Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Türkiye'nin çabası ile ABD'nin kafası netleşir mi?

Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Amerika’ya gitti. Yakında Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı da ABD’ye gidecek.

Türkiye, ABD’nin bölgedeki politikalarından hoşnut değil, rahatsız. Bunu Başbakan’ının Dışişleri Bakanı’nın ağzından açık açık ifade ediyor.

Dışişleri bakanı Gül, ABD seyahatine çıkmadan önce televizyon ekranlarından açıkça seslendi.

Irak’ta “dost” bir ülkenin işgali vardı ve orada bir terör örgütü üstlenmiş durumdaydı. Bunu anlamak mümkün değildi.

Bu stratejik ortaklıkla bağdaşmazdı.

Türkiye’nin Kerkük konusundaki duyarlılıklarını da ABD’nin bilmesi gerekiyordu. Bu iş de, sadece Irak hükümetine bırakılarak çözülsün demek topu taca atmaktı.

Bakan gül bunları bazen açıkça bazen satır aralarında ifade etti.

Gül’e göre ABD’deki yetkililer de durumdan hoşnut değillerdi, bir tür mahcubiyet yaşıyorlardı. Muhtemelen yakında bir şeyler yapacaklardı.

Bakan ayrıca, Ermeni Soykırım tasarısının ABD Temsilciler Meclisi’nde kabulü ihtimaline de değiniyor, bunun dostluk, ittifak ve stratejik ortaklıkla bağdaşmadığının açık açık altını çiziyordu.

Bir yandan sitem, bir yandan beklenti yüklü sözlerdi bunlar.

Acaba olumlu bir sonuç alınacak mıydı?

Yani PKK’nın etkisiz hale getirilmesi, Kerkük’te Türkiye’nin beklentilerinin gözetilmesi ve soykırım tasarısının engellenmesi mümkün olacak mıydı?

Tabii, Türkiye ile Amerika arasında konuşulması gereken ve kaçınılmaz olarak birbirini etkileyen bölgesel başka meseleler vardı. Filistin’de ABD ve İsrail7in birlikte geliştirdiği el Fetih – Hamas mücadelesi, Kıbrıs, İran, Irak iç savaşı, Şii kuşağı, Suriye, AB, Rusya Çin... Aslında bütün bunlar Büyük Ortadoğu çerçevesinde Türkiye – A:BD ilişkilerinin uzantısıydı.

ABD deyince de ortaya, çift odaklı bir yönetim iradesi çıkmıştı. Başkan (Cumhuriyetçi) ve Temsilciler Meclisi (Demokrat ağırlıklı), ayrı ayrı güç odağı haline gelmiş ve en azından Ermeni meselesinde Demokrat ağırlıklı Temsilciler Meclisi ayrı bir problem kaynağı olmuştu.

Nasıl bir gelişme olacaktı?

ABD, Türkiye’nin rahatsızlıklarını giderecek bir politikaya yönelecek miydi?

Tam bu sırada, AP Ajansı (Associated Press) bir haber geçti. Haber çok net olarak Amerika’nın, Irak’ta PKK’ya bağlı olarak oluşan ve İran Kürtlerini harekete geçirmeyi amaçlayan Pejak’ın eylemlerini desteklediğini bildiriyordu.

Evet, Amerika için İran yönetimi bir sorundu ve bu yönetimin devrilmesini istiyordu. İran’ın nükleer çalışmaları da, tıpkı Saddam’a yönelik harekatta kitle imha silahlarının varlığı iddiasının gerekçe olarak kullanılması gibi, bir operasyon gerekçesi olarak devrede tutuluyordu.

Böyle bir operasyon ihtimali, İsrail tarafından da ABD bağlantılı olarak sürekli gündemdeydi. İran’ı ya Amerika vuracaktı ya da İsrail. Pejak da, ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü “azınlıkları harekete geçirme” politikasının bir parçası (Diğer parçası İran Azerileri) idi.

İran’a karşı Pejak’ı kullanan Amerika, Türkiye’ye karşı da bir takım araçlar kullanamaz mıydı? Bir yandan PKK, bir yandan Kuzey Irak yönetimi böyle bir araçsal misyon sahibi olamaz mıydı?

Hürriyet’ten Ferai Tınç, “Türkiye’nin tehditlerinin yine ABD tarafından Kuzey Irak Kürtleri’nin sadakatini perçinlemek için kullanılabileceği”ne işaret etmekteydi ki, yabana atılacak bir düşünce gibi gözükmüyor.

Sünnilere karşı İran, İran’a karşı Sünniler, Türklere karşı Kürtler, Kürtlere karşı Türkler...

Buna bizde “Tavşana kaç tazıya tut politikası” demezler mi?

Ve süper güç, bölgede böyle böyle bir batak oluşturmakta değil midir?

Ve süper güç, kendisi de bölgede böyle böyle bir batağın içine sürüklenmekte değil midir?

Bunu bugün Amerika’da yüksek sesle söyleyen o kadar çok insan var ki...

New York Times’ın başyazısında “ABD İran’ı tehdit ederek kendini kandırıyor, diye yazılıyor. Irak yenilgisinden ısrarla ders almayan Bush, yine diplomasiyi reddederek İran’a tehdit savurdu. Başkan, İran’ın dinamiklerini anlamadığı gibi, ABD’nin itibarını da öylesine yerle bir etti ki artık düşmanlarını korkutamıyor bile...”

Bush yönetimini Brzezinsky, uyarıyor, Holbook uyarıyor... Bunlar geçmişte. ABD yönetiminde etkin görev almış insanlar...

Ama neo-conlar kuşatmasındaki Bush, yanlışları izale etmek niyetiyle belki ama daha büyük yanlışların itine giriyor.

Tabii bedeli, bu yanlışların üstünde uygulandığı coğrafya, yani İslam coğrafyası ödüyor.

Türkiye bu coğrafyanın merkez ülkelerinden birisi...

Türkiye, Amerika’ya bölge gerçeğini anlatmak için çırpınıyor.

Ama zor.

İran’a karşı PKK ürünü bir “terör örgütü”nü (Pejak) kart olarak kullanan bir Amerika’dan yarınlar için nasıl emin olunabilir? Kuzey Irak’ta Kürt yönetimi, artı İran’ın Kürt unsurunun tetiklenmesi.... bunlar akla başka artıları getirmez mi? Suriye Kürtleri, Türkiye Kürtleri... Bunlar zaten “Büyük Kürt Federasyonu” şablonları etrafında konuşulup duruyor. Ve Amerika, görünüşe bakıldığında yapboz oyununun parçalarını bir araya getiriyor.

Tabii ki Türkiye Amerika için son derece önemli bir ülke.

Tabii ki Amerika, Türkiye’yi de kaybetmek istemez. Çünkü Türkiyesiz bir Ortadoğu politikası da mümkün değil.

Ama Amerika, Irak’taki bozgunla şu sıralar adeta makulü kaybetmiş durumda. Nasıl çıkacak bu işin içinden ve İran’ı ne yapacak? Öyle bir şey ki, Amerika bıraksa İran’ı, İran’la diplomatik münasebetler çerçevesinde çözüm arasa, İsrail başka havalarda... Başka, yani şahin rollerinde, “Vururuz, keseriz” efelenmelerinde...

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, giderayak yaptığı konuşmalardaki üslup, oldukça kendinden emin, kararlı bir görüntü vermekteydi. Dileriz orada netice alıcı görüşmeler yapılır ve küresel gücün, hatalarının bedelini Türkiye’ye ödetmesine imkan verilmez. Bu, önemli ölçüde ABD yönetiminin kafasının netleşmesi ile ilgili bir olay haline gelmiş bulunuyor.

ahmettasgetiren.com.tr, 5.2.2007

Ahmet TAŞGETİREN

06.02.2007


 

Kirlilik yok... Her şey berrak...

Sezgim ve tecrübem der ki:

‘Hrant Cinayeti’nin üzerini kapatma girişimleri artıyor...’

Nereden çıktı?

‘Bilgi kirliliği’ lafından.

Ortada çok kirli bir şey var ama bu, bilgi değil.

Cinayet daha önceden bilinmiyor mu?

Biliniyor.

Hem de devlet tarafından.

İlgili kurumlar haberdar edilmiyor mu?

Ediliyor.

Peki cinayeti kim engellemiyor?

İşte bu, derin bir kirlilik..

Ama bilgi kirliliği değil, devlet etme konusunda bir kirlilik..

*

Cinayet ortada...

Yapanlar ortada...

Ardındakiler ortada...

Kasetler ortada...

Hrant Dink’in avukatı ne diyor:

‘Emniyet’e kasetleri izlemeye dört kez gittik. Aileden birileri de vardı. Kameralardaki tespitler, cinayetin yalnız işlenmediğinin kanıtıdır.

Soruşturmanın gidişinden kaygı duyarsak görüntü ve ifade tutanakları çerçevesinde daha açık konuşuruz.’

*

Bence Başbakan...

İçişleri Bakanı...

Adalet Bakanı...

Hep birlikte İstanbul Emniyeti’nin elindeki yirmi küsur olduğu söylenen ‘kasetleri’ izlese...

Galiba her şey daha da netleşecek.

Hepimizin gördüğü bir cinayet, ‘bilgi kirliliği’ örtüsünün altında kaybedilmeye çalışılmayacak.

*

Hepimizin önünde bir Şemdinli örneği var.

Dün bunu Salih Memecan’ın karikatürü okkalı bir makaleden çok daha iyi anlatmaktaydı.

Siyasal iktidar bu kez de aynı tavrı gösterirse, kendi tutunduğu dalı çok vahim bir şekilde testerelemiş olacak.

Hatta oturmakta olduğu iktidar alanını kendi elleriyle dinamitleyecek..

Maalesef siyasal iştah, görme duyusunu köreltiyor.

*

Türkiye’de olaylar herkesin gözü önünde yavaş yavaş tırmanıyor.

Sonra bardağın dolduğu noktada film kopuyor.

Biz gözümüzün önündeki izleri takip etmek ve rezaleti ortaya çıkarmak yerine, ‘kağıtlar karıştı’ sloganıyla izleri silmeye girişiyoruz.

Bilgi kirliliği yok, ‘hukuksever’ devlet zihniyetiyle, ‘katilsever’ anlayışın ‘devlet içi’ kavgası var.

*

Hepimizin gözü önündeki bir gelişmeyi de şimdi hatırlatma zamanı.

Yargıtay’daki Şemdinli dosyası.

Beş ay bekledikten sonra ‘yanlış’ daireye gittiğine karar verildi.

Bu normal mi?

Ya da ‘bilgi kirliliği’ olarak algılanabilecek bir durum mu?

*

Şimdi Şemdinli davasında durum ne?

Dosya, ‘örgütlü suçlara’ bakan 9. Daire’de.

Orada bakalım ne kadar bekleyecek?

Peki, ya oraya da ‘yanlış’ gitmişse...

Bu kez ‘Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu’na gidecek.

Bunlar normal bir süreç olarak mı kabul edilecek?

*

Herkes ‘hukuksever’ bir refleksle işinin gereğini yapsa...

Kirlilik de olmayacak...

‘Bilgi kirliliği’ de...

Üstelik katiller de yakalanacak, katilseverler de.

Tek bir sihirli pusula var:

‘Hukukun gereği.’

Çetelerin nefret ettiği tamlama yani...

Çetelerin hukuktan niye hoşlanmadığını biliyoruz da...

Devlet ve siyaset niye hukuktan hoşlanmıyor, onu anlayamıyoruz.

Star, 5.2.2007

Mehmet ALTAN

06.02.2007


 

Özkök’ün testis özürü

Uğur Dündar’ın HÜRRİYET’in manşetine taşıdığı “Testis skandalı” haberini hatırladınız mı? Hani, başörtülü iki hanım radyolog bir gencin testis röntgenini çekmemiş, falan, filan. YENİ ŞAFAK, iddianın asılsızlığını ortaya koydu. Sağlık Bakanlığı yalanladı. Biz de bu köşede, iki hafta medyatik infazı dilimize doladık.

Ama Ertuğrul Özkök geri adım atmadı. “Peruklu” iki radyolog hanım yüzünden bir gencin testisini kaybettiğini iddia edip durdu, hesap sordu. Sonunda, haberin şişirme olduğu ortaya çıktı. Ertuğrul Özkök geçen hafta bakın ne yazdı:

“...Müfettişler gerçekten iyi bir soruşturma yaptılar ve şu sonuçlara ulaştılar: İki kadın görevlinin bir kusuru yoktu. Başhekim, iki kadın radyoluğun o gün görevli olmadıklarını söylemişti. Biri görevdeymiş ancak kendisinden çekim istenmemiş. Öteki ise görevde değilmiş. Bu sonuçtan sonra bize yapılacak tek şey kalıyor. İki kadın görevliden özür dilemek. Onu da kamuoyunun önünde açıkça yapıyorum.”

Ertuğrul Bey, “bir yanlış yaptıklarında özür dilemek ve düzeltmekten hiç gocunmazmış ve mesleğimizde kimse bu konuda onun kadar bonkör değilmiş.” Breh, breh, breh! Sen yanlışı manşetten patlat, hiç günahı olmayan iki görevliyi, “başörtülü, peruklu, bir gencin hayatını kararttılar” diye 70 milyona teşhir et, sonra gerçek ortaya çıkınca, “ne yapalım özür diliyorum” de, işin içinden çık. Peki o iki hanımın duyguları, ailelerinin katlanmak zorunda kaldığı sıkıntılar, çocuklarının okullarında uğradığı istiskaller?

Özkök, bunlardan dolayı bir üzüntü duydu mu acaba? Duymadığı belli. Çünkü, bu yazısı çıkınca Uğur Dündar aramış ve “Keşke benim görüşümü de alsaydın” demiş. Özkök, “Kendi sorumluluğu çerçevesinde bir değerlendirme yaptığı için aramaya gerek duymamış.” Ardından sanki, başka türlü düşünen varmış gibi Dündar’ın gazeteciliğini övdü, “O nedenle üzülecek bir şey yok” diye ağzından kaçırdı. Oysa, HÜRRİYET gibi bir gazetenin şef editöründen, böyle bir hata yüzünden çok üzülmesi beklenirdi, çok.

Bugün, 5.2.2007

Ceyhan ALTINYELEK

06.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004