Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Birimiz hata yaptı ama acaba hangimiz?

Önce “birimiz hata yaptı” derken kimden söz ettiğimizi açıklayalım: ABD ve Türkiye.

Washington yaklaşık 8 yıl önce Abdullah Öcalan’ı Kenya’da paketledi, Türkiye’ye teslim etti.

Bu kadar yıldır yalanlanmayan haberlere göre tek şartı vardı; “Apo’yu sakın asmayın” dedi.

Türkiye değişen iktidarlarda sözünü tuttu, hatta AB yolunda idam cezasını kaldırdı.

Ama üç yıl önce Irak’ı işgal eden ABD, Saddam’ı yargısız infaz ve cellat marifetiyle astı.

Bu ne yaman çelişkidir ey aziz müttefikimiz!

Biz mi asmayarak hata ettik, yoksa siz asarak mı?

Hakemimiz tarih olsun.

* * *

ABD’li terörle mücadele uzmanları, Ankara’ya “Apo’yu kullanın” tavsiyesinde bulundu.

Türkiye bu tavsiyeye uydu, kontrollü açıklama/haberlerle örgütün kafasını karıştırdı. İmralı’dan “silah bırakın, Türkiye’yi terk edin” talimatı PKK’yı geçici süre için de olsa eylemsiz kıldı.

Sonraki taktik hatalar olmasa belki Türkiye terör sorununu aşabilecekti.

Irak’a en yakın komşu coğrafyada bu örnek/model varken sormak lazım.

Aynı ABD’li terör uzmanları, neden Saddam Hüseyin’i kullanmadı veya kullanamadı?

ABD’nin Irak’taki can kaybının neredeyse tamamı Sünni şeytan üçgeni sınırlarında.

Saddam’ın yakalanması, isyanı bastırır sanıldı, ancak umulanın tam aksi yaşandı.

Yani esir/rehin/canlı lider İmralı’da işe yaradı, ama neden Bağdat’ta denenmedi?

Biz mi Apo’yu iyi kullandık, yoksa ABD Saddam’ı kullanmak istemedi mi?

Bu sorunun yanıtı sadece Türkiye ve Irak değil, Ortadoğu’nun kaderini çizecek önemde inanın!

* * *

Abdullah Öcalan’ın yargılama sürecindeki tam işbirliğine rağmen mahkemesi hatırlarsınız çok eleştirildi. Yargı sürecinin askeri hákimle başlaması, “hákim bağımsızlığına aykırı” bulundu. Öcalan’a savunması için yeteri kadar süre tanınmaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.

Peki ya Sünni’si, Şii’si, Arap’ı, Acem’i, Kürt’üyle Ortadoğu coğrafyasına demokrasi modeli olarak seçilen Irak’ta adil yargılamadan söz edilebilir mi?

ABD, Irak halkını adaletle iknaya neden yeltenmedi?

* * *

Süreci geriye doğru izleyerek şu yorumda bulunmak herhalde pek haksızlık sayılmaz:

1) ABD yönetimi, Saddam Hüseyin’i daha yakalamadan öldürmeye kararlıydı.

2) Saddam’la birlikte eski rejimin bekçilerini ve Sünnileri karşısına almaktan çekinmedi.

3) Dolayısıyla dünyanın en zengin petrol rezervini Kürtler ile Şiilere emanet etti.

4) Bu yeni ittifak, Türkiye’yi tanımadığı düşman coğrafyaya komşu kıldı.

Müttefikimiz ABD’nin bize yılbaşı hediyesi bundan ibarettir, hayırlara vesile olsun.

Hürriyet, 31 Aralık 2006

Enis BERBEROĞLU

01.01.2007


 

Demokrasi intikamcı değildir

Sabaha karşı cep telefonum çalmaya başladı. “Saddam idam edildi ne düşünüyorsunuz?”

Cuma günü, infazın hızlandırıldığı belli olmuştu. İdamlar hep sabaha karşı olur. Bekliyorduk.

Salona gittim, Iraklı kadınlar tablosunun önünde durdum. Ashwak Alkhaiky, Iraklı genç kadın ressamdan alıp, evime astığım tabloda lacivert karanlıklar arasındaki Iraklı kadınların korku, özlem, bezginlik dolu bakışlarını izledim yine.

Ne değişti o gözlerde?

Saddam rejiminin altında yaşamanın ne demek olduğunu çok dinledim. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam tanklarının girişiyle Barzani’nin Erbil’i terk etmek zorunda kalışına tanık oldum. Kürtleri dinledim.

Erbil’deki Türkmen Cephesi merkezini basan Irak askerlerinin alıp götürdüğü Türkmenlerin ailelerinin acısını yaşadım.

Yine de ve her şeye rağmen, o nefes aldırmaz rejimin sorumlusu olan Saddam’ın idam edilmesini doğru bulmadım.

***

ABD Başkanı George Bush, “Saddam’ın idamı karmaşayı durdurmaz. Ama bu, Irak’ın demokratikleşmesinde bir kilometre taşıdır” diyor.

Demokrasi yolu idamlarla döşenebilir mi? Bunun imkansızlığını en iyi bilenlerdeniz biz. Saddam Hüseyin’e verilen idam cezasının alelacele infazı demokrasiye değil, Irak’taki intikam sarmalına katkıda bulunur sadece.

Üst düzeyli bir Türk diplomatın dediği gibi, “Irak herkesin birbirinden intikam aldığı bir yer haline geldi.”

Herkes kendi hesabını kendi kesiyor. Etnik köken, mezhep farkları, aşiret hesaplaşmaları, çıkar çatışmaları bahanesiyle toplumu saran “intikam” hırsı Irak’ın esas yöneticisi bugün.

“Kana kan intikam” zihniyetinin ilkelliğini frenleyecek düzenin sağlanamadığı bir ülkede, Saddam’ın idamı ile yeni bir intikam gösterisinden medet ummak, üstelik de bunun demokrasiye katkıda bulunacağını söylemek inandırıcı değil.

***

DÜN, yeni yılın son gününe girerken, Türkiye’de ve dünyada Saddam’ın idam edilmesinin sonuçları tartışıldı. Türkiye, Irak’ın “iç işidir” diyerek tarafsız bir pozisyon benimsedi. Bırakın, işgal altındaki bir ülkenin iç işlerinden söz etmeyi, idam cezasını kaldırmış bir ülke olarak, Ankara’nın idama açıkça karşı çıkmasını beklerdim. Bu Saddam’ın suçlarını görmezden gelmek değildi.

Keşke Saddam, sadece 148 Şii’yi öldürdüğü için değil, Kürtlere, Türkmenlere yaptığı eziyetlerin de hesabını tanıklarla yüzleşerek vermek zorunda bırakılacak kadar uzun yargılanabilseydi. Bu, gelecek yönetimlere de bir mesaj olacak, ülkenin en fazla ihtiyaç duyduğu uzlaşma ortamına katkıda bulunacaktı.

***

SADDAM Hüseyin’in idamı hangi sonuçlara yol açabilir? Şiddetin tırmanmasına neden olabilir mi? Irak’taki kaos ortamı zaten sürekli kendisinden olumsuz olarak etkileniyor. Şiddet şiddeti doğuruyor. Ama bu idam ulusal uzlaşmayı daha da zora sokacak. Sadece bölgedeki değil dünyadaki Amerikan karşıtlığını artıracak.

Bir başka beklenti de bazı Şii çevrelerin iddia ettiği gibi, “Irak’ta yeni bir sayfa açacak bir adım” olması idamın.

Hayır. Saddam yakalandığında, ya da Zarkavi öldürüldüğünde vaat edilen huzur ortamı sağlanabildi mi? Bu idamın da Irak halkına bir faydası olmayacak.

Hele Irak’ın demokrasi sürecine katkısı hiç olmayacak. Çünkü demokrasi intikamcı değildir.

***

ETRAFTA sıkıntı ve acı çeken birileri varken, bayramlar yarım yamalak olur. Yine de acıların üstüne gitmek, sorunlara çözüm bulmak için bayramları bayram gibi yaşamak geleceğe inancı artırıyor, mücadele azmi veriyor insana. Bayramınız kutluyor, yeni yıla güçlü, umutla girmenizi diliyorum.

Hürriyet. 31 Aralık 2006

Ferai TINÇ

01.01.2007


 

Saddam Hüseyin Abdullah Öcalan

Her idam hüzünlüdür. İnfaz edilen kişi insanlığa karşı suçlar işlemiş olsa bile bu gerçek değişmez. AB uğruna idam cezasını kaldırmış Türkiye’nin bu idama sesini daha fazla yükseltmesini beklerdim.

Ancak görünen o ki, Ankara Amerikan yönetimini bir kez daha kızdırmak istemedi.

Doğrudur, Saddam Irak’ı kana boğdu. Hem Şiilere, hem Kürtlere karşı insanlık suçu işledi.

Toplu kıyımlarda öldürdüğü insanların sayısı yüz binlerle ifade edilir oldu.

Tek tek asılan veya infaz edilenler, ürpertici işkencelerden geçenler elbette buna dahil değil.

Bu infazın tek bir olumlu yönü olabilir. O da tüm diktatör özentilerine insanlığa karşı suç işleyenler için dünyanın giderek küçüldüğü ve işledikleri suçun hesabını bir gün mutlaka verecekleri...

Bunun dışında yargının adilliği elbette tartışılacaktır.

Ancak bir başka gerçek daha var. Saddam’ın infazı Irak’ın bir kaos içinde olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Irak’a özgürlük, barış ve demokrasi vaadiyle girenlerin 650 binden fazla insanın ölümüne yol açtığı, bu açıdan Saddam’dan daha ağır bir insanlık suçunun failleri haline geldiği gerçeği olanca ağırlığıyla ortada kalacaktır.

Kitle imha silahları suçlamasıyla Irak’a girip ülkenin altının üstüne gelmesine neden olanlar, terörü Saddam’ın kaçmış olmasına bağlayanların artık dayanacakları bir tek dal kalmadı.

Pandora’nın kutusunu açıp kardeşi kardeşe boğazlatan bir ortam hazırlatanlar tarih önünde bu yaptıklarının hesabını verecekler elbette.

Ama bu gerçek şu anda Iraklıları rahatlatmaya yetmiyor.

Saddam’ın infazının ardından Küfe’de sabah saatlerinde meydana gelen patlama ülkeyi nelerin beklediğinin işaretiydi.

Saddam, iktidarının en olumlu mesajını belki de ölüme giderken verdi ve Sünni-Şii çatışmasının sona ermesini istedi.

Gerçek bir kültürler çatışması haline gelen bu kanlı oyun kimlerin eseri, bir gün ortaya çıkar umut ediyorum.

Saddam’ın asılmak üzere Amerikalılar tarafından Iraklı yöneticilere teslim edildiği haberlerini okur veya izlerken şu soruyu sormadan edemiyorum:

“Abdullah Öcalan da insanlığa karşı suçlar işlemiş biriydi. Saddam’ın idamı için seferber olan Amerikan yönetimi Öcalan’ı Türkiye’ye verirken niye idam edilmemesini şart koştu?”

Sabah, 31 Aralık 2006

Ergun BABAHAN

01.01.2007


 

Çok kötü yazılmış bir anayasa

1982 Anayasası’nın iyi bir Anayasa olduğunu söyleyen zaten artık kimse kalmadı herhalde.

Anayasa neden kötü?

Anayasa’nın kökeninde bir askeri darbe yattığı için zaten berbat bir anayasa.

1961 Anayasası da aynı nedenden kötü bir anayasa idi.

Bu askere darbenin ve darbe mimarlarının mantıksızlığına bağlı olarak anayasanın temel ideolojik yapısı da son derece geri, hatta mantıksız ve tutarsız, çağın sorunları ile başetmesi olanaksız.

Berbat bir dibace, geçici 15. madde gibi utandırıcı maddeler barındıran bir anayasa.

Bugüne dek ortaya çıkan siyasal krizlere anayasal çözüm bulabilmekten çok uzak bir anayasa.

Anayasa Mahkemesi’nin artık maalesef alıştığımız anti-özgürlükçü kararlarına mesnet ve mantık oluşturan bir anayasa.

İçsel tutarlılığı da pek mevcut olmayan, yani tüm anti-demokratik yapısının yanı sıra, maddeler arasında bir mantıksal bağ da pek bulunmayan bir anayasa.

Anayasayı neden tümü ile değiştirmiyoruz ?

Son senelerde sağında, solunda yapılan tadilata rağmen bir türlü bir şeye benzeyemeyen bir anayasa.

1983 sonrası iktidara gelen ANAP, DYP, SHP, CHP, Refah, DSP gibi partilerin neden kökten değiştirmedikleri de en azından bizim tarafımızdan pek anlaşılamayan bir anayasa.

AKP’nin yeni bir anayasa yapalım çağrısına sözde sosyal demokrat CHP’nin anlaşılamaz ret cevabı ile başımıza kalan teknik olarak dahi sakat bir anayasa.

Sayın Kanadoğlu’nun son çıkışı ile, bir maddesi içinde bile kabul edilemeyecek tutarsızlıklar, mantıksızlıklar barındırdığı bir kez daha ortaya çıkan bir anayasa.

Anayasa’nın 102 maddesi üçüncü paragrafı cumhurbaşkanlığı seçimini dört turlu bir süreç olarak görüyor ve birinci turda cumhurbaşkanının seçimi için de 367 oy istiyor.

Kanadoğlu’nun iddiası, kısaca, toplantı yeter sayısının asgari karar yeter sayısına eşit olması gereğinin bu maddede zımmen belirtilmiş olduğu iddiasıdır.

Sayın Kanadoğlu’nun iddiasının doğru olup olmadığı hususunda bir görüş sahibi değilim.

Ancak, çok net olan ve kanımca Kanadoğlu’nun iddiasını geçersiz kılan boyut, TBMM’de üçte bir artı bir kişilik bir azınlığa sahip siyasal parti ya da gruplar toplamının cumhurbaşkanlığı seçimlerinde TBMM’yi otomatik olarak feshe götürebilecek bir güce sahip olmasıdır.

Herşey normal gider ise örneğin 2014 senesinde daha yeni TBMM bir buçuk yaşında iken yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktır ve bu seçimin daha birinci turunda üçte birlik bir azınlık Meclis’i feshe götürebilecektir ve böyle bir durumun mantıki açıklaması olamaz.

Anayasa koyucusunun bu düzenleme ile uzlaşma aradığı ve istediği yönündeki görüşler de doğru değildir, bizler 1982 Anayasa koyucularının kimler olduğunu biliyoruz, onların bu kadar derinlemesine düşünme ihtimali çok güçlü değildir.

Sözün özü

Ortada son derece kötü yazılmış, en küçük bir krizde maddeler üzerinde mutabakat sağlanamayan bir anayasa vardır.

Seçilmiş siyasiler de ısrarla bu anayasayı tümü ile değiştirme yoluna gitmemektedirler.

Türkiye yeni bir anayasaya sahip olmadıkça sorunlarına kalıcı çözüm üretebilmesi olanaksızdır.

Star 31 Aralık 2006

Eser KARAKAŞ

01.01.2007


 

Kanuna takla attırmak

Basitçe ifade edersek; kanunların bir ‘söz’ü vardır, bir ‘ruh’u... ‘Söz’ dediğimiz, kanunun dile getirilmesi, yani yazılması, kayda geçirilmesidir. Bir kanunun ruhu ise esas olarak onun ardındaki niyeti ve öngörüyü işaret eder.

Dil esnek, kelimeler lastikli olduğu için kanunun ne dediğini anlamaya çalışırken sadece söze bakılmaz. Kanunun ardındaki ruhtur asıl belirleyici olan.

İyi, güvenilir, rasyonel hakimler, savcılar kanunun ruhunu işin içine katan kişilerdir.

Yargıtay’ın eski başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı, “Oylamada en az 367 milletvekilinin hazır bulunması gerekir” iddiası, bizim sandığımızın aksine iyi, güvenilir ve rasyonel bir hukukçu olmadığını gösteriyor.

“Nereden biliyorsun, sen hukukçu değilsin ki” diyeceksiniz. Nedeni basit: O kanunun ruhunu biliyorum da ondan. Hatırlayalım.

Bu kural 1982 Anayasası’nın eseridir. 1980 darbesinden önce, Meclis kilitlendi ve Cumhurbaşkanı aylarca seçilemedi. Kenan Evren yönetimi de bir daha böyle bir sıkıntı çıkmaması için o kuralı Anayasa’ya soktu.

Kanunun ruhu şöyle diyor: “Ey milletvekilleri... Ya aranızda anlaşarak Cumhurbaşkanını seçersiniz... Ya da 276’nızın seçtiği kişiye razı olursunuz...”

Amaç ne? Ülkeyi Cumhurbaşkansız bırakmamak. Ecevit ve Demirel’in yaptığı gibi; inatlaşmaya, kriz çıkarmaya kalkışanlar olursa, onların önünü kesmek.

Sabih Kanadoğlu ve onun gibiler ise Cumhurbaşkanını seçtirmek değil, seçtirmemek için uğraşıyor. Bunun için de kanunun ruhuna ihanet edip, onun yerine kelime oyunlarına başvuruyor.

Kanundaki kelimelere mantık taklaları attırarak tuhaf yorumlar yapmak mümkün tabii. Çıkarları, siyasi hırsları, koltuk kaygıları, ideolojileri o yoruma uyanlar sizi alkışlayabilir. Ancak kanunun ruhunu bir yana bırakırsanız, iyi hukukçu değil, iyi demagog olursunuz.

Sabah, 31 Aralık 2006

Emre AKÖZ

01.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004