Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki Biz Mûsâ ve Hârûn'a da ihsanda bulunduk. İkisini ve kavmini büyük bir felâketten kurtardık. Onlara yardım ettik ve galip geldiler.

Sâffât Sûresi: 114-116

27.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Abdest, geçmiş küçük günahları affettirir, namazın sevabı ise fazladan kalır.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3845

27.12.2006


Mehmed Âkif ve Bediüzzaman

25 Ağustos 1918 tarihinde kurulan Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte çalışan Mehmed Âkif’in, daha önceden Bediüzzaman’la tanışıp tanışmadığı hakkında şu âna kadar herhangi bilgi sözkonusu değildir. Bilinen, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyelerinin toplantılarla bir araya geldikleri ve güncel meseleler hakkında sohbet ettikleridir. Üyelerden birisi de Eşref Edip’tir.

Eşref Edip, 1952 yılında kaleme aldığı makalesinde, “Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar her gün idarehaneye gelir; Akifler, Naimler, Feridler, İzmirli’lerle birlikte tatlı tatlı müsahabelerde bulunurduk. Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmi meselelerden konuşur; onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı” (Tarihçe-i Hayat, s. 540) şeklinde ifadeler kullanmıştır.

Gerek Âkif’in, gerekse Bediüzzaman’ın birbirleri hakkındaki ifadelerinden aralarında sıcak bir ilgi ve muhabbetin olduğu anlaşılmaktadır.

Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde de büyük şairin adı ve şiirlerinden alıntılar yer almaktadır. Bediüzzaman; “Hem merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şirani ve merhum Şevket Efendi ve merhum Mehmed Âkif gibi insaflı, Risâle-i Nur’u fevkalâde takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için, biz İstanbul hocalarına dostuz, onlardan gücenmeyiz...” (Emirdağ Lâhikası, s. 144) ifadelerine yer vermektedir.

Âkif’in, “O nuru gönder, İlâhî, asırlar oldu yeter! / Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister”; “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” şeklindeki niyaz ve arzularının, Risâle-i Nur eserleriyle hayat bulduğu, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ında dile getirilmiştir. (s.146, 539)

Risâle-i Nur’da ayrıca, Mehmed Âkif ile Bediüzzaman’ın birlikte zikredildiği, 1958 tarihinde Pakistan basınında yer alan bir makale iktibas edilmiştir. “İslâm Dünyasındaki Müsbet Uyanıklık” başlığıyla yayınlanan makalede, Üstad Bediüzzaman’ın din için verdiği mücadelelerin yanında, Mehmed Akif’in yazmış olduğu Safahat isimli eser hakkında ‘materyalist milliyetçiliği takbih ettiği ve halk arasında taze bir heyecan verdiğinden’ söz edilir. (Tarihçe-i Hayat, s. 625)

Evet, 1925 yılında Diyanet İşleriyle bir mukavele yaparak Mısır’da Kur’ân’ın Türkçe Meâlini yazmaya başlayan, fakat yazdıklarının, daha sonra ‘Kur’ân tercüme edilsin, ta ne mâl olduğu bilinsin’ diyen zihniyetin menhus emellerine âlet edilebileceğinden endişe ederek imhâ edilmesini isteyen Âkif’in, kimbilir belki de en büyük arzusu, ilhamını doğrudan doğruya Kur’ân’dan alan bir eser vücuda getirmekti. Ümit ediyoruz ki şimdi o, bu arzusunun daha mükemmel bir tarzda, ‘Victor Hugo’lar, Shakspeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede bir talebesi olabilirler” (Sözler, s. 717) dediği Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur eserleriyle gerçekleştiğini, huzur içerisinde kabrinden temâşâ etmektedir.

27.12.2006


ESMA-İ HÜSNA

Mübdi’

Allah (c.c.), Mübdi’dir. Yani her şeyi hiçten var eder, her şeyi yoktan yaratır, her şeyi ilk ve orijinal olarak halk eder. Varlıkları numûnesi ve örneği olmadan, eşi ve benzeri görülmemiş derecede güzel yaratır. Cenâb-ı Allah eşyayı hiçten maddeye, müddete, yere ve zamana ihtiyaç duymadan halk eder.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber verdiği1 Mübdi’ ismi Kur’ân’da fiil sîgası halinde geçer. Hâlık Teâlâ şöyle buyurur: “Onlar görmezler mi ki, Allah yoktan nasıl yaratıyor ve sonra onu tekrar nasıl iâde ediyor? Bunlar Allah’a kolaydır.”2 Bir diğer âyette ise Cenab-ı Hak, “Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, ilk olarak nasıl yarattık ise, onu tekrar iâde edeceğiz. Söz verdiğimiz gibi. Biz muhakkak yaparız”3 buyurur.

Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda îcâdı bulunduğunu; bunlardan birinin “ihtira ve ibdâ” ile, diğerinin “inşâ ve san’at” ile olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, “ihtira ve ibda” ile Cenâb-ı Hakkın dilediği her şeye hiçten ve yoktan vücut verdiğini kaydeder. Bediüzzaman’a göre, varı yok etmek, yoğu var etmek Allah Teâlânın en kolay, en rahat, en dâimî ve en umûmî bir kanunudur. Her baharda, üç yüz bin çeşitten fazla mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, temel zerrelerinden başka her şeylerini ve her hallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, “Yoğu var edemez!” diyen adam, yok olmalı!4

Bedîüzzaman’a göre bütün akıl sahipleri, eşyanın, hiç şüphesiz, Ferd-i Vâhid olan Cenab-ı Hak tarafından yaratıldığını kavramalıdır. Nitekim, eserleriyle azameti anlaşılan nihâyetsiz kudret sahibi Cenâb-ı Hak, “bir kibrit çakar gibi” her şeyi hiçten îcat etmektedir. Cenâb-ı Hak ihâtalı ve nihâyetsiz ilmiyle, her şeye mânevî bir kalıp hükmünde bir miktar tayin etmekte, ilim âyinesinde yer alan sûrete ve plâna göre, her şeyin zerrelerini o ilim kalıbı içine kolayca yerleştirmekte, bütün varlıkları muntazam biçimlerde yaratmaktadır.5

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Tirmizî, s. Daavât: 86; Mecmuâtü’l-Ahzab, 2: 256; 2- Ankebût Sûresi: 19; 3- Enbiyâ Sûresi: 104; 4- Lem’alar, s. 254; 5- A.g.e., s. 504

27.12.2006


Her derdin devâsı var!

Science dergisine göre, 2006’nın önemli bilimsel gelişmelerinden birisi de, “ranizumab” isimli ilâcın bulunması. Klinik deneyler, “ranizumab”ın, yaşa bağlı olarak görme bozukluğu olan hastaların üçte birinde şifaya vesile olduğunu ortaya çıkarmış.

Bu gelişme, Bediüzzaman’ın Hz. İsa’nın (as) bir mucizesiyle ilgili olarak tefsir ettiği şu âyeti hatırlatıyor:

“Allah’ın izniyle anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” (Âl-i İmrân Sûresi: 49.)

Evet âyet, Hz. İsa’nın (as) bir mucize eseri olarak ‘anadan doğma körleri’ Allah’ın izniyle iyileştirdiğini ifade ederek, tıp dünyasının bugün geldiği noktanın daha ilerisine işaret ediyor.

Peygamber mu’cizelerinin insanoğlunun kaydedeceği maddî gelişmelerin son noktalarına işaret ettiğini söyleyen Bediüzzaman, bakın bu âyetle ilgili ne diyor:

“En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve musîbetzede benîâdem! Me’yus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermânı mümkündür; arayınız, bulunuz. Hattâ, ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür. (...) Ölmüş gibi hastalar dahi, onun (Hz. İsa’nın) nefesiyle ve ilâcıyla şifâ buluyor. Sen de benim eczahâne-i hikmetimde (hikmet eczahenesi) her derdine devâ bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette, ararsan bulursun.” (Sözler, s. 232)

Evet, yeryüzünü büyük bir eczahane gibi yaratan Hakîm, her hastalığın ilacını vermiş. Bize düşen çalışıp, aramak...

27.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004