetki alanına giren konularda komutanın -üstelik ürkütücü bir üslupla- görüşler serdetmesini de vatandaşlar yanlış ve sakıncalı bulabilirler. Meselâ ben hem vatandaş hem de ‘anayasa hukukçusu’ sıfatımla bu grup içinde yer alıyorum. Ve bu grup da komutanın sandığından çok daha geniştir.

Öyleyse, ‘zavallılar’ yaftasıyla kastedilen fikren ‘zavallı’ olmak değildir. Her şey bir yana, kamu meseleleriyle ilgili görüşlerin hangisinin doğru veya ‘üstün’, hangisinin yanlış veya ‘zavallı’ olduğunu askerler belirleyemez. Esasen, demokrasilerde böyle bir otorite yoktur. Şu halde, bu söz, konuşanla muhatabı arasındaki muazzam güç dengesizliğini ima eden bir meydan okumadır: Farklı görüşte olanlara ‘zavallılar’ yaftasını yapıştıranlar, aslında bize kendi ‘kahredici’ güçlerini hatırlatmış oluyorlar. Ne var ki, elinde silah olanın silahsızları tehdit etmesi ne medeniliktir, hatta ne de yiğitlik.

Star, 2.10.2006

Mustafa ERDOĞAN

03.10.2006


 

Sizi nutuk atarken değil, uçak gemilerimizi idare ederken görmek isteriz!

Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanlarımız konuştular. Genelkurmay Başkanı’mız da bugün konuşacak. Genelkurmay Başkanı ne konuşacak? Kimilerine göre “patlayacak”

Kime?

Hükümet’e, Avrupa Birliği’ne, bölücülere, yıkıcılara, irticacılara...

Başbakan Tayyip Erdoğan ne diyor bu işe:

“Konuşun ama germeyin. Bu ülkeye zarar veriyor, piyasalara zarar veriyor.”

(...)

Bazıları soruyor: Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanı konuştu. Jandarma Genel Komutanı nerede? O niye konuşmuyor?

Oysa bu işlerin “Beşibiryerde” olması gerekirmiş. Geçmişten beri bu işler hep böyle cereyan etmiştir! İlla konuşması mı lazım. Askerin görevi konuşmak mı?

Görev alanı ile ilgili konularda konuşsun. Proje geliştirsin, yeniliklere imza atsın, ama ülkenin genel siyasetini belirlemeye kalkmasın, hele hele toplum mühendisliğine soyunmak askerin görevleri arasında hiç değildir.

Ülkenin genel siyaseti demokrasilerde seçilmiş sivil otorite tarafından belirlenir. “Karşı devrim”, “Ezanın Türkçe okunması” vs. konular Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın görev alanına mı giriyor?

Bu görevi ona yasalar ve anayasa mı veriyor? Eğer öyleyse bu ülkede demokrasi filan yok! Böyleyse adını koyalım. Nedir, nasıl bir rejimdir, neye dayanır, kuralları var mıdır?

Hangi çağda yaşıyoruz... Deniz Kuvvetleri Komutanımız hâlâ “karşı devrim” diyor. Ezanın Türkçe okunması karşı devrimcilere verilen bir kozmuş?

Sizin işiniz bu mu?

İrtica, türban, ezan... Türkiye bu tartışmaları geçmeli değil mi artık? Niçin 1950’ye demir atıyorsunuz ki?

Ezan konusu namaz kılanları ilgilendiren bir konudur. Namaz kılmayanın kulağı ezanda olmaz. Dolayısıyla ezan Türkçe mi okunuyor, Arapça mı okunmalı yoksa İngilizce mi okunmalı bu durumun Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile ne alakası olabilir?

Mesela Türkiye’nin niçin bir uçak gemisi yok, niçin ikinci dünya savaşından kalma gemilerle Türkiye denizlerini koruyor? Sizin bu sorularla ve sorunlarla uğraşmanız gerekir. Bu soruların cevabını halkın seçtiklerine ve halka vermeniz gerekir.

Oldu olacak, ezanı Türkçe yapalım, bir de Türk peygamber bulalım kendimize!

İrtica irtica diyerek bu milletin kahir ekseriyetini sürekli küçümseyen, aşağılayan bir tavır var bu konuşmalarda. Yok biz yobazları kastediyoruz! Yobaz kim, tanımı ne, ne yer ne içer. Yobazlık nedir?

Vatandaş soruyor: Ezanı Türkçeleştirmeyen Osman Gazi Türk değil miydi? Fatih Sultan Mehmet Han Türk değil miydi, Yavuz Sultan Selim, Alparslan, Kanuni Sultan Süleyman Türk değil miydi?

Aramızda bunlar kadar Türk milletine hizmet etmiş bir insan olduğunu pek sanmıyorum.

Bırakın da ezanın nasıl okunacağına namaz kılanlar karar versin!

Müslümanlığı, dindarlığı, İslamiyet’i Deniz Kuvvetleri Komutanı’ndan mı öğreneceğiz.

Herkes asıl işini yapmalı... Nasıl uçak gemisi sahibi oluruz, nasıl nükleer denizaltılar yaparız diye kafa yormalı.

Yıllarımızı niçin gerekli olduğu tartışılır tehdit değerlendirmeleri ile heba ediyoruz.

Üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu yarımadası geçmişe değil geleceğe bakmak zorunda.

Ezanın dilini tartışmak ile üç tarafımızın denizlerle çevrili olması arasında nasıl bir bağ var acaba?

Ya da sadece yanaşık düzen eğitimiyle PKK’lı canilerin kurşunlarına hedef olan askerlerimizle ezanın Türkçe okunması arasında nasıl bir bağ var?

Bugün, 2.10.2006

Nuh GÖNÜLTAŞ

03.10.2006


 

Sezer’in Meclis’i açış konuşması tatmin etmedi..

Cumhurbaşkanı Sezer’in Meclis’te yaptığı konuşmayı izlediniz mi? TBMM’nin yeni yasama dönemini son açış konuşmasını..

Ben beğenmedim..

Ufuk açan, geleceğe yönelik projeksiyonlar içeren bir konuşma değildi..

Ne bugünkü dünyayı anlattı ne de yarınki dünyayı..

Dünya’nın gidişatına yönelik tek bir satır söylemedi.. Hani 2010-2015 yılında dünya şuraya gidiyor, yapmamız gereken budur diye bir uyarıda bulunmadı..

Baş döndürücü teknolojik değişimin birkaç yıl içinde dünyayı hangi noktaya götüreceğine de değinmedi..

Üstün teknoloji nedeniyle giderek düzleşen dünyanın nasıl bir dünya olacağından da Türkiye’nin o dünyadaki yerinden de söz etmedi..

Önümüze hedef koymadı..

Peki ya bugünden.. Değiştirilmeye çalışan Orta Doğu’dan söz etmedi mi?

Etti..

Komşularımızı tek tek ele aldı.. Kimini bir cümleyle geçiştirdi, kimine bir paragraf yer verdi..

Örneğin Irak’ı şöyle anlattı:

“Her gün çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği Irak’ta durum, bir insanlık trajedisine dönüşmüştür. Türkiye bu zor günlerde Irak’ın ve Irak halkının yanında olmayı sürdürecektir.”

Cumhurbaşkanı Sezer’in Irak halkı derken kimi kastettiğini anlamadım.. Tümünü kastediyorsa..

Yani.. Şii Arapları..

Sünni Arapları..

Şii ve Sünni Kürtleri kastediyorsa bir yanlışlık var demektir.. Şu anda birbirleriyle savaşan onlar.. İnsanlık dramını yaşatan da onlar.. Bir gün Sünniler, bir başka gün Şiiler..

Artık tümüne Irak halkı deyip kestirip atamayız..

Neyse..

Peki ya Lübnan?

Sezer’in konuşmasında Lübnan’a düşen pay da Irak’ınkinden farklı değildi..

Şöyle dedi; “Hepimizin belleğinde canlılığını koruyan çatışmalara dönülmesinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.”

Demek istediğim şu.. Sezer, Yunanistan’dan Gürcistan’a kadar tüm komşularımıza değindi ama bildik, beylik laflarla.. Kısa kısa..

Ağırlık Türkiye’deydi..

Nüfus artışı, yolsuzlukla mücadele, sağlık, eğitim, yüksek öğrenim kurumlarının sorunları, yabancılara tesis satışı, basın özgürlüğünün önemi, adil seçim sistemi, temsilde adalet gibi konulara bir veya iki paragrafla değindi ama çarpıcı bir şey söylemedi..

Hedef göstermedi..

Rota çizmedi..

2025’te 90 milyona çıkarsak iyi olmaz, daha da fakirleşiriz, temel eğitim 12 yıla çıkarılmalı, yüksek öğrenime daha fazla kaynak ayrılmalı gibi, yabancılara stratejik kurumların satışında dikkat edilmeli gibi genel noktalar üzerinde durdu..

Peki ağırlık verdiği konu neydi?

Yargının siyasallaştırılması..

Laiklik..

İrtica..

Uzun uzun laiklik anlattı.. Anayasa Mahkemesi kararlarından örnekler verdi.. Uzun uzun yargı bağımsızlığının önemini anlattı.. Ve yine uzun uzun Türkiye’yi tehdit eden bölücü ve irticai faaliyetlerin üzerinde durdu..

Cumhurbaşkanı’nı dinlerken şöyle bir düşündüm.. Demek ki Türkiye 83 yıldır daha en temel meselelerini çözememiş ki sıra dünya meselelerine gelsin..

Vatan, 2.10.2006

Mehmet TEZKAN

03.10.2006


 

Piyasayı bırak, demokrasiye bak

Bir başbakan, asker bürokratların kendi iktidarına yönelik açıklamalarına “Bu tür açıklamalar piyasaları olumsuz etkiliyor. Ben açıklamamı yaparım, ne olursa olsun olmaz. Hassasiyet olması lazım” demekle yetiniyorsa, az gittik uz gittik dere tepe düz gittik sonucuna varırız.

Giden Genelkurmay Başkanı Özkök de, piyasalar olumsuz etkilenmesin diye açıklamalarını borsanın kapanış saatine getirdiklerini söylememiş miydi?

Artık tek hakim piyasa.

Kimdir bu piyasa, neye göre hareket eder bilmiyoruz.

İşçi Mehmet’i, marangoz Hasan’ı, öğretmen Lale’yi, hakim Ahmet Bey’i düşünür mü o bir muamma.

Ama herkesin piyasayı düşündüğü bir gerçek.

Başbakan bile silahlı bürokrasinin demokratik süreci ciddi biçimde rahatsız eden açıklamalarından sadece piyasa açısından rahatsızlık duyuyorsa, söylenecek tek söz kalır: “Pes.”

Beğenin beğenmeyin, demokrasinin belirli kuralları vardır. Bunun başında sivillik gelir.

AB istiyor diye değil, demokrasiye inandığınız için, rejime yönelik her türlü tehdide, siyasi partileri, kurumları ve sivil toplum örgütleriyle tüm ülkenin karşı koyacağına inandığınız için bu kuralları savunmanız gerekir.

Türkiye’yi sevmek sadece bir meslek örgütünün işi değildir.

Demokrasiye inanmak ve onun uğruna mücadele etmek de öyle.

Ancak eğer bir ülkenin iktidar partisinin genel başkanı ve başbakanı bile demokrasiye damardan sahip çıkmaz ve piyasaları öne sürerse orada durup düşünmeniz gerekir.

Başbakan, “Demokratik bir ülkede asker bürokratların sivil iktidarı hedef alan açıklamalar yapmaları yanlıştır” demiyor.

Onu biri diyor.

Kim diyor?

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar. Ağar, net bir biçimde “Sivil ve askeri bürokrasi hükümetlerin emrindedir. Hükümet bu konuda gerekli beyanları yapmak suretiyle bu konularda askeri kesimlerin beyan vermesine mani olmalıdır. Bu yönetilemeyen Türkiye’nin yansımasıdır” diyor.

Başbakan ise Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmede bunun demokratik ilke açısından yanlışlığını vurgulamıyor ama piyasaya dikkat çekiyor.

Piyasa bozulursa, fiyaka da bozulur tabii.

Eğer demokrasiyi savunmuyorsanız, 301’in arkasında duruyorsanız, iktidarda kalmak için bir dayanağınızın olması gerekir.

Piyasa işler yolunda giderken iyi bir dayanaktır ama biraz kaypaktır.

Piyasaya yaslanıyorum derken bir anda boşa düşebilirsiniz.

Piyasa sizi bir gecede açığa düşürebilir.

Piyasa sizi açığa düşürdü mü ne kazancını ona katlayan patronlar kalır, ne iktidar.

Çünkü bu piyasa adamın altını oyar.

Piyasa biraz kalleş, biraz sinsidir.

Piyasa kendini düşünür.

Onun için siz tüm ülkeyi düşünün, piyasaya sahip çıktığınız kadar demokrasiye de sahip çıkın.

Demokrasi oyununu doğru ve kurallara uygun oynarsanız, orada sürpriz ve kalleşlik yoktur.

Sabah, 2.10.2006

Ergun BABAHAN

03.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004