Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Alper Görmüş: Tankları görünce coşan gazeteciler var!

Geçtiğimiz hafta içerisinde 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı olarak kutlandı. Biz de böyle bir haftanın ardından medya eleştirmeni Alper Görmüş ile Türkiye'deki gazeteciliği konuştuk.

Alper Görmüş’ü Bilgi Üniversitesi’nin desteğiyle Kürşad Bumin, Ümit Kıvanç’la kurdukları Medyakronik sitesiyle tanıdılar. Medyakronik Türk medyasının yanlış ve yönlendirmeli haberlerini demokratik açıdan bakarak kıyasıya eleştiriyordu. Daha sonra bu eleştirilere büyük medya dayanamadı ve Bilgi Üniversitesi’ne baskı yaparak Medyakronik sitesinin yayın hayatına son verilmesine sebep oldu. Görmüş medya eleştirisi bir ihtiyaç olarak kabul ederek Kürşad Bumin’le Yeni Şafak gazetesinde Kronikmedya sayfasını hazırlamaya başladı. Buradan ayrıldıktan sonra ise, Aktüeldergisinde Medyatek sayfasına başladı. Bu arada Aktüel dergisinin editörlüğünü yapan Görmüş, kapaktan yanlış bir haber girdikleri için görevinden istifa etti.Görmüş, şu anda Nokta Dergisinin Editörlüğünü yapmaktadır.

*Türkiye, ciddî mânâda medya eleştirisini Bilgi Üniversitesi bünyesinde, 2000 yılında Medyakronik internet sitesiyle tanıdı. Sizi medya eleştirisine iten neydi?

Medya eleştirisinin kritiğini yapmak bir ihtiyaç olarak doğmuştu. Bu konuda yayın hayatına bizden önce başlamış siteler yetersiz geliyordu. Çünkü bu sitelerde daha çok medya dünyasında neler olduğu, haberlerden çok köşe yazılarıyla ilgili aktarımlar yapılıyordu. En önemlisi ise, gazetecilikten çok ideolojik bir yapı söz konusuydu. Biz de bunun üzerine ‘temel gazetecilik ilkeleri doğrultusunda haberleri eleştirelim’ dedik. Manipülatif haberlere dikkat çekmek istedik.

*Haberlerin aktarılması noktasında herkesin bir siyasî düşüncesi olduğuna göre, siz haberlere eleştirilerinizi hangi siyasî pozisyondan yöneltiyordunuz?

Amacımız yeni bir ideolojik bakış getirmekten ziyade, demokrat bir yaklaşım sergilemekti. Hükümete sopa sallamak için yapılan “Askerden tokat gibi sözler” türü haberlerin altında yatan nedenleri ortaya çıkarmaya çalışıyorduk.

“Gazeteler neden sivil olamıyorlar”ın kritiğini yapıyorduk. Türk basınının en temel sorunu, devletle kurduğu tuhaf ilişkidir. Bu birbiriyle yapışık yaşayan hayvanlara benziyor. Bunun tarihsel ve ideolojik nedenleri var. Medya açısından devlet deyince akan sular durur. Dolayısıyla devletle basının kurduğu bu ilişkiyi eleştirmeye çalıştık.

*Bilgi Üniversitesi’ne ciddî baskılar yapıldığı için Medyakronik yayınınıza son verdiğinizi söylüyorsunuz. ‘Keşke Üniversite bize sahip çıksaydı, bu yola devam etseydik’ dediğiniz oldu mu?

Kürşad Bumin ve Ümit Kıvanç adına konuşmuyorum, ancak ben kişisel değerlendirme yapacağım. Biz arkadaşlarla haberi olduğu gibi alıp, kodlarını çözerek eleştiri yapıyorduk. Bu büyük gazetelerde ciddî rahatsızlıklar meydana getirdi. Sonrasında bize karşı Üniversite yönetimi üzerinden operasyonlar yürütülmeye başlandı. Biz, yaptığımız eleştiriler karşısında bize iletilecek olan düzeltmeleri olduğu gibi sitemizde yayınlamayı taahhüt ettik. Ancak eleştirilerimizden rahatsız olanlar, bu yol denenmedi. Midemizi bulandıran şeyler oldu.

*Büyük medyanın midenizi bulandıran tavırları nelerdi?

Bizim Üniversitemizde başörtülülere karşı daha müsamahalı bir yaklaşım vardı. Bazı hocalar, “Diğer okullara giremiyorlar, bizim okula niye giriyorlar?” diyorlardı. İsmail Cem, Bilgi Üniversitesi’nin hocalarındandı ve kendisiyle yapılan bir söyleşi için kullanılan fotoğrafta kendisinin anfide verdiği dersten büyük bir fotoğraf kullanıldı. Bu görüntüde arka sıralarda başörtülü öğrenciler görülüyordu. O fotoğraftan sonra YÖK, Üniversitemize ciddî baskılar yaptı. Başka şeyler oldu, bunları uzatmaya gerek yok.

*Nasıl gerek olmaz? Oynanan oyunları kamuoyu bilmek durumunda. Bence burası önemli uzatalım...

Bir örnek daha vereyim o zaman. Bir kanalda üniversitelerde uyuşturucu eğilimi konulu bir haber geçerken, Üniversitemizin ismi anılmadan bahçesinden bir kaç saniyelik görüntü geçti. Biz Medyakronik editörleri olarak, “Bu iş kötüye gidiyor, bir üniversite ülkenin en büyük gazeteleri kendisine savaş açarsa, karşısında duramaz” diye düşündük. Açıkçası Üniversiteyi korumak adına Medyakronik’i feda ettik. Okul yöneticileri direnmediler diyemiyorum, çünkü savaş açılması durumunda yapılacak birşey yok. Sonuçta üniversite öğrencilerden gelen paralarla ayakta kalıyor.

*Yeni Aktüel Dergisi’nde Alman Ermeni Cemaati önderi Başpiskopos Bekçiyan’ın eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’la kardeş olduğu kapak haberinizin yanlış olması üzerine istifa ettiniz. Medya eleştirisi yapmanızın bu istifada etkisi oldu mu? Yoksa, ‘Ben böyle bir durumda zaten istifa ederdim’ diyebiliyor musunuz?

Yapardım diye düşünüyorum. Ben istifa ettiğim için eleştirildim. ‘Neden istifa ettin, bir özür diler, geçersin’ diyen arkadaşlarım oldu. Bu yaklaşıma hak vermiyorum. Ben bunca zamana kadar haberleri eleştirmişim, bir sürü lâf etmişim... O haberde bizim yapmamız gereken, haberi doğrulatmak için bir köye gitmekti, ancak haberin akış hızı nedeniyle buna zamanımız yoktu. Bizim yaptığımız ağır ihmaldi. İhmalin sonucu illa istifa olmayabilir, ama beni orada istifaya sevk eden başka nedenler var.

*Şimdi daha da merak ettim...

Bu ihmal ekonomi haberiyle ilgili olsaydı, bir insanı rencide etmiyor olsaydı istifa etmeyebilirdim. İnsanlar rencide oldular. Bir insanın annesinin Ermeni olma ihtimali insanı rencide etmemesi lâzım, ama ediyorsa da diyecek lâfım yok. Bu haberle iki insan kendini çok kötü hissetti. Vicdanımda bir parça olsun rahat etmemi sağlayacak şey, istifa etmem oldu. Ben, kendime bir ceza vereyim, biraz ferahlayayım diye düşündüm.

*Medyanın içinde birisiniz ve değişik toplantılara katılıyor olmalısınız. Eleştirdiğiniz insanlarla karşılaşıyor musunuz? Onların size tepkisi ne oluyor?

Ben o toplantılara gitmiyorum. Gazetecilerin bulunduğu yerlere de gitmiyorum. Biraz asosyal biriyim ve yalnızlığı ve evde oturmayı seviyorum. Tipik bir gazeteci değilim. Bunun için de yüz yüze görüşmem fazla olmuyor. İşten çıkar, doğru eve giderim. İçeri adımımı attığımda “oh” derim... Sokaklar, gece, gezmeler bana uzak...

*Siz daha akademik mi çalışıyorsunuz?

Gazetecilik bir anlamda sokak çocukluğudur. O tarafım var. Gazeteciliğin gerektirdiği sokak çocukluğunu yaparım. Çıkarım, dolaşırım, toplu taşıma araçlarıyla seyahat ederim, vapurla, dolmuşla otobüslerle gider, gelirim...

Halkın kullandığı mekânları ve araçları kullanmak, gazetecileri halka daha yaklaştırıyor galiba. Ancak büyük gazetelerin üst yöneticilerinin bundan uzak olduğunu biliyoruz.

Marks’ın meşhur sözü var, “İnsan nasıl yaşıyorsa öyle düşünür” diye. Bu birebir doğru olan bir şey değil, ama bir şeyler anlatıyor. Sizin bahsettiğiniz mesele en büyük problemlerden biri. Gazetecilerin artık haberini yaptıkları insanlardan ruhen ve her bakımdan uzaklaşmış olması sorunların başında geliyor. Kırk yılda bir gittiğim toplantımsı şeylerden birinde bir yayın yönetmeni, “Bizim metro nasıl güzel mi?” dedi. “Hiç binmedin mi?” dedim “Yok” dedi. “Eeeee arabalarla gezmekten metroya binmeden ölebilirsin” dedim. “Sen buraya nasıl geldin?” diye sordu. “Otobüsle” dedim. Biraz şaşırdı. “Ben zaten otobüsle gidip gelirim” dedim. Bu durumu bile algılamada zorluk çekti. Bu büyük bir problem...

*Halktan kopuk yaşayan gazetecilerin de halk adına yazdığı sosyal reçetelerde tutarsızlaşıyor değil mi?

Gazeteciler halka daha yakın olmalı. Ülkeyi temsil edenler olarak akademisyenler ve gazeteciler kütlesi düşünelim. Gazetecilerin halka daha yakın olması lâzım. Aşağı yukarı onlar gibi yaşamalılar. Olmasa daha iyi, ancak standart farkları hayatın gerçeği. Eşitliğe giden yol diye yürünülen yolunun sonunun gelmediğini hep birlikte gördük. Büyük burjuvaziyle emekçilerin hayatlarının farklı olmasını anlayabilirim, birbirine değmemeleri anlaşılabilir bir şey. Ama bir ülkenin gazetecileriyle halkının birbirine değmeden yaşaması çok garip bir şey. Şimdi hayatlar ayrıldı.

*‘Gazetecilerin çoğu için devlet deyince akan sular duruyor’ dediniz. Bunun sebebi nedir?

Bunun tarihsel kökü ve ideolojik nedenleri var. Sivil olamamaktan kaynaklanan bir durum. Türkiye’de basın devlet eliyle beslenip büyütülmüş bir sektör. 1930’larda doğrudan doğruya devletin eliyle yürütülüyordu. Gazeteciler de kendini devletin aygıtı gibi hissediyordu.

Orhan Pamuk bir günlük yayın yönetmenliğini yaptığı Radikal Gazetesi’nde Cumhuriyet Gazetesi’nin devletin tavrını yansıtmasının yanlışlığını ortaya koydu. Pamuk, Radikal’de, Cumhuriyet Gazetesi’nin Nazım Hikmet’le ilgili yaptığı haberi, devletle basının yazarların hayatının karartılması örneği olarak sundu. Ancak o günler uzaklarda kaldı, köprünün altından çok sular aktı. Şimdi medya sermaye olarak devletten bağımsız. Ancak iktidarlar medyaya baskılarda bulunacak, manipüle edecek araçlara sahipler.

*Peki bu Türkiye’deki medyanın hastalığının ideolojik tarafı nedir?

Bu tarihsel sürecin etkisiyle ideolojik garabet birleşiyor. Türkiye’de sağcısı da, solcusu da, İslâmcısı da devletle hem hal olma arzusunda. Bizde sivillik zayıftır. Solcusu ittihatçı, Cumhuriyet gazetesinin hali ortada. Uğur Mumcu’nun cenaze töreninde önde paşalar, arkada da Dev-Solcular vardı. Bu mudur yani? Böyle bir solculuk yani... Solcu yazarın cenazesini, devlet ve paşalar kaldırıyor. Böyle bir gariplik var. Gazetecilerde devletle birlikte olma, onun adına konuşma alışkanlığı var. Bunu da içselleştirmişler, atamıyorlar. Medyamızda otoriter eğilimler var. Devletten bir çıkış geldiğinde kendilerini tutamayarak samîmî olarak coşuyorlar. Kendi kendilerine kaldıklarında, bu kadarı da fazla olmuş diyebilirler. O an kendilerini tutamıyorlar. Tanklar yürüdüğünde içlerinden bir şey kabarıyor, resmen coşuyorlar. Gazetecilikle bu bağdaşmaz.

*Tanklar yürüdüğünde gazeteciler coşuyorsa bunun altında başka şeyler olmalı...

Burada rezalet var. Coşuyorlar deyince, sevimli çocuklar gibi tasvir ettiğimi zannetmeyin. Korkunç bir durum var.

—Devamı yarın—

Hasan Hüseyin KEMAL

15.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (08.01.2007) - Nadire Mater: Özgürlük mücadelesine devam ediyoruz

  (07.01.2007) - Döviz büroları zorda

  (05.01.2007) - “Yeni Asya’nın çok emeği var bende”

  (04.01.2007) - Frekans kaosu bitsin

  (03.01.2007) - “İşimiz konuşmak olmasaydı susmayı tercih ederdik”

  (02.01.2007) - Kur’ân’ı öğrenmek yasaktı

  (29.12.2006) - ‘Hangi dili konuşuyoruz?’

  (27.12.2006) - Yüz ülkede kardeşe kurban

  (26.12.2006) - Başörtüsünü tartışıyor olmak utanç verici

  (25.12.2006) - En büyük ceza okur tepkisi

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004