Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kemalizm maskesi

Bilmiyorum, koca bir toplumu utandırmayı nasıl başarıyorlar.

Sanki bunun için eğitim almışlar, bütün öğrencilikleri, akademik kariyerleri “şöyle davranırsanız kendinizi de toplumunuzu da rezil edersiniz” söylevleri dinleyerek geçmiş.

Bu eğitimin tepe noktasına varınca da rektör olmuşlar.

Geçenlerde bir profesör, “Kemalizm’in gericilik” olduğunu söyledi.

Bir profesör bilgileri ışığında dilediği sonucu çıkarır.

Bunun tam tersini düşünen profesörler de var.

Peki, bunu söyleyen profesörün ders verdiği üniversitenin rektörü ne yaptı?

Ne yapacak, koca bir toplumu utandırmayı göze alarak profesörün derslerini durdurdu.

O rektör gibi düşünmeyenlerin üniversitede yeri olmayacağını cihanı âleme gösterdi.

Türkiye’de üniversitede ders vereceksen “Kemalizm ilericiliktir” demek zorundasın.

Kemalizm’i öveceksin.

Yeryüzünde kaç ülke kaldı böyle?

Bir Kuzey Kore, “Kim İl Sung” öğretisini sorgulayamazsın; bir İran, Humeyni hakkında konuşamazsın; bir de bizim Türkiye, ne Atatürk’le ne de Kemalizm’le ilgili eleştirel bir söz söyleyemezsin.

Benzediğimiz ülkeleri gördüğünüzde, bu gerçek sizi utandırmıyor mu?

Hem her tarafa “en hakiki mürşit ilimdir” diye yazacaksın hem de Mustafa Kemal’e de Kemalizm’e de bilimsel bir gerçekçilikle bakamayacaksın.

Şaşkınlık mı bu, ikiyüzlülük mü, ne söylediğini bilmemek mi?

Neden Atatürk’ün bütün söylediklerini bir arada değerlendiremiyoruz?

Niye bütün konuşmalarını okuyamıyoruz?

Neden yönetim biçiminin adını koyamıyoruz?

Neden, bu ülkenin yakın tarihindeki en önemli politikacılardan birini “Kim il Sung”laştırıyoruz?

Mustafa Kemal bunu ister miydi?

Kim il Sung ve Humeyni düzeyine indirilmeyi arzu eder miydi?

Pek sanmıyorum.

Ayrıca nedir bu Kemalizm meselesi?

Kemalizm diye bir şey var mı gerçekten?

Varsa ne?

Mustafa Kemal her söylediğinin bir de tersini söylemiş, her yaptığının bir de tersini yapmış, çok çalkantılı bir dönemde yeni bir cumhuriyet kurabilmek için sürekli ittifak değiştirmiş bir lider.

Nasıl onun sözlerinden ve davranışlarından bir ideoloji çıkartabilirsiniz?

Tutarlılığı yok ki sözlerinin.

Zaten bana sorarsanız Kemalizm diye de bir şey yok.

Olabilmesi de mümkün değil.

Kemalizm’in günümüzde bir tek anlamı var:

“Ordu politikanın içinde ve merkezinde dursun.”

Bunun dışında Kemalizm’in orijinal bir fikrini bilen varsa söylesin, daha önce söylenmemiş ne söylüyor Kemalizm, bir anlatsın.

Kemalizm, cumhuriyet elitlerinin orduyla birlikte iktidarı elinde tutup, halkı politika dışına itebilmek için uydurdukları bir tabu.

Onlara göre “Kemalizm” olmazsa ve ordu politikadan çekilirse, “halk” yani bu ülkenin insanları, yani bu ülkenin gerçek sahipleri, kendi gelecekleri hakkında karar vermeye kalkışırlar.

Buranın halkı külliyen “hain” olduğundan da ülkeye ya şeriat getirir ya da burayı böler.

Kemalizm dediğiniz tuhaf şeyin ana fikri bu.

Kendi halkından korkmak.

Dahası kendi halkından nefret etmek.

Orduyla, Ankara’nın bürokratları ülkeyi kendi “halkından” korumasa burası mahvolacak.

Bugüne kadar ülkeyi “halktan” korumanın bizi nerelerle getirdiğini gördük, yaşam standardı olarak Yunanistan’ın 69 basamak altındayız.

Avrupa’nın en fakir ülkesiyiz.

Hala aşiretler, hala töre cinayetleri var.

Hala kış gelince köy yolları kapanıyor.

Hala fikrini söyleyen profesörü işinden kovacak adamları rektör yapıyoruz.

Hala bir trafik sorununu bile çözmekten aciziz.

Hala insanlarımıza doğru düzgün bir sağlık hizmeti veremiyoruz.

Hala ülkenin dört bir yanı çetelerle dolu.

Bu mu Kemalizm?

Kemalizm, gericilik değildir bence.

Kemalizm diye bir şey yoktur.

Kemalizm, bu ülkeyi “halkı dışlayarak” yönetmek isteyenlerin taktığı bir maskedir.

Ama her işin bir sonu olduğu gibi bu kandırmacanın da bir sonu bulunuyor.

Ve biz bu sona yaklaşıyoruz.

Halk, kendi ülkesinde, sahibi bulunduğu topraklarda kendi geleceği hakkında söz sahibi olmak istiyor.

Üniversiteyi kışlaya çevirmeye çalışan, koca bir toplumu rezil eden adamları rektör yapmak bunu önlemeye etmez.

Generaller de, bürokratlar da, onların parasını ödeyen, onların maaşlarını kendi alın terleriyle denkleştiren insanların hizmetine girecekler.

Onların istediğini yapacaklar.

Bunca yıl “olmayan bir ideolojiyle” insanları korkutup susturmanın tadını çıkardılar.

Kendilerini yüceltip ülkeyi batırdılar.

Amma artık yeter.

İzin verin de biraz da halk yönetsin bu ülkeyi.

Şu sizin de içinden çıktığınız ve sonra beğenmediğiniz halk.

Nokta, 30.11-6.12.2006

Ahmet ALTAN

07.12.2006


 

Riyakârlık ve kahramanlık

Rumlara limanlarını açma sözünü tutmayan Türkiye’ye ne yapalım?

Avrupa Birliği bu sorunun cevabını oluşturmaya çalışıyor.

Komisyon, Türkiye yola gelene kadar müzakerelerin

8 başlıkta askıya alınmasını tavsiye etmişti.

Almanya-Fransa ekseninde kümelenen Türkiye karşıtları, müzakerelere ara verilmesi veya askıya alınacak müzakere başlıklarının artırılması için hamle yaptılar.

İngiltere’nin başını çektiği karşı cephe, Avrupa’nın vicdan taşıdığına dair ölmüş umutları tekrar uyandıran bir açık mektupla tartışmaları ateşledi.

Lordlar Kamarası’nın sekiz üyesinin imzasıyla The Daily Telegraph Gazetesi’nde yayınlanan açık mektup AB’nin günahlarını yüzüne vuran ifadelerle dikkatleri çekti.

Lordlar Türkiye’nin direnişini haklı görüyordu:

“AB, Kıbrıslı Türkler’in izolasyonunu sona erdireceğine söz vermiş ve bu sözünü tutmamıştır..”

Lordlar aynı zamanda Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp İslâmî kökten dinciliğe doğru itmenin AB hesabına “devasa bir hata” olacağını belirtiyorlardı.

Edi ile Büdü...

Chirac ile Merkel işte bu fazilet ve sorumluluk çağrılarının psikolojik ortamında buluştular. Ve Merkel, müzakerelere 1,5 yıl ara verilmesini, ayrıca daha çok başlığın askıya alınmasını öneremedi.

“Edi ile Büdü” şimdi Türkiye’ye zaman tanıyıp genel seçimden sonra ne yaptığını görmek için beklemeye karar vermiş bulunuyorlar.

Beş gün sonraki dışişleri bakanları toplantısında, yahut sekiz gün sonraki liderler zirvesinde bir uzlaşma olur mu bilemiyoruz ama bu kriz bize acı bir hakikati öğretti:

Riyakârlık, sadece bizim siyaset dünyamıza özgü bir hastalık değilmiş.

İtalya Başbakanı Prodi dün “Fransız-Alman projesi, Türkiye’ye önümüzdeki seçim sürecinden geçmesi için zaman tanınmasını sağlayacaksa yararlı olabilir” dedi.

Tercümesi şudur:

“Milliyetçi baskı altında kalan AKP hükümeti bu dönemde Rumlar için AB’ye boyun eğmiş görüntüsü vermeye cesaret edemez. Seçimin geçmesini bekleyelim!”

Açacaksa şimdi!

Bu yaklaşım, siyasetin Avrupa normlarında da riyakârlık olduğunun tescilidir.

Çünkü beklenti, AKP’nin milleti uyutarak seçimi kazanmasından sonra limanları Rumlara açacağı üzerine kuruludur.

Başbakan Erdoğan dün “Karşımızdakiler hissi davransa bile aklı selimle davranmaya mecburuz” dedi.

AKP’nin aklı selim tarifi nedir? Seçimden önce renk vermeyip, iktidarı kaptıktan sonra isteneni yapmak, yani “halkın iyiliği bahanesiyle halkı kandırmak” mı, yoksa riyakârlık üstüne kurulu senaryoyu yırtıp dürüstlüğün tacını, bedeli neyse ödeyerek giymek mi?

AKP, seçimden sonra limanları açacaksa şimdiden açma cesaretini göstermelidir.

Limanlarımız on dokuz yıl öncesine kadar Rumlara zaten açıktı ve biz Kıbrıs Rum devletini yine tanımıyorduk.

Aklı selim ile kahramanlık hiç bu kadar yakın olmadı!

Vatan, 6.12.2006

Güngör MENGİ

07.12.2006


 

Purofüsür

Türkiye’de birtakım üniversiteler, pardon, yüksek liseler var ya, bunların elbette birer de rektörü var; gazeteci-yazar, ya da piyanist-şantör gibi, ‘müdür-rektör’...

Bu rektörlerden tam on dokuzunun (rakamla 19) uluslararası endekslere girebilen bilimsel yayını yokmuş!

Bunların arasında YÖK başkanı Prof. Erdoğan Teziç de bulunuyor (eskiden Galatasaray Üniversitesi’nin rektörüydü), Boğaziçi’nin rektörü Prof. Ayşe Soysal da!

Uluslararası yayın yapmayanların, ya da yapamayanların listesine bakın da dudağınız uçuklasın: Bunların arasında İTÜ’nün rektörü, Marmara’nın rektörü, Mimar Sinan’ın rektörü, Bilgi’nin rektörü falan da var.

YÖK üyeleri arasında da, başkanın yanısıra, hiç uluslararası yayın yapmayan altı (rakamla 6) profesör daha varmış.

Biz uydurmadık, Web of Science taramasına giren Science Citation Index, Social Science Citation Index, Arts and Humanities Citation Index gibi ciddi ‘yayın katalogları’ söylüyorlar.

Dolayısıyla, tekzip gönderecek rektör arkadaşların mahkemeye ellerinde kanıtlarıyla birlikte başvurmaları rica olunur...

Sözünü ettiğimiz taramaya elbette ‘kısa not, editöre mektup, kitap eleştirisi, kongre tebliği’ gibi ‘yan faaliyet’ dahil edilmemiş, dolayısıyla Galatasaray’dan Erdoğan ağabeyim ya da Boğaziçi’nden Ayşe bacımız (‘ablam’ dersem kızacak) tekziplerinde ‘benim fi tarihinde Harvard’ın bir doçentine yazdığım İngilizce aşk mektubu olacaktı’ gibilerden unsurlara yer verebilirler...

Bunda da şaşılacak bir şey yok, çünkü, gençler hatırlamazlar, biz otuz yıl önce ‘tavukçuluk profesörünü’ TRT’ye genel müdür yapmış bir milletiz!

(...)

Kızmayalım, çünkü bu rektörlerin hepsi çok Atatürkçü insanlardır. Öyle olmasalar zaten rektör olamazlardı.

(...)

Kızacak bir şey yok, çünkü Türkiye’de üniversitelerin görevi bilim üretmek ve bunu öğrencilerine de aktarmak değil, Atatürk ilke ve devrimlerine yürekten bağlı genç kuşaklar yetiştirmek, çıkıntılık eden profesörleri de ya kapının önüne koymak, ya da çoluk çocuğa gaz verip arabasının lastiklerini patlattırmaktır!

O zaman da rektör olmak için uluslararası bilimsel yayın şartı aranmaz, çünkü Atatürkçü olmak gerekli ve yeterli sayılır (öhö, ‘necessary and sufficient’ diyorlar hani, profesör anlar)... Rektör dediğinin ilimle bilimle ne ilgisi var, rektörün işi üniversiteyi çekip çevirmek, öğrencilere göz kulak olmak, döner sermayeyi döndürmek, hocaların beleş yurtdışı gezi formlarını onaylamak, biri sıcak, biri zeytinyağlı, biri de tatlı olmak üzere üç kap yemek çıkmasını sağlamak, otoparkı bölüştürmek, saç, tırnak ve etek muayenesi yapmak, kızların açık saçık gezmesini önlemek, buna karşılık başörtülü kovalamak, sigara içenlerin kulağını çekmek, falan filan.

Bizim, milli bir yaklaşımla, yabancı sermayeye ihtiyacımız olmadığı gibi, profesörlerimizin uluslararası yayın yapmaya da ihtiyaçları yoktur. ‘Otarşi’ politikamıza bir geri dönebilsek, tek parti diktasının ‘devr-i saadeti’ bir geri gelebilse, zaten pis emperyalistlerin kitabına da dergisine de beğenisine de onayına da ihtiyaç kalmayacaktır.

O zaman da bin çiçek açsın, bin yeni yüksek lise açılsın: Emre Aköz’ün hatırlattığı gibi taşra illerinde kiralar artsın, üniversitelerin kapılarında ilkokullarda olduğu gibi simitçiler, macuncular, gofretçiler, pamuk helvacılar, iyi sucular çoğalsın, esnafın da yüzü gülsün!

Akşam, 6.12.2006

Engin ARDIÇ

07.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004