Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Fransa’nın kâbusu Türkiye-Almanya ekseni

Sizce, Türkiye AB müzakerelerinde nasıl bir konumda?

AB süreci, zaman zaman nefesin ayarlanması gereken bir maraton yarışı. Biraz geride kaldığımızda, her şey bitmiş anlamına gelmediği gibi, öne çıktığımızda da her şey sonuçlanmış, yarışı kazandığımız anlamına gelmiyor. Biz yarım asırdır bu projenin içindeyiz. Büyük devletlerin sürekli değişmeyen asırlık stratejileri vardır. Türkiye’nin AB süreci her zaman ileri doğru giden, ancak her defasında da çalkantılar olan bir süreç.

AB maratonunda nefesin iyi ayarlanması gerektiğini söylediniz. Sizce Türkiye’nin nefesinin kesildiği noktalar nereler?

Bunun başında Avrupa’daki Türkiye karşıtı etnik lobilerin faaliyeti geliyor. Hedefinize giden yolda önümüze engeller koyanlar var. Sizin nefesinizi kesmek için hileler de yapıyorlar.

Türkiye’nin AB sürecinde önünü kesmek isteyenlerin felsefesi nereye dayanıyor?

Türkiye, NATO’nun güney kanadı olarak Sovyet ve komünizm tehlikesine karşı nazım bir rol oynuyordu. 1991’den sonra soğuk savaş bitip, Sovyetler Birliği dağıldı. Sovyet ve komünizm tehdidi ortadan kalkınca, Türkiye’nin dünya güvenliği açısından oynadığı rolün niteliği değişti. O zaman biz handikaplı bir duruma girdik. Türkiye’nin rolü dünyada tartışılmaya başlandı. Bu da bize karşı olan etnik grupların faaliyetleri bakımından avantaj oldu. Fransa, Avrupa’yı AB çatısı altında kendisi yönetmek istedi. Bunu da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar yaptı. Fransa, kendi çiftçilerine büyük avantajlar sağlarken, bunu Almanya’ya finanse ettirdi. AB’nin temelinde güç politikası yok aslında. Gönüllü katılım ve paylaşım temelinde kurulmuştur.

Fransa bu ilkeyi yıllar yılı kendi lehine kullandı. Kendi lehine kullanmayacağı anlarda, genişlemeye hep itiraz etti. Fransa, AB içindeki gücünü kaybediyor. Esasen AB üyelerinin şimdi güçler dengesi politikasına avdet ettiklerini görüyoruz.

Fransa’nın AB içinde gücünün azaldığını ifade ediyorsunuz. Fransa’nın güç kaybedişinin sebebi nedir?

Fransa, daha önce Avrupa Anayasası’nı reddederek gücünün azaldığını gösterdi aslında. Fransa küresel rekabet koşullarıyla baş edemedi. Fransa’da işsizlik ortaya çıktı, çünkü mallarını ihraç edemedi. Fransa’nın özgüvenini yitirmesine sebep olan asıl neden ekonomiktir.

Az önce Türkiye’nin rolünün Sovyetlerin dağılmasıyla azaldığını söylediniz. Fakat son zamanlarda Türkiye’nin rolünün yükselişe geçtiğini söyleyebilir miyiz?

Dünyada yükselen İslâmî bir radikalizm görüyoruz. Bugün Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar olan büyük bir hat içerisinde son derece kırılgan rejimler ortaya çıktı. Bu bölgelerdeki büyük göç dalgası Avrupa’yı tehdit etmekte. Bu da hem işsizliği, hem de sosyal düzensizliği arttırıyor. Avrupa, bugün yasa dışı göçten kaynaklanan tehditle karşı karşıya. Tabiî buna radikal İslâmî hareketlerin tehditleri eklenleniyor. Bu tehdit içinde Türkiye’nin hükümetimizin de “medeniyetler buluşması” diye tarif ettiği rolü ortaya çıktı. Türkiye’nin bu rolü Fransa tarafından anlaşılmış değil. Avrupa’daki bazı gruplar “Türkiye’nin oynayacağı bir rol yoktur. Tam tersine Türkiye bir tehdittir” konusunu işlemeye başlamışlardır.

Fransa’nın Türkiye’nin rolünü algılayamamasının sebebi nedir?

Bugün Türkiye yetmiş milyon nüfusu, dört yüz elli milyar dolar gayr-i safî millî hasılası olan bir ülke...Türkiye on sene içersinde daha da artan nüfusuyla Avrupa’ya üye olursa, gayr-i safî millî hâsılası altı yüz milyarlara yaklaşacaktır. Bir milyar dolarlık bir perspektiften düşündüğümüzde, güçlü ordusuyla, bölgesindeki etki alanıyla birlikte Türkiye Avrupa’nın dört büyük ülkesinden biri haline gelecektir. Bütün AB organlarında önemli bir gücü olacak. AB parlamentosunda en çok mebusu olan ülke olacak, Avrupa Komisyonu’nda en çok üyeye sahip olacak, Avrupa Adalet Divanı’nda ve diğer kuruluşlardaki memur sayısı artacak, en önemlisi Avrupa’nın hükümet ve devlet başkanlarının buluştuğu Avrupa Konseyi’nde oy ağırlığı olacak. Böyle bir Türkiye’yi hayal edebiliyor musunuz AB içinde?

Böyle bir Türkiye AB’yi nasıl değiştirir?

Şu anda AB’yi yönlendiren bir Paris-Berlin ekseni var. Ama yarın Ankara-Berlin eksenini düşünün, üç milyona yakın vatandaşımızla birlikte onların politikasında da etkili olan bir Türkiye... Türkiye-Almanya ekseni Fransa’nın kâbusudur. Eğer Türkiye AB’ye girerse Fransa Avrupa’nın herhangi bir ülkesi gibi olacaktır.

Bu durumda Fransa’nın Türkiye’ye karşı tavrını yadırgamamak gerekiyor herhalde?

Şaşırmayalım. Burada bir güç dengesi mücadelesi var. Fransa’nın Ermeni tasarısını Meclisten geçirmesinin altında seçim kaygısı yatıyor. Bu nedenle de Türk-Fransız ilişkilerini seçim endişelerine rehine tutuyor. Ama temel amacı Türkiye’nin elli senedir kararlı bir şekilde yürüttüğü AB stratejisini tahrip etmek.

Fransa'daki Ermeniler siyaset üzerinde çok mu ciddî

Evet, nüfusları dört yüz elli bin, ama hepsi oy veriyor. Türk nüfusu ise beş yüz bin, ama yetmiş bini oy veriyor. Biz büyük devletiz, ama büyük stratejilerimizi güçlendirecek tedbirleri düşünmedik. Vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerin vatandaşlığına kolaylıkla kabul edecek önlemleri çok geç aldık. Bir zamanlar izinsiz vatandaşlığa geçersiniz Türk vatandaşlığınız düşürülüyordu. Bu iznin çıkması halen bir sene sürüyor. O zaman o ülkedeki etnik lobiyle bir eliniz arkada bağlı bir şekilde mücadele ediyorsunuz demektir. Oradaki vatandaşlarımızı tek bir ideal altında toplayamıyoruz. Oradaki vatandaşlarımızın kendi aralarındaki camileri bile ayrı. Bu çok üzücü bir durum. Ama Fransa’da yaşayan Ermeniler tek ideal üzerine hareket ediyorlar.

Türkiye, Fransa’nın AB üyeliğimize muhalefet eden tutumuna karşı nasıl bir strateji geliştirmeli? Benim kırk yıllık bir devlet tecrübem varsa, şunu söylemek isterim. Bir büyük devlet eğer karşısında bu kadar büyük bir direnç varsa, o dirence teslim olmaz. O dirençle mücadele eder. Bütün gücünü bir araya toplar. Çünkü ben bir Türk olarak yedi yüzyıllık Avrupa tarihimden, Balkan ve Güneydoğu Avrupa tarihimden feragat etmem. Avrupalılığın tekelini bugünkü Avrupa Birliği üyelerine bırakmam.

Diyelim ki, biz Avrupa maratonunda havlu attık, ne olur?

Bundan on sene sonra Batı, Balkanlar da AB’ye dahil olduktan sonra, AB’nin Balkan politikasıyla Türkiye’nin Balkan politikası arasına bir duvar çekilecek. Türkiye’nin oralarda siyasî, tarihî, kültürel ve insanî bağları var. Bu bağlar kopar. Buna razı mıyız? Avrupa’da halen yaşayan Türkler var. Onların çocukları var. Biz havlu atarsak, onların hakları daha mı iyi korunacak? Neden ikinci sınıf vatandaş olsunlar?

Türkiye tarafını değerlendirecek olursak,Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurumlarıyla Avrupa idealini benimsediğini söyleyebilir miyiz? Avrupa Birliği’nin dönülmez bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Avrupa Birliği bugünkü Avrupa Birliği olarak kalmayacak.

Nasıl değişecek sizce?

AB, 1950’lerde kurulduğu gibi, Birleşik Avrupa Devletleri haline gelmeyecek. Genişleme devam edecek. Bazı ülkeler bazı politikalara katılacak, bazı politikaların dışında kalacaklar. Ama ekonomi, bilim ve teknoloji, çevre, göç konularında daha sıkı bir işbirliği yapacaklardır. Bu gün dört Avrupa var; Şengen Avrupası, tek para, tek Merkez Bankası avro Avrupası, savunma ve güvenlik Avrupası, sosyal Avrupa var. 25 Üyenin hepsi avro Avrupasının üyesi değil. İleride tüm üyelerin hepsinin birlikte katılmayacağı politikaların sayısı daha da artacak. Türkiye de katılmayı istediği politikaları kendi seçerek, bu çok boyutlu Avrupa Birliği içinde kendi yerini alacak. Katıldığı politikaların karar mekanizmalarında veto hakkına sahip olacak.

Türkiye hangi Avrupa’ya katılır?

Ben Türkiye’nin, güvenlik ve savunma Avrupası dahil, bütün politikalarına katılabilecek bir kapasiteye sahip bulunduğunu düşünüyorum. Bugün savunma güvenlik Avrupasının tam üyesi değiliz.

Ama Türkiye’de AB müzakerelerinde ordunun rolü açısından problemler yaşıyor?

Ben bu konuyu o kadar önemli görmüyorum. Bu konu aşılacaktır. Eğer Türkiye’de parti içi demokrasi yerleşirse, o zaman sivil asker ilişkilerinde gerginlikler yaşanmayacaktır.

Son tartışmalara gelecek olursak, Ermeni tasarısının etkisi ne olur?

Türkiye Fransa ilişkileri uzun bir süre olumsuz etkilenir.

Ne kadar uzun?

Biz Türkler olarak tipik bir huyumuz var. Hiçbir şeyin arkasında uzun süre duramıyoruz. Hükümetin, TBMM’nin ve sivil toplumun burada sağlam durması lâzım.

Neler yapmamız gerekiyor?

Öncelikle Ermeni vatandaşlarımızı incitmemiz lâzım. Onları incitmek çok yanlış olur. Dışişleri sözcüsünün “Fransa Türkiye’yi kaybeder” sözünün arkasında milletçe durmamız lâzım. Husûmet tevcihini doğru yapmamız lâzım. Fransa’ya karşı olan tepkimizi Avrupa Birliği’ne yaymamamız lâzım. Eğer böyle olursa Avrupa’daki Türkiye karşıtı cepheyi genişletir ve lobilerin elini güçlendirirsiniz. AB Fransa’yı eleştiriyor. Hukuktan korkmamamız lâzım. Türkiye, bu karar kanunlaşırsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Fransa hakkında devlet şikâyeti yapması lâzım. Bu karar hem uluslararası anlaşmalara, hem de Fransa’nın kendi koyduğu düşünce ve ifade özgürlüğü prensiplerine aykırı. Bazı aydınlarımız, ‘biz Lahey Uluslar arası Adalet Divanı’na gidip soralım’ diyor, ‘soykırım oldu mu, olmadı mı’ diye? Buna Ermeni diasporası yanaşmıyor. Burada savunma değil, meydan okuma tutumu içerisine girmemiz lâzım.

Avrupa Birliği içersinde nasıl bir durum hasıl olur?

Biz husûmet tevcihini Fransa’dan AB’ye kaydırırsak hiç şüphesiz böyle bir tutumumuz katılım sürecimizi olumsuz etkiler. Türkiye’nin her şeyden önce kendi içerisinde kutuplaşmaları bitirmesi, birbirimizi kırmamız lâzım.

Siz, Türkiye’nin AB mücadelesini kazanacağına inanıyor musunuz?

Evet inanıyorum, çünkü AB bugünkü AB olmayacak. Türkiye 2014’ten sonra 2020’ye doğru üye olacak. Türkiye’ye yatırım için girmek isteyen sermaye, yirmi sene sonrasını görmek ister. O zaman nerede olacağı belli olmayan bir ülkeye, üretime ve istihdama dönük yabancı sermaye gelmez.

Biz kendimizi Avrupa’nın kapısında yalvarır durumda görüyoruz. Halbuki ben öyle görmüyorum. Bu bir mücadeledir. Bizim kendimizi yalvarır durumda görüp gücümüzü zayıflatmamamız lâzım. Katılım süreci millî bir mücadeledir. Milliyetçilikle alâkası yoktur. Türkiye’nin kendi millî çıkarlarını dünya optimalinde araması demektir. Türkiye eğer kuvvetler dengesini kendi yanına çekecekse, dünyada yalnızlığa sürüklenmeyecekse, yedi yüzyıllık tarihinden feragat etmeyecekse bu mücadeleyi sürdürür. Bu başa baş dişe diş mücadeledir. Bu mücadele yapılacaktır..

Hasan Hüseyin KEMAL

24.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (16.10.2006) - Dünyanın bildiğini neden halktan saklıyorsunuz?

  (13.10.2006) - “Güvenliğin yolu özgürlükten geçer”

  (12.10.2006) - Tanrıkulu: Bu fırsat kaçmasın

  (11.10.2006) - Ağar’ın açılımı çözümü kolaylaştırır

  (09.10.2006) - Türkiye’den daha fazla yardım bekliyoruz

  (04.10.2006) - Sahabe semtinde iftar

  (03.10.2006) - Doç. Dr. Kemal Sayar: Medya, insanî duyguları pazarlıyor

  (02.10.2006) - ‘Oruçla ruh terbiyesi alıyoruz’

  (25.09.2006) - Gazeteci - yazar Oral Çalışlar: AKP geri adım attıkça kaybediyor

  (22.09.2006) - Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan: Kurumlararası iletişim yok

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004