Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Canan KARAKAŞ - Naciye KAYNAK

Doç. Dr. Kemal Sayar: Medya, insanî duyguları pazarlıyor

—Dünden devam—

* Tedrisatın ahmaklaştırma ameliyesine döndüğünü ve televizyonun da benzeri işlevleri olduğunu belirtiyorsunuz bazı yazılarınızda. Kurtlar Vadisi, Sağır Oda gibi dizileri de bu sınıfta mı görüyorsunuz? Yoksa, izleyenler gibi, bu dizilerin Türkiye’nin görünmeyen yüzünü öğrettiğini mi düşünüyorsunuz?

urtlar Vadisi bir ilkti. Türkiye’de siyasî olaylara gönderme yapan ilk diziydi. İçindeki şiddeti asla onaylamıyorum. Fakat yaptığı çağrışımlar ve düşündürdükleri şeyler nedeniyle bence ilginç bir çalışmaydı. Sağır Oda’yı çok kısa bir süre izledim. Bence Sağır Oda Kurtlar Vadisi’nin rantını yemek istiyor. Ve çok belli bir politik amacı var, benim görebildiğim kadarıyla. Türkiye’de muhtemelen olabilecek birtakım gelişmelere göndermeler yapıyor. Daha çok yakın zamanda olmuş birtakım polisiye olayların ekranda canlandırılarak aktarılmasını ben tuhaf karşılıyorum. Bu olayları iki üç sene önce gazetelerde okuduk ve hepimizde bir tiksinti duygusu uyandırdı. Bir, tiksinti duygusu uyandırarak para kazanmak istiyorlar. İki, bence birtakım gizli politik ajandaları da var.

Tabiî televizyonda iyi iş yapmak mümkün değildir. Televizyon her şeyi basitleştirir, sıradanlaştırır ve kalıplara sokar, kategorize eder. Televizyonda seyrettiğiniz bir şey sizi çok nadiren sarsar, uykunuzdan uyandırır. Televizyonda sevdiğimiz şeyler bizim önyargılarımızı beslediği için sevdiğimiz şeylerdir. Ya da o tür programları açar seyrederiz. İnsanları, şu görüşten, bu görüşten şeklinde kategorize ettiğiniz zaman ve onlara kolay hazmedebileceği ürünler sunduğunuz zaman, onlar çok kolaylıkla o sunulan ürünü benimserler. Çünkü kendi ideolojilerinin desteklendiğini görürler, dolayısıyla kendi egolarının desteklendiğini, bu dünyada doğru yolda oldukları hissini yaşarlar.

* Bunu sadece arz-taleple açıklamak mümkün mü?

Hayır. Ben ona katiyen karşı çıkıyorum. Şiddetle karşı çıkıyorum buna. Çünkü siz insanları fikren, ilmen geliştirecek eserler sunmuyorsunuz ki? Neyi neyle ölçeceksiniz? Prime time grubuna hep benzeri dizileri koyuyorsunuz. Onların arasından insanlar bir seçme yapıyor. Yani siz çok izlenme oranı olan kanallara yararlı birtakım şeyler koyun. Belgesel veya bir tartışma programı koyun, onların da reytingi yüksek olacak. Çünkü insanlar onlardan bir seçme yapacaklar. Ben bunun kati surette yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani televizyoncuların bizi uyuttuğunu düşünüyorum bu konuda. İnsanların ilgisini toplamanın yolları çok belirlidir. Yani biraz cinsellik katarsanız, biraz kırık bir aşk hikâyesi katarsanız, biraz kavga dövüş, biraz entrika katarsanız çok güzel bir formül üretirsiniz. Ama insanlığa ne vermiş olursunuz, nasıl hizmet etmiş olursunuz? Bu soruyu sormuyoruz biz. Televizyon alanımız fevkalâde başıboş bir alan ve burada insanlar sadece parayı düşünüyorlar. Oysa o yapımlar üzerinden gençlerin ruh sağlığı şekilleniyor, idolleri şekilleniyor, örnek aldıkları rol modeller şekilleniyor. Bir toplum yetişiyor, arkadan bir gençlik kuşağı geliyor. Televizyondaki mânâsız, aptalca yapımlarla büyümüş bir gençlik geliyor. Biri bizi gözetliyor tarzı mahremiyete mütecaviz programlarla büyümüş bir kuşak geliyor. Ve sonra bu kliniklerde görüyoruz biz onları.

* Özellikle gazetelerde Ramazan aylarında bir değişim yaşanıyor. Sair zamanlarda dine ve dindarlara hoş bakmayan bu gazetelerin her birinde Ramazan sayfası bulunuyor. Siz buna ne diyorsunuz? Multifreni kavramından bahsediyorsunuz bir kitabınızda. O kavramla bağlantı kurarak bu durumu açıklayabilir miyiz?

Orada sığ ve çoklu benlikten bahsediyoruz. Her şekli alabilen. Bence günümüz kapitalizmi satamayacağı hiçbir şeyi görmüyor. Her şeyi satılabilir olarak görüyor. İnsana bakıyor, insanı da satarım diyor. İnanca bakıyor, inancı da satarım diyor. Dolayısıyla, burada bence genel mânâda basının ahlâk dışılığından ziyade kapitalizmin ahlâk dışılığını ele almak lâzım. İnsanlar kâr dürtülerine, ticarî dürtülerine ahlâkî bir sınır getirmezlerse, kapitalizmin “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” mantığıyla hareket ederlerse her şey satılabilir. İnsan da satılabilir, insanın duyguları da pazarlanabilir, inançları da pazarlanabilir. Bakın, kadın programlarında insanların acılarını pazarlıyorlar, reyting malzemesi olarak. Onların muadilleri de işte yazılı basında inancı pazarlıyor. Ben burada genel mânâda kapitalizmin hiçbir ahlâkî düstur tanımayan, kural tanımayan mütecavizliğini görüyorum.

* Diğer bir yazınızda da bilim ve din adamlarının diyaloğuna ihtiyaç olduğunu ifade ediyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen, abdestin tansiyonu normalleştirdiği sözü üzerine çıkan tartışmayı da bu bağlamda değerlendirerek, bilim adamı-din adamı diyaloğu konusunda neler söylersiniz?

Bir kere, abdestin tansiyonu normalleştirdiği iddiası komik bir iddia. Böyle iddialarda bulunma ihtiyacının kendisi komik. Tersinden pozitivizm bu. Dindar insanlar çıkıp diyorlar ki, abdest alın, çünkü abdest tansiyonu normalleştiriyor. Biz abdesti tansiyon normalleşsin diye almıyoruz ki. Abdestin sembolik bir anlamı var. Namazın sembolik bir anlamı var. Derunî anlamları var. Oraya bakmıyoruz, çok maddî bir şeyle açıklamaya çalışıyoruz. Bu aslında dindarların hayatta karşılaştıkları çok temel tenakuzlardan bir tanesidir. Dini bilimle açıklama gayreti dinin kendisine bühtandır. Dini indirgemektir. Siz yüce olan bir şeyi daha süfli ve basit olan bir şeyle açıklamaya çalışmış olursunuz eğer böyle yaparsanız. Din daha mukaddestir, yücedir. Çok uzun tefekkürlerle birtakım şeylerin sırlarına vakıf olabilirsiniz ama abdestin, namazın illa somut bir karşılığı olması gerekmez. Böyle yaparsanız bilimin kendisini yüceltmiş oluyorsunuz. Halbuki bilim çok subjektif bir alandır. Ben bilimle uğraşıyorum. Bilim dün ak dediğine bugün kara der. Bilim her gün yanlışlanabilir. Dünün doğruları bugünün yanlışlarıdır bilimde. Yani bilim mutad bir alan değildir. Bilim insanlara yol gösterebilecek bir şey de değildir. Bilim, olayların “nasıl”ıyla ilgili bir bilgi verebilir, ama “niçin”ine dair bir açıklama sunmaz. Buna dair açıklamayı daha yüksek sistemlerden alırsınız. O yüzden “niçin” ve “nasıl”ı birbirine karıştırmamamız lâzım. Birbirine hürmetkâr iki müessese olarak din ve bilimden söz edebiliriz. Ama dini sadece bilimle açıklamaya çalıştığınız zaman dine bühtanda bulunmuş, dini küçültmüş olursunuz. Din, bilimi içeren, onun çok daha ötesine geçen bir şeydir.

* Peki bilim ve din diyaloğu nasıl olacak?

Din ve bilimin diyaloğu, bir defa bilimin dine önsel olarak saygı duymasıyla başlaması lâzım. Din, naslar üzerine kuruludur. İnanmak ve teslimiyet üzerine kuruludur. Dinle savaşmak bilime hiçbir şey kazandırmaz. Ama bilme biçimlerinden birisi olarak din de bilime hürmet etmek mecburiyetindedir. Olayları anlama biçimlerinden bir tanesi olarak. Tabiî bilime bir mutlaklık izafe etmememiz lâzım. Bilim sürekli değişen, gelişen bir şey. Oradan bir dünya görüşü çıkartamayız. Sadece bilimsel rasyonaliteye dayanarak bir dünya görüşü çıkartmak biraz tuhaf bir şeydir. Din ve bilimin alanları farklıdır. Bilim teknolojidir. Din ise büyük bir sistemdir. Hayatı anlamlandırma pratiğidir. Bilim bize hayatın anlamıyla ilgili bir şey söylemez.

* Türkiye’de bu diyaloğun sağlanabileceğini düşünüyor musunuz?

Türkiye’de üniversitelerin üzerine karabulut gibi çöreklenmiş bir pozitivist paradigma var. Bilim adamları düşünmüyor ki bu diyalog olsun. Din adamları ve bilim adamlarının düşünceyi geliştirecek, birbirlerini zenginleştirecek bir beraberliği, tuhaf kutuplaşmalar nedeniyle Türkiye’de pek mümkün görünmüyor şu anda. Ve bence, Türkiye’de üniversite, en dogmatik kilise gibi görünüyor.

—Son—

Canan KARAKAŞ - Naciye KAYNAK

03.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.10.2006) - ‘Oruçla ruh terbiyesi alıyoruz’

  (25.09.2006) - Gazeteci - yazar Oral Çalışlar: AKP geri adım attıkça kaybediyor

  (22.09.2006) - Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan: Kurumlararası iletişim yok

  (21.09.2006) - Yeni Eğitimciler Derneği Genel Başkanı Hasan Tanrıverdi: Eğitici de eğitilmeli

  (20.09.2006) - Sistem değerlerimizden uzaklaştırıyor

  (19.09.2006) - Öğrenci ile eğitimcinin gündemleri çok farklı

  (18.09.2006) - Resmî ideoloji dar geliyor

  (11.09.2006) - Türkiye, İsrail’le ilişkilerini gözden geçirmeli

  (04.09.2006) - Nuray Hafiftaş: Günah işlemekten korkuyorum

  (01.09.2006) - Ali Oktay: Eğlenceyi helâl dairede aramalı

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004