Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Kendi yaratılışını unutup, Bize misâl getirmeye kalktı: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye.

Yâsin Sûresi: 78

07.11.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Mücahid, Allah yolunda nefsiyle mücadele edendir.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3781

07.11.2006


Risâle-i Nur meyve değil, gıda nev'indendir

(14 Şevval 1352, Kanun-ı Sani, 1934)*

Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kardeşim ve mütefekkir ve hakikatli arkadaşım Refet Bey,

Evvelâ: Mektubunuzda Risâle-i Nur’un mizanlarını her okudukça daha ziya istifade ettiğinizi yazıyorsunuz. Evet, kardeşim, o risâleler Kur’ân’dan alındığı için kut ve gıda hükmündedir. Hergün ihtiyaç gıdaya hissedildiği gibi, her vakit bu gıdâ-yı ruhânîye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi ruhu inkişaf edip kalbi intibaha gelen zatlar okumaktan usanmaz. Bu Kur’ânî risâleler, sair risaleler gibi tefekküh nev’inden değil ki, usanç versin. Belki tegaddîdir.

Saniyen: Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevî hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs’ın hususî İsm-i Âzamı, “Yâ Hayy” olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü’l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs’tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne’l-evliya meşhur olmuştur.

Salisen: Tenekeci Mehmed Efendinin hıfz-ı Kur’ân’a çalışmak niyeti çok mübarektir. Cenâb-ı Hak onu muvaffak etsin. Elimizden geldiği kadar duâyla yardım edeceğiz. Kur’ân-ı Azîmüşşânın herbir harfinin ekalli on hasene olmakla beraber, tekerrür ettikçe ve mübarek vakitlere rastgeldikçe ve melek ve sair zîşuur ruhânîler kıraatini dinledikçe, herbir harfi öyle bir çekirdek olur ki, hasenat cihetinden öyle bir mânevî sümbül teşekkül eder ki, o sümbülün taneleri, tekellüm vaktinde ağızdan çıkan bir kelimenin havanın dalgalarının aynalarında temessül eden milyonlarca, o kelime gibi kelimelerin adedine belki müsâvi gelir. Böyle herbir harfi bir hazine-i ebediyenin bir anahtarı olabilir bir kudsî kelâmı kalbinde yazmak, ne kadar mukaddes bir hizmet olduğu âşikârdır. İnşaallah, Bedreddin çoklara bir hüsn-ü misâl olacaktır, daha çoklarını hıfz-ı Kur’ân’a sevk edecektir.

Başta Bedreddin, kayınpederin Hacı İbrahim ve âhiret hemşirem olarak ihvanınızın bayramını terik ve selâm ve duâ ediyorum. Babacan orada ise ona çok selâm ediyorum.

* Re’fet Bey’e vürud tarihidir.

Barla Lâhikası, s. 179-180

Lügatçe:

kut: Yaşatacak gıda, yiyecek.

gıdâ-yı ruhânî: Ruhun gıdası.

tefekküh: Yemiş toplayıp yeme. Meyvelenme, meyveli olma.

tegaddî: Gıdalanma, beslenme.

memat: Ölüm.

Gavs-ı Âzam: En büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nâmı.

hayat-ı Hızırî: Birinci hayat tabakası olan Hz. Hızır’ın (as) hayatı.

İsm-i Âzam: Esmâ-i Hüsnâ içerisinde mânâ yönünden diğer isimleri de kapsayan en büyük isim.

ehl-i kubur: Kabir ehli.

beyne’l-evliya: Evliya arasında.

hıfz-ı Kur’ân: Kur’ân’ı ezberleme, Kur’ân hafızlığı.

ekall: Az, en az.

tekellüm: Konuşma.

07.11.2006


Balçığa bakmak

Aczsin sen… Selden sana kalan fakr… Susuzluğa da dayanamıyorsun, suya da… Baygın bakıyorsun balçığa, kirlenmişlikte kendini arıyorsun… Uzak sandıklarının birden gelmesinin şaşkınlığı var üzerinde…

Balçıktan yaratıldığını yine balçık hatırlattı… Su götürdü umutlarını, bağlandıklarını koparıp savurdu sel… Kayıpsın kullukta, su seni sevmiyor… Üzerinde şükürsüz dolaşmandan toprak depreşiyor… Şirk dolu havandan hava rahat değil… Kâinatı kızdırıyorsun zulmünle.

Selden daha çamur, merhametten, hürmetten, muhabbetten uzak hayâsız halin… Güveni yitirdi, dostluğu kaybetti, sevgiyi söndürdü, hikmeti değersizleştirdi, huzuru huzursuz etti bencilliğin… Varsa da yoksa da “Ben”, dengeleri devirdi, çevreyi çirkinleştirdi… Hissiz, zevksiz, renksiz etti hayatı düz mantık düşünüşün…

Su seni temizler mi? Toprak arındırır mı? Hava ağartır mı? Ya ateş? Ad ne hatırlatıyor, Semud ne söylüyor, Lut ne diyor, Firavun ne fark ettiriyor? Kulağın Kur’ân’da olmadığından AB, ABD kadar aşina değilsin bunlara…

Turist gibi geziyorsun yeryüzünde, ibret nazarla bakmıyorsun kaybolan kavimlerin izlerine… Bazen de böyle gözüne sokuluyor yine de yetmiyor ayılmana… Uzaktan kumandalı camdan dışarı çıkamıyor ufkun… Çamur gibi düşünceleri misk sanıyor zannın… Zulümleri seyrederken zulmediyorsun zamanına… Bazen de taraf oluyorsun bilmeden, bilinçsizliğin hayatı heder ediyor.

Kafan karışık, kalbin bulanık, zihnin ziyasız… Boş bırakmışsın deli duyguların dizginini bir kere, tutamıyorsun… Balçıkta kayıyor ayakların, ömrün eriyor… Ağlıyorsun olmuyor, gülüyorsun olmuyor… Çare arıyorsun çaresizliğine… Boş vermişliğe bırakıyor, uyuyorsun…

Ayılır mısın diye toprak sarsılıyor, bazen de su serpilir yüzüne… İnsî şerirlerle dürtükleniyorsun durmadan…

Sebeplerden biliyorsun, sebeplere sığınıyorsun… Perdelerin ardında işleyen hikmet eli görmüyorsun… Günler günü kurtarmakla geçiyor, kendine gelip de kimliğini bulmuyorsun.

Kendini bulduğunda kâinatla dostsun… Ayağın toprağa sağlam basar, su serinletiyor seni… Güneş güler, bulutlar gölge yapar… Kuşlar şarkılar söyler, ağaçlar meyve ellerini uzatır…

Kalbinde hürmet ve merhamet, duyguların durulur, zihnin ziya nurlarıyla dolar… Ömrünü ziyan etmezsin, her ânını ubudiyet çiçekleriyle süslersin. Çamur değil hayatın, misk dağıtır etrafa… Etrafından gelen rayihaları da yüzüne, gözüne, gönlüne sürersin.

Huzur rüzgârları saadet tohumları saçar yeryüzüne… Yer, yüzler, yürekler güler mutluluktan… Daha da mutlu edeni bunun sonsuzlukta süreceği…

Balçıkta yıkanırsan yakındır bu mutluluklar sana… Depreme dert etme, kendini bulamamana dert et. Kimliğini kazandığında deprem de, sel de dosttur… Kalbin kapıları açıldığında kâinatla kardeş olduğunu göreceksin.

Balçığa baygın bakmayı bırak, belirgin bakmaya bak; kendini görecek ve bulacaksın. Can toprakla var, kalp kullukla… Bunu bulduğunda kendini bulmuşsundur.

Hüseyin EREN

07.11.2006


Sorularla Risale-i Nur

Herşeyde, hatta sel ve zelzele gibi musibetlerde bile, bir rahmet ve güzellik ciheti bulunduğu gerçeğini nasıl anlamalıyız?

“O herşeyi en güzel şekilde yarattı” (Secde Sûresi: 7.) âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir. Meselâ, kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gàyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilâf-ı edeb zanneder. Meselâ, âlet-i tenâsül-i insan, insan nazarında bahsi hacâletâverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gàyât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacâlet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edeb olan Kur’ân-ı Hakîmin bâzı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zâhirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir.

Sözler, s. 210-211

hüsün: Güzellik.

zâhir: Dış görünüş.

müşevveş: Karışık.

nebâtât: Bitkiler.

firâk: Ayrılık.

tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniye: Kusur ve noksanlıktan münezzeh olan Allah’ın celâlinin tecellileri, görüntüleri.

tâzib: Azap ve acı verme.

neşv ü nemâ: Gelişme, yayılma, olgunlaşma.

tahavvül: Bir halden diğer bir hale geçme, değişme.

zâhirperest: Dış görünüşe ehemmiyet veren.

hodgâm: Bencil, kendini beğenen.

Sâni: Sanatla yaratan Allah.

esmâ: İsimler.

kudret-i Fâtıra: Benzersiz bir şekilde yaratan Allah’ın gücü.

mücehhez: Donanımlı.

taslit: Musallat olma.

inkişaf: Gelişme, açılma.

bâridâne: Soğukça.

bârid: Soğuk.

mahz-ı edebî: Tam bir edeb.

hilâf-ı edeb: Edebe ters.

âlet-i tenâsül-i insan: İnsanın üreme organı.

hacâletâver: Utandırıcı, utanç veren.

hilkat: Yaratılış.

gàyât-ı fıtrat: Yaratılış gayeleri.

ayn-ı edeb: Edebin ta kendisi.

menba-ı edeb: Edebin kaynağı.

kitâbet-i kudsiye: Kudsi yazı, kusursuz ve eksiksiz yazı.

07.11.2006


Münâcâtü'l-Kur'ân

NEBE’ÜL-AZÎM:

1. Ey kullarını çift çift yaratan! (8)

2. Ey geceyi bir örtü, gündüzü de mâişet vakti kılan! (10-11)

NÂZİÂT:

1. Ey kâfirin ruhunu tâ derinliklerinden söküp alan, mü’minin ruhunu kolayca kabzeden; suda yüzercesine gökten inen, Allah’ın emrini yerine getirmek için yarışan ve emrolundukları işi tanzim ve tedbir eden meleklerin Rabbi! (1-5)

2. Ey göğü direksiz yükselten, onu kusursuz işleyen bir sisteme bağlayan, gecesini karartan, gündüzünü ağartan! (28-29)

07.11.2006


Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden

Beşeriyeti ıslâh eden bir eser

Risâle-i Nur’a safdilâne inanmamışım. Otuz üç âyât-ı Kur’âniye ve Hazret-i Ali (r.a.) ve Abdülkadir-i Geylâni (r.a.) Hazretleri, Risâle-i Nur’un telif edilip bu asırdaki insanları irşad edeceğini gaybî bir sûrette bildiriyorlar. Bununla beraber, Risâle-i Nur’dan okuduğum kitaplar, bu eser külliyatının hak ve hakikatı öğreten ve beşeriyeti ıslâh eden eserler olduğu kanaatini vermiştir.

07.11.2006


Nurdan Bir Kelime

Zelzele

..küre-i arzın benîâdem’den, bâhusus ehl-i imândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mâneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevtâlûd hâdisât-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gàyesiz, tesadüfî zannederek bütün musîbetzedelerin elîm zâyiâtını bedelsiz, hebâen mensur gösterip, müthiş bir yeise atarlar. Hem, büyük bir hatâ, hem büyük bir zulüm ederler. Belki, öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîmin emriyle ehl-i imânın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibkà etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günahlara kefârettir.

Nasıl ki birgün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hàlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, ehl-i şirki Cehenneme döker; ehl-i şükre, “Haydi, Cennete buyurun” der.

Sözler, s. 157

07.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004