Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Aile

Hangimizi daha çok seviyorsun?

un, yoksa babanı mı?” sorusudur. Pek çok soruya çabucak doğru cevaplar verebilen çocuklar bile bu soruyu duyduklarında genellikle şaşırırlar ve ne cevap vereceklerini bilemezler. Akıllarından bir kıyaslama yapmaya çalışır ve çoğu zaman işin içinden çıkamazlar ve en kurtarıcı cevap: “İkisini de eşit seviyorum” olur. Ancak soruyu soran genellikle tatmin olmaz ve tekrar sorar:

- Tamam biliyorum, ikisini de çok seviyorsun da, birini daha çok seviyorsundur.

Çocuğun aklından soruyu soran kişinin maksadının ne olduğu geçmeye başlar. Eğer babasının yakını, arkadaşı falansa babasını daha çok sevdiğini söylemesi gerekiyor gibi gelir.

Bazen bu soruyu kendi kendine düşünür. Annesi ona kızmış, “çok kötü bir çocuksun sen” demiştir, ya da o annesine kızmıştır ve:

- “Ben babamı daha çok seviyorum” der.

Erkek çocuk 5 yaşlarında annesini daha çok sever, babasını “rakip” olarak görebilir. 7 yaşlarında babası dünyanın en güçlü, en iyi insanı oluverir. 13 yaşına geldiğinde babası bazen “içler acısı”, “yetersiz” biri gibi gelebilir ve ondan daha iyi, daha başarılı biri olmalıdır. 20’li yaşlarda onun olumlu ve olumsuz yanları ile babası olduğunu ve onu çok sevdiğini düşünmeye başlar. Benzer duyguları annesine de besler.

10 yaşına gelmeden önce genellikle çocuklar için anne ya da babası bir gün, bir saat “dünyanın en iyi insanı” iken, bir diğer gün, diğer saat “en kötülerinden biri” oluverir. Bir gün annesini daha çok severken, bir gün babasını daha çok sevdiğini düşünür.

Bir çocuğu çocuk yapan hem anne, hem de babadır. Çocukta bütünleşen ve çocukta var olmaya devam eden ne anne ne de babadır, ama hem anne hem de babadır.

Her zaman bir şeyi diğer bir şeye tercih etmek gerekmez, çünkü o iki şeyin bileşimi olmadan üçüncü şey olamayacaktır. Hayatı ve geleceği temsil eden bileşimlerdir. Bütünleşmektir.

Hem annemi hem de babamı çok seviyorum.

01.11.2006


Hastalık hastası

Ülkemiz insanı, henüz psikiyatrik hastalıkları anlamış değil. Kültür yapımızda “Hastalık dediğin durumda insanın bir yerinin ağrıması gerekir” anlayışı hakim. Bir çok kişi için hâlâ bir başkasının sıkıntısını anlamak mümkün değil.

Halk arasında yaygın olan şöyle bir kanaat vardır, bilmem bilir misiniz ? “En kolay hangi sıkıntı çekilir: Tabiî ki başkasının sıkıntısı.” Bu sebepledir ki, toplumumuzda “içim sıkılıyor” demek ayıp karşılanmaktadır. Hele bu sıkıntı kadınlarda ise ve bir de genç kızın içi sıkılıyorsa altında hep başka mânâ aranır. “Kız evlenmek istiyor da söyleyemiyor galiba” denir. Bazen de çabucak bu kızlar evlendirilir. 

Bu yüzden sıkıntınız daha somut olmak zorundadır. Meselâ, başınız ya da mideniz ağrımalıdır. Psikiyatride buna bedenselleştirme (somatizasyon) denir. O zaman çevrenizden daha çok yardım görür daha çok ilgi alâka bulursunuz. Uzun yıllar boyunca geçmeyen bu tür bedensel hastalıkların altında psikiyatrik bir hastalık arama çoğu zaman hekimlerin de aklına gelmez. Ağrı kesicilerle bir türlü kesilmeyen ağrılar sıkıntı ve gerginlik veren durumlarda hastalık belirtilerinde eğer artma da varsa o zaman psikiyatrik hastalıklar düşünülmelidir.

Daha çok kadınlarda görülen ve somatik (bedensel) ağrılarla giden somatizasyon bozukluğu ile hastalar doktor doktor dolaşır, çantalar dolusu ilâç alır, ancak ciddî bir düzelme olmaz. Stressör faktörler devam ettikçe mevcut hastalıkta devam eder.

Şenay ÖZER

01.11.2006


Çocuk bakıcısı arıyorum!

Çocukları için doğru çocuk bakıcısını bulmak anne-babalar için en zor deneyimlerden biridir. Çocuklarını çalışarak büyüten anneler, çocuklarını bir bakıcıya emanet etmenin hayatlarındaki en zor tecrübelerden biri olduğunu söylerler. Aileler, çok zor olan çocuk bakıcısı arayışı ve doğru bakıcıya karar verme süreçlerinde belli noktalara dikkat ederlerse, kendileri ve çocukları için en sağlıklı seçimi kolaylıkla yapabilirler.

Öncelikle, aileler, çocuk bakıcısı aramaya başlamadan önce bakıcıda aradıkları özellikleri ve bu özelliklerin önem derecelerini belirlemeliler.

Anne-babalar, çocuk bakıcısı ile görüşmeyi birlikte yapmalı, bakıcının ne zaman çalışmaya başlayacağına, bakıcının iş tanımına ve bakıcıdan neler beklediklerine birlikte karar vermelidir.

Çocuğa bakmasına karar verilen kişi bir akraba olabilir, bu durumda aşağıdaki şartların karşılanmasına dikkat edin;

Bu kişinin çocuğunuza bakmaya gerçekten gönüllü ve uygun olduğundan emin olun,

Bu kişiden çocuğunuza mümkünse kendi evinizde bakmasını isteyin,

Çocuğunuzun geceleri ve hafta sonları sizinle kalmasını sağlayın,

Bu kişiye çocuğunuzun bakımı ve eğitimi ile ilgili tüm beklentilerinizi açık bir şekilde ve anne-baba bir aradayken bildirin.

Çocuğunuza bakan kişi ister bir akraba veya aile büyüğü olsun, isterse bir çocuk bakıcısı olsun, çocuğunuzun kendi evinizde bakılmasını sağlamanız daha uygun olur. Kendi evinizde temizlik, düzen ve hijyen kurallarını daha kolay koyabilir ve uygulanmasını daha kolay sağlayabilirsiniz. Ayrıca, çocuğunuzun yaş dönemine ve dönemsel gelişimine göre karşılaşabileceği tehlikelere karşı tedbir alabilmeniz de daha kolaylaşır. Meselâ emeklemeye başladığında, prizler veya mutfak çekmeceleriyle ilgili tedbir almanız gerektiğinde, bunu kendi evinizde yapmanız daha kolay olur. Başka bir evde, eve giren çıkan kişileri kontrol edemezsiniz, ancak kendi evinizde bu tip bir kontrolünüz olabilir. Tüm bunların dışında, çocuğun kendi oyuncaklarından ve evinden ayrı kalmaması, kendini güvende hissetmesi açısından da önemlidir.

Çocuğunuza bakmasına karar verdiğiniz kişinin normal şartlarda çocuğunuz 3 yaşına gelene kadar sizinle çalışmayı düşünüp düşünmediğini öğrenin. Böylece, çocuğunuz kreş yaşına gelene kadar bakıcı değiştirmek zorunda kalmazsınız. Çocuğunuza bakacak kişi akrabanız da olsa bunu onunla konuşmalısınız; çünkü çocukların sık bakıcı değiştirmeleri doğru değildir. Çocuk yetişkine bağlanır ve onunla duygusal bağ kurar, bebeklik döneminde sık sık değişen bakıcılar çocuğun psikolojisi açısından sağlıksızdır. Ayrıca, her defasında yeni birine alışmaya çalışmak çocuk için de, anne-baba için de yorucudur.

Her ailenin çocuklarına bakıcı ararken belirledikleri özellikler farklıdır, ancak, ailelere hatırlatma olması bakımından, çocuk bakıcısı ararken dikkat edilmesi gereken noktalar aşağıdaki gibi sıralanabilinir;

Temiz, düzenli ve dürüst olmasına,

Aile yaşantısının düzenli olmasına,

Dakik ve elinin çabuk olmasına,

Sevecen ve güleryüzlü olmasına,

Esnek ve hoşgörülü olmasına, katı-kuralcı olmamasına,

Yeniliğe ve değişime açık olmasına, sabit fikirli olmamasına,

Sorumluluk ve inisiyatif sahibi olmasına,

İletişim becerisinin olmasına,

Kişilik olarak bakılacak çocuğun annesine benzemesine,

Sabırlı olmasına,

Eğitimli, kendini yetiştirmiş ve bilinçli olmasına,

Çocuğu ya da işe devamını etkileyecek bir rahatsızlığının olmamasına,

Sigara içmemesine.

Çalışacağınız bakıcıya karar vermeden önce mümkünse bakıcıyı evinde ziyaret edin, kendi çocukları varsa onlarla ilişkisini gözlemleyin. Unutmayın, bir bakıcı, sizin çocuğunuza en fazla kendi çocuklarına davrandığı kadar iyi davranabilir. Sizin çocuğunuza, kendi çocuklarına davrandığından daha vicdanlı ve merhametli davranamaz, sizin çocuğunuzu, kendi çocuklarını sevdiğinden daha fazla sevemez.

Ayrıca, bakıcının varsa referanslarıyla ve komşularıyla görüşün, nüfus cüzdanı örneği vb. gerekli belgeleri temin edin.

Bakıcının çalışma düzenini ve iş tanımını önceden belirleyin, çocuğunuzun bakımı ve eğitimi ile ilgili tüm beklentilerinizle birlikte açık bir şekilde ve anne -baba bir aradayken konuşun. Bakıcıdan performansının üzerinde beklentilerinizin olmamasına dikkat edin, ona kendi evindeki gibi rahat edebileceği bir ortam oluşturmaya çalışın.

Çalışan bir anneyseniz, işe başlamadan önce yeterli bir süre çocuğunuza bu kişiyle birlikte bakın. Çalışmaya başlamadan önce aşamalı olarak günün belirli saatlerinde evden uzaklaşarak çocuğunuzu bu uzun süreli ayrılığa yavaş yavaş alıştırın. Birlikte çalıştığınız kişiyi yeterince tanımadan çocuğunuzu bırakmak zorunda kalırsanız, sık sık evinizi arayarak evde her şeyin yolunda olduğundan emin olmaya çalışabilirsiniz veya komşularınızdan, akrabalarınızdan birinden arada bir eve uğramasını rica ederek çocuğunuzu kontrol etmelerini rica edebilirsiniz.

01.11.2006


Rejim bebekleri tehlikede

Son yıllarda vücutlarının bozulmaması için hamilelik dönemini birkaç kilo alarak sonlandırmaya çalışan gebelerin sayısı artınca, tıp dünyası harekete geçti. Jinekologlar, kendilerine bu istekle gelen anne adaylarını ‘vücudunuzdan önce çocuğunuzun sağlığını düşünün’ diye uyarıyor. Yalnızca karın bölgesindeki küçük bir şişlikle beş-altı kilo alarak hamileliğini tamamlamaya çalışan ünlüler türeyince, doktorlar da harekete geçti. Türkiye’nin ünlü jinekologları, “hamilelikte diyet olmaz” diye ısrarla vurgularken, diyetisyenler de “salata veya kivi yiyerek hamilelik geçmez” diyor. Hamilelik dönemi boyunca en az 10 kilo alınması gerektiği üzerinde duran doktorlar, “Hamile bir kadın diyet yaparsa erken doğum, çocukta gelişme geriliği, süt eksikliği ve düşük, bunun yanında bebeklerde kalp hastalığı riski yükselir” uyarısında bulunuyor.

Fatma KARAKISA

01.11.2006


Eş dayağına çözüm yok mu?

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Işıl Vahip ve Uzm. Dr. Özge Doğanavşargil, fakültenin psikiyatri polikliniğine ilk kez başvuran 100 evli kadınla “aile içi şiddet” konulu araştırma gerçekleştirdi.

Araştırmada, söz konusu kadınların yüzde 62’sinin en az bir kez eşinden fiziksel şiddet gördüğü ve maruz kalınan şiddetin de yüzde 60’ının ağır düzeyde olduğu belirlendi. Ancak bu kadınların hiçbirinin polikliniğe başvurma sebepleri arasında aile içi şiddetin yer almadığı belirlendi.

Araştırmaya göre eşinden şiddet gören kadınların yüzde 45.2’sinin ailesi, yüzde 35.5’inin de komşuları bu durumdan haberdar. Ancak ne komşular, ne de ailelerin, karakola veya hastahaneye başvurma gibi kadını korumaya yönelik tekliflerde bulunmadığı tesbit edildi.

Haberi olan ailelerin en sık gösterdiği davranış ise yüzde 28.6 ile teselli etmek. Ayrıca ailelerin yüzde 21.4’ü “boşan” derken, yüzde 10.7’si dayak atan damada hak veriyor, yüzde 7.1’i ise hiç karışmıyor. Olayı bilen komşuların en sık gösterdiği davranış da hiç karışmamak.

Araştırma ayrıca, hastaların yarısının evliliğin ilk yılından itibaren dayak yemeye başladığını da ortaya koydu. Buna göre, 4 kadın hastadan 1’i evliliğin ilk ayı içinde, 2 kadından 1’i de ilk yıl içinde şiddet görmeye başlamış. Şiddetin tekrarlayıcı biçimde sürdüğünü de gösteren araştırmada, kadınların 4’te 1’inin ayda birden sık, 7’de 1’inin de haftada birden sık şiddet gördüğü belirlendi.

Şiddet görme sebebini “eşinin ailesine saygısızlık, özerk davranma (izin almama, işleri aksatma, cevap verme)” olarak sıralayan kadınlardan yüzde 13.1’i ise, “neden dayak yediğini bilmediğini” ifade etti.

01.11.2006


Medya, kadın ve cinsellik

Geçen ay ülkemiz “Kartel  medyası”nın temel yayın felsefesinin ne olduğunu bir kez daha teyit eden ilginç bir araştırmanın neticeleri açıklandı.

Araştırma, British Council’in desteğiyle AÜ İletişim Fakültesinden Doç. Dr. Mine Güncel Bek’in  hazırladığı bir projenin ilk ayağını oluşturuyordu. Projenin konusu “Medya ve Toplumsal Katılım”dı. Araştırma için ülkemizin dört büyük gazetesi olan Hürriyet, Sabah, Vatan ve Akşam seçilmişti. Gazetelerde Ocak-Ekim 2005 tarihleri arasındaki 18. 310 haber incelenerek sınıflandırılmıştı. Haberlerin yaklaşık 14.000’i kadınlarla, 3000’i çocuklarla ilgiliydi.

İbret verici tablo…

Kadınlarla ilgili haberlerin  % 33’ü eğlence ve magazin, % 18’i suç ve şiddetle ilgiliydi. Cinsellikle ilgili haberlerde kadınlar ilk sırada yer alıyordu. Bu haberlere “malzeme” olan  kadınların yaş aralığı 18-35’di. Araştırmayı yapan Doç. Bek konuyla ilgili şu açıklamayı yapıyordu: “Kadınlar haberlerde daha çok görüntüleri ve güzellikleriyle varlar. Çoğu zaman bir sağlık haberi bile kadın bedenini teşhir eden fotoğraflar eşliğinde sunulabiliyor.”

01.11.2006


Tarhana

Malzemeler:

1 kg soğan

1 kg domates

Yarım kg salçalık kırmızıbiber

Yarım kg süzme yoğurt

5 yumurta

125 gr margarin

Yarım çay bardağı kuru maya

1 su bardağı ılık su

1 çay kaşığı tozşeker

Yaklaşık 3 kg un

Tuz

Yapılışı:

Soğanları soyup çok ince doğrayın. Domatesleri rendeleyin. Kırmızıbiberleri kaynar suda hafif haşlayıp kevgirle alın ve soğumaya bırakın. Biberleri geniş bir kevgire alıp el yardımıyla ezerek kevgirden geçirin.

Margarini geniş bir tavada eritip soğanı pembeleştirin. Domates ve biberi ilâve edip suyunu çekinceye kadar kavurun. Soğumaya bırakın.

Mayayı tozşekerle birlikte bir kâsede ılık suda eritip 15 dakika bekletin. Yoğurt, tuz, eritilmiş maya ve yumurtaları biberli karışıma ilâve edip iyice karıştırın.

Hazırladığınız karışımı geniş bir hamur yoğurma kabına alıp un ilâve ederek yoğurmaya başlayın. Olabildiğince sert bir hamur yapın. Hamurun üzerini bir bezle örtüp 2-3 gün bekletin. 4. gün hamuru ceviz büyüklüğünde parçalara bölüp temiz bir bez üzerine yayın. Kurumaya bırakın. 1-2 gün sonra biraz daha küçük parçalara bölüp yine kurutun. Son olarak parçaları elinizle ufalayarak kevgirden geçirin. Kuru ve kapalı ortamda muhafaza edin.

01.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004