Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Röportaj: Tuba İNAN

“Yeni Asya’nın çok emeği var bende”

Talha Bora Öge, nam-ı diğer “Gölge” geçtiğimiz günlerde Bizim Radyo’nun konuğuydu. Dost Fm’de radyo hayatına başlayan Talha Bora Öge, 13 yılını büyük bir sevgiyle bu işe vermiş ve şu an Radyo 7’nin dinleyici kitlesi için vazgeçilmez bir radyocu. Bizim Radyo’da Mavi Dünya Programı’na konuk olan Talha Bora Öge, radyoculuğunun yanı sıra tek kişilik gösterileriler de yapıyor. Gölge, 2007 yılının Mevlânâ Yılı olması hasebiyle sene boyunca Mevlânâ’nın Gölgesi olarak gösterilerini sergileyecek. ‘Huzur Mühendisliği, Tesadüf Değil ve Denemeye Var mısın?’ adlı kitapların ardından, “Rubailerin Gölgesi” adındaki yeni kitabı da geçtiğimiz günlerde yayınlandı Gölge’nin. Buyrun, Gölge’nin gölgesini takip ederek, radyoculuğa ilk adımından bugüne Gölge’yi birlikte okuyalım...

* Talha Bora Öge’yi bize en güzel kendisi mi anlatır, yoksa gölgesi mi?

(Gülüyor) Gölge üzerinden sorulan sorulara hiç kolay cevap verememişimdir. Hani Talha’yı sorsanız daha kolay. Açıkçası ikisi bir ama Gölge’nin yayıncılığı nedeniyle; gerek gösteri, gerek radyo programları, olması gerektiği bir hal var. Bazen Talha, bu hale yetişemeyebiliyor. Buna uyum sağlayamayabiliyor.

* Radyo programı yapıyorsunuz, şiirler yazıyorsunuz. Şiir dinletileri yapıyorsunuz. Yıllar sonra hangi gölgenizin sizi takip etmesini istersiniz?

Güzel, güzel soru. Ben radyocuyum arkadaş. Gösteriler bir gün bitebilir, 4 yıldır yapıyorum, dörtyüze yaklaştı ki, yeni gösterimiz ‘Mevlânâ’nın Gölgesi.’ Galası vardı, Şeb-i Aruz kapsamında Konya’da. Gösteriler bitebilir dediğim gibi. Talha Bora Öge gösteri yapmayabilir. Talha Bora Öge televizyon programı yaptı, ama televizyon programları yapmayabilir. Kitap yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim, ama onu da yapmayabilirim. Ama ben, Allah izin verdiği sürece 13 yıldır yapageldiğim işi bırakmayı düşünmü-yorum. Yaradana duâ ediyorum: “Radyoculuğumu benden almasın. Onun razı olduğu şekilde de devam ettirmeme yardım etsin.”

* Şöyle geçmişe bir baktığınızda bu radyoculuk serüveninde de, yazarken de sizin için ‘dönüm noktası’ydı dediğiniz an hangisi?

Benim hayatımın dönüm noktası, Ankara’da Dost FM’e girişimdir. Ben ilk kez maaş almaya, profes-yonel anlamda çalışmaya Dost FM’de başladım. 1993’te başladı radyoculuğum. Üç yıl parasız inanılmaz zorluklarla çalıştım. Hatta sandalyelerde, masalarda yattım. Çok zor günlerdi. 96 yılında Dost FM’le tanışınca, Dost Yayın Grubu’nun başındadır canım ağabeyim Yaşar Erdoğan’la tanışınca hayatım çok farklı bir noktaya geldi. Ben Risâle-i Nur’la Dost Fm’de tanıştım diyebilirim daha fazla. Bunu daha iyi yudumladım onlarla. İnanılmaz vefam vardır. Hayatım boyunca onların hakkını ödeyemem. Sami Cebeci Ağabeyimin benim üzerimde çok emeği var. Bende Yeni Asya’nın çok emeği vardır, hayatım boyunca da vefa borcumu ödeyemem.

* Radyoculuk planlanmış birşey miydi, çok istediğiniz bir alan mıydı? Yoksa “Sesiniz güzel, radyo programı yapar mısınız” gibi birşeyler mi oldu?

Hayır, hayır sevgili Tuba şöyle: Ben 93’te bitirdim liseyi. 23 Nisan 1976 doğumluyum. Liseyi bitirdiğimde özel radyoculuk yeni yeni başlamıştı. Liseyi bitirince sadece tatilimi değerlendirmek için bir şekilde başladım, hobi gibi. Nasıl oldu, nasıl gelişti anlamadım, şimdi burdayım, uzun bir hikâye. Tat aldıkça yapmak istedim, yapmak istediğimi görünce eğitim alma gerekliliğini ve kendimi yetiştirmem gerektiğini fark ettim. Çünkü kabın içinde ne varsa dışına o sızar. Bir görevlendirilmiş olma hissiyatı doğdu içime, yani “Allah rızkımı niye bunda verdi?” diye bir sorguladım kendimi. Dedim: “İyi şeyler anlatmalısın. Kastettiğim şey ahkâm kesmek değil, paylaşmak güzel olanı. İşte, sigaranın nasıl bir illet olduğunu anlat meselâ. Anlat ve vesile ol. Böyle kendimce bir sınır çizdim. Dedim ki, programına şöyle başla: “Yarabbi, benim ağzımdan razı olmayacağın bir kelimenin çıkmasına izin verme.” Ben her programıma yıllardır böyle başlarım. Mikrofonumu açmadan önce, besmelemi çekerim. Bu duânın kabul olduğuna inanıyorum. Allah’a şükürler olsun bu kitlenin oluşmasında en büyük sebebinin de Allah sevgisinin olduğuna inanıyorum. O’nu çok seviyorum. Beni sevdiğini biliyorum.

* Aslında sizin de radyoda çok sık zikrettiğiniz ve hayat felsefeniz olan, “Dün gitti, yarın gelmedi, anı yaşa” diye bir cümle var. Siz kendinizde “anı yaşamalı” olgusunu nasıl dolduruyorsunuz?

Talha Bora Öge: Vallahi, ben bunu yaşıyorum diyebilirim. Yıllardır programlarımı, gösterilerimi bu cümleyle bitiriyorum. Mevlânâ’nın Gölgesi hariç. Bunun çok önemli bir yol olduğuna inanıyorum, anı yaşamanın. Fakat, bunu şöyle algılamamak da lâzım. Dinleyicilerimize de sık sık hatırlatırım. “Abi nasıl olsa öleceğiz, gününü gün et!” Hayır, bu değil. Anı yaşamak, kiminle konuşuyorsan, onun ne anlattığının farkında olmaktır. Ne yapıyorsan, onun en önemli iş olduğunun bilincinde olmaktır. Hz. Mevlânâ ne diyor: “Can odur ki farkında olmaktır, kişi ne kadar farkındaysa o kadar canlıdır.” Farkında olabilmen için, kendini bölmemen lâzım. “İçinizden gelen şeyi yapacaksınız, yeter ki helâl dairede olsun. Yarının sahibi var.” Ertelemekten yana değilim hiçbir şeyi. Bu nedenle diyorum ki: “Dün gitti, var mı dün? Yok. Yarın var mı? Yok. Hayatın sahi-binin elindeyiz ve O bizden her an bunu alabilir. Her şeyin sahibi O çünkü. Demek ki biz, şu an sorumluluğumuz neyse, onu en iyi şekilde yapmaya bakmalıyız. Hatta bu yolda ölmek bile çok güzel değil mi?”

* Öyle. Ben, geçmişinden inanılmaz beslenen biri olarak size şunu sormak istiyorum. Sizin geçmişte bıraktığınız anlarda ne var?

Yorgunluk. Geçirdiğim yıllar yordu beni. Yaşım 30, gencecik bir insanım. Dinleyen büyüklerimden özür diliyorum. “Yahu sen daha kaç yaşındasın ki, dur bakalım” diyebilirler. Ama, elhamdülillah ki yoruldum. O yorgunluk insanı bir yere taşıyor. Daha da taşıyacak inşallah, yorulmaya da devam edeceğiz. Allah da yorsun zaten. Ne diyor bir güzel gönül: “Bir derdim var, bin dermana değişmem.” Nasıl dertse? Allah, bu derdi tadanlardan, bu derdin tadına varanlardan etsin.

* “Benim hayatımdan geçerek kendi hayatına yolculuk yapacaksın ve her hayatta başka hayatların da saklı oluşu heyecanlandıracak seni” diyorsunuz kitabın girişinde. Şunu sormak istiyorum, insanlar, sizin kendi hayatınızda, yazdığınız, paylaştığınız hayatta kendi hayatlarından ne buluyorlar? Hangi ortak dili konuştuğunuzu söylüyorlar?

Çok ortak nokta fark ediyorlar ve aynen yazdığım gibi bu onları heyecanlandırıyor. Örneğin, “Denemeye var mısın?” adlı kitabımda, babama yazdığım bir yazı var. Malûm, babalar mesafelidirler evlâtlarıyla. Uykuda severler evlâtlarını meselâ. Kitaba bu konuda yazdım ve o yazıyı okuyanların hepsi, “ya evet, bizim de babamız böyle” di-yorlar. Evet her hayatta, başka hayatlar da gizli, saklı. Ama, birinde imtihan başka bir noktada ağırlık kazanıyor, diğerinde başka.

* Peki, siz kendinizi yazarken, aşkta mı, özlemde mi, anne baba mı daha samimî buluyorsunuz?

Benim anneme olan muhabbetim çok ayrı bir muhabbettir. Anne deyince, benim burnumun kemiği sızlar. Çünkü o bize babamızı sevdirdi, çektiğimiz zorluklara rağmen. Aileyi bir arada tuttu. İslâmın azıcık da emaresi varsa, bu annemin emekleriyle oldu. Ben bu hakkı nasıl ödeyeyim? Anne tarafı damarımdır.

* Kitabı okuduğumda şunu fark ettim: hayatınızın dönemleri var. İşte radyo dönemi, askerlik dönemi gibi. Askerlik döneminin sizin hayatınızda çok önemli olduğu da anlaşılıyor. Neler kattı size askerlik?

Askerlik benim hayatıma bu kitapları kattı bir kere. Sürekli yazdım.

Çünkü ben o vakti şöyle görmek isteme-dim. “Eyvah, radyoculuğum bitti. Hayatımda 15 ay hiç olup gidecek!” Çok değerli zamanlar bunlar ve benim bu zamanı değerlendirmem gerekirdi. Askerliğimin ilk gününden itibaren, aldım kalemi-kâğıdı elime ve yazdım. Sanki şunu yapmış gibi: “Sevgili dinleyicilerim, ben 15 aylığına kitap yazmaya gidi-yorum, askere değil.” Böyle değerlendirdim.

* Bir de, bu aslında benim kardeşimin sormamı istediği birşey, Talha Bora Öge, yazılarında, şiirlerinde bu kadar umut dolu konuşurken, radyo programlarında genelde arabesk şarkılar çalıyor. Neden?

(Gülüyor). Şaşırmadım bunu sorduğunuza. O benim zayıf tarafım. Bunu 13 yıldır radyo programlarında itiraf etmekten hiç geri durmam. “Ben arabeski seviyorum.” Onunla büyüdüm, çocukluğuma götürüyor beni. Bende bıraktığı izlenim bu. Bir de aslında şu an insanların pop müzik diye dinlediklerinin, halk müziği diye dinlediklerinin temelinde arabesk olduğuna inanıyorum ben. Meselâ, Tarkan’ın “İkimizin yerine” adlı şarkısı bence arabesk. Hatta yabancı kaynaklı müziklerin temel enstrümanları; darbuka, keman, zil, bunların hepsi Arap müziğinin âletleridir. Arabeski sevmediğini söyleyenler bence dinledikleri müziği tekrar gözden geçirsin derim ben.

* Gösterilerden bahsedelim istiyorum biraz. İstanbul’da da olacak mı gösterileriniz?

Olacak inşallah. Bugüne kadar hiç yapmadım İstanbul’da. Ama 2007 yılı itibariyle bir proje başlattık. 2007 Mevlânâ yılı ilân edildi malûm. Talha Bora Öge, 2007 yılı boyunca Mevlana’nın gölgesi olacak.

* Bu sene nerelerde olacak gösteriler?

Benim şöyledir programım. Eylül’de başlar Gölge Çelebi gezmeye, Temmuz’da sona erer. Haftasonları gidiyorum gösterilere. Ankara, Konya, Kayseri, Manisa, Aksaray’da gösterileri-miz oldu. Sivas, Şanlıurfa, Trabzon’la devam edeceğiz.

* Kitaplardan bahsedelim biraz da. Sizin 4 tane kitabınız var.

Aslında bir kitap daha var, ilk kitabım: Huzur Mühendisliği. Hakları henüz bana geçmedi. İnşallah onu genişletilmiş baskı olarak piyasaya tekrar sunacağız.

* Peki kitaplara olan ilgi nasıl?

Vallahi açıkçası tesadüf değil, 15 bine yaklaştık. Hepsi 3. baskıyı yapıyor. Son kitap çok daha hızlı gidiyor, Rubailerin Gölgesi, üçüncü baskıya çok az kaldı. Teveccüh çok hoş elhamdülillah.

* Gölge deyince, ses tonunuza bakınca, sanki hiç gündüz programı yapmamanız gerekiyormuş gibi geliyor.

Bu bana çok sık söylenen şeylerden biri. “Siz neden gece programı yapmıyorsunuz?” Ben 9 yıl gece programı yaptım. Radyo 7 aslında bu anlamda benim başka bir yönümü keşfetmemi sağladılar. Ve gündüz dinleyenlerin de aslında gece konuşulan konulara bu sesten ihtiyaçları vardı. Aslında programın oturması da bunu gösteriyor. Programda günün şiiri, günün yazısı, günün hikâyesi, ilk söz, son duâ gibi. Bunlar o saatte iş yerinde çalışanlar için de iyi oluyor aslında. Pazar ve Pazartesi geceleri yapıyorum ve o yönümü tatmin ediyorum. Doğru bir tesbit aslında bir gece programcısıyım ben.

* Peki siz neler dinliyorsunuz, neler okuyorsunuz?

Şiir dendiği zaman Necip Fazıl Kısakürek. Şairliğin sultanı o. Bunun dışında Mesnevî’yi çok sık okuyorum, çünkü proje gereği iyice sindirmem gerekiyor. Okunası bir eser. Kişisel gelişim kitaplarına bakıyorum, ama bu kitaplarda bir noktaya dikkat etmek lâzım. Bir İslâmî süzgeçten geçirmek gerektiğine inanıyorum kişisel gelişim kitaplarını. Olduğu gibi almaktan yana değilim. Bu anlamda Muhammed Bozdağ, bunun ayrımını iyi yapıyor, çünkü Risâle-i Nur’a da hakim. Senai Demirci’yi okurum, severim.

* Bundan sonraki projeleriniz ne-lerdir? Bir de televizyon projeniz vardı en son Ramazan'da. Bunu daha sonraki zamanlara da taşımayı düşünüyor musunuz?

Bunu Senai Abiyle de konuşuyoruz zaman zaman. O da ben de benim televiz-yon programı yapmam gerektiğine inanı-yoruz. 13 yıldır radyo programcısıyım. Radyo güzel bir noktaya geldi. Fakat televizyon dendiği zaman da herhangi bir televizyon olmamalı.

Televizyon programı istiyorum, hangi televizyon olacak bilmiyorum. Allah’tan hayırlısını diliyorum. Mevlânâ’nın Gölgesi gösterimizi kitaplaştıracağız. Ben bir derleme hazırlıyorum, anlaşılabilir bir derleme. Bunun dışında gösteriler devam ediyor. Allah’ın anlatıldığı heryer gelişsin, büyüsün, ilerlesin, yürüsün. Bu ikiliklerden, bölünmüşlüklerden kurtulmamız lâzım. Yeter ki Allah’ı, güzellikleri anlatanlar çoğalsın.

Röportaj: Tuba İNAN

05.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (04.01.2007) - Frekans kaosu bitsin

  (03.01.2007) - “İşimiz konuşmak olmasaydı susmayı tercih ederdik”

  (02.01.2007) - Kur’ân’ı öğrenmek yasaktı

  (29.12.2006) - ‘Hangi dili konuşuyoruz?’

  (27.12.2006) - Yüz ülkede kardeşe kurban

  (26.12.2006) - Başörtüsünü tartışıyor olmak utanç verici

  (25.12.2006) - En büyük ceza okur tepkisi

  (22.12.2006) - 'Duvarların Arkasında'n kadın fotoğrafları

  (19.12.2006) - Başörtüsünü Belçikalılardan çok Türkler tartıştı

  (18.12.2006) - Acarİstanbul belediye mi olacak?

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004