Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

“28 Şubat hukukuna boyun eğmedik”

28 Şubat sürecinde hakkında DGM ve Ağır Ceza Mahkemele-rinde onlarca dâvâ açılan yazıişleri eski müdürümüz Mustafa Döküler, gazetemize ve yazarlarımıza yapılan baskıları anlatırken, “Maruz kaldıklarımız hukuk adına utanç vericiydi. Türkiye’yi küçük düşüren bu dönemde, 28 Şubat hukukuna boyun eğmedik. Pek çok gazete ve gazeteci o dönemde yapılan haksızlıklara karşı-kendilerince çeşitli gerekçelerle-sessiz kalırken, biz doğruları hiç çekinmeden savunduk. Bugün de aynı çizgimizde yürüyoruz” dedi.

*28 Şubat’ta bazı komutanların gazetelere direkt müdahale ettiklerini biliyoruz. Sizin yazıişleri müdürü olduğunuz dönemde Yeni Asya gazetesine böyle bir müdahale oldu mu?

Bildiğiniz gibi, 28 Şubat döneminde Genelkurmay tarafından, pek çok kesime olduğu gibi, yargı mensuplarına da bir takım brifingler verildi. Bu gerçekten hukuk devleti ve bağımsız yargı konusunda esef verici bir durumdu. Bize yapılan baskı ise yargı yoluyla oldu. Askerler bizi yargıya şikâyet ediyor, yargı da onların şikâyeti üzerine gazetemize soruşturma ve dâvâ açıyordu. Bunu bizzat dâvâları açan savcılardan dinlediğim için söylüyorum. Mutlaka bu şikâyetlerle ilgili resmî evraklar da dâvâ hazırlık dosyalarının içinde mevcuttur.

*Bazı askerler savcılara “Gidin Yeni Asya gazetesine dâvâ açın” mı diyormuş?

Bazı askerî makamlar, gazetemizde yayınlanan yazıları takip edip, kendilerince suç olduğunu düşündükleri yazıları, savcılara şikâyet ediyorlarmış. Onlar da, kimi zaman TCK’nın eski 312. (yeni 216.) maddesi, kimi zaman da bugünün 301. maddesi olan TCK’nın 159. maddesine binaen TSK’yı tahkir ve tezyif ithamından benim ve yazarlarımız hakkında dâvâ açıyorlardı.

*Savcılar anlattınız dediniz. Ne anlattılar size?

Tabiî bu, savcı beylerle yaptığımız sohbetlerimiz sırasında bize verdikleri bilgiydi. “Şikâyeti askerler yapmış, bizim yapacağımız bir şey yok” diyorlardı. Her halde kendileri sıkıntı yaşamak istemiyorlardı. Dâvâyı açıp, kararı mahkemenin vermesini istiyorlardı sanırım. Bu belgeler savcıların resmî kayıtlarında vardır. Ayrıca eski 159., yeni 301. maddeden açılan dâvâlarda askerlerin şikâyeti Adalet Bakanlığının onayından geçerek savcılıklara iletiliyordu. Dolayısıyla bu durum resmî kayıtlarda mevcuttur.

*Geçen hafta bir televizyon programında 28 Şubat’ı değerlendiren Yargıtay eski başsavcısı Vural Savaş, o dönemde siyasîlerin kendisine telkinde bulunduğunu, ancak ordunun yargıya asla müdahale etmediğini söyledi... Tezat bir durum değil mi?

Savcı böyle söylüyorsa doğrudur. (Gülüyoruz). Yalnız, Yargıtay eski başsavcısı Savaş, altını çizerek bir şey daha söyledi. “İnanmayacaksınız ama…” dedi . Gerçekten bu inanılacak bir şey değil... Kendisine illâ bir askerî yetkili gelmeyebilir, askerin etkilediği sivil biri de gelebilir. Bu işleri kendisi de biliyor ya...

*O dönemde size açılan dâvâlar hangi yayınlarınıza yönelikti?

Başörtüsü yasağını eleştirdiğimiz yazı ve haberler, 1999 yılında meydana gelen Gölcük depremi için “İlâhî ikaz” görüşümüz doğrultusunda yazılmış yazılar, Türkiye’de uygulanan laiklik anlayışını ve ordunun siyasete müdahalesini eleştiren görüşlerimize yönelikti.

Bakın, o dönemde gazetemiz yazarları için istenilen hapis cezası yedi bin güne yakındı. Bu; iki yüz yirmi bir ay, ya da diğer bir deyişle on sekiz yıla tekabül ediyor... Yazılarımız dolayısıyla 1999 yılında açılan dâvâlardan hâlâ yargılanıyoruz. Yazdığımız yazıların geçmişe yönelik tehlike oluşturduğu gibi bir iddia ortaya çıkıyor. Geçmişe yönelik tehlike olur mu? Eğer bizim yayınlarımızdan halk birbirine düşman olacak olsaydı, çoktan olurdu. Son olarak Ankara eski temsilcimiz Cevher İlhan’a İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, (eski DGM) konuyla ilgili ceza kararı verdi. Üstelik gıyabında. Ve verdiği cezayı infaza bildirdi. Halbuki bu mahkeme, bu dâvâya-değişen kanun sebebiyle-bakmakta yetkisiz. Yetkisizlik bildirip, dâvâyı ilgili Asliye Ceza Mahkemesine göndermesi gerekirken, cezaya hükmedebiliyor. Baştan aşağı hukuk skandalı...

*Sizin yayınlarınıza yöneltilen suçlamalar arasında TSK’yı tezyif ve tahkir olduğunu söylediniz. Orduyu yıpratmayı mı amaçladınız?

Kesinlikle böyle bir niyetimiz yoktu. Biz Türkiye’nin çağdaş dünyaya yakışır bir demokrasiye ve hukuk devletine sahip olmasını istediğimiz için, yanlış gördüğümüz beyanları, antidemokratik uygulamaları işaret ederek, bir takım eleştirilerde bulunuyorduk.

*TSK yetkilileri, diğer gazetelere olduğu gibi, Yeni Asya gazetesiyle direkt temaslarda bulundu mu?

Bizim askerlerle bir ilişkimiz yoktu. Ne onlardan bize böyle bir talep geldi, ne de bizim onlara böyle bir talebimiz olmadı. Biz zaten, TSK’nın kendi görevleri dışında, yani ülke savunması ile ilgili konuların dışında, siyasî içerikli açıklamalar yapmasını doğru bulmuyoruz. Demokratik hukuk devleti yönetiminde TSK’nın olması gerektiği yerde durmasını istiyor ve bekliyoruz. TSK’nın gazete ve gazetecilerle ilişkilerinin de, ancak kendi görevleri ile ilgili olarak sınırlı olması gerektiği düşüncesindeyiz.

*Savcıların askerlerden etkilendiğini söylediniz, peki mahkeme safahatında nasıl bir tabloyla karşı karşıya kaldınız?

28 Şubat dönemiyle birlikte, yine o dönemde görevli DGM savcısı üzerimize psikolojik baskı uygulamaya başladı. İfade vermeye gittiğimde—DGM’nin çalışma sistemini gerekçe göstererek—-avukatımı içeri almıyordu. İçeri girdiğimde tehditkâr üslûbu ve asık suratıyla “Şurada bekleyeceksiniz, DGM’lerde ifade ayakta alınır, ben de sizin ifadenizi ayakta alacağım” diyordu. Bu, hukuk adamına yakışmayan kabalığı, doğrusu diğer basın savcılarında görmedim...

*Peki mahkeme safahatında nasıl bir muameleye muhatap olundunuz?

11 yazarımız ve bana açılan toplu dâvâya bakan 3 Numaralı DGM’deki ilk duruşmamızda mahkeme başkanı, “Devletin ve hükümetin aldığı kararları neden eleştiriyorsunuz?” diye bizi azarlamaya kalktı. Biz de, gazeteci olduğumuzu, dolayısıyla hükümetlerin, yetkililerin yaptıklarını sorgulama ve eleştirmenin görevlerimiz arasında olduğunu söyledik. Mahkeme başkanı galiba karşısındakilerin kim olduğunu unutmuştu.

Yine aynı dâvânın ikinci duruşmasında mahkeme başkanı değişmişti. Yeni başkan savunmamızı alırken umursamaz ve kısıtlayıcı bir davranış sergiliyordu. Ben ifade verirken, mahkeme başkanı kalktı, arkasında duran dolapları karıştırmaya başladı, yardımcılarından biri bir spor gazetesini açıp okudu, diğeri bizi dinliyor gibi yapıp, önündeki dosyalarını karıştırdı. Savcı ise bir sonraki duruşmanın dosyalarını karıştırıyordu. Bu mahkemede görülen dâvâlarımızda hepimiz mahkûm olduk.

*Bu inanılmaz bir durum. Dâvâ edilenin savunmasını umursamaz bir yargı...

O dönemde bize yöneltilen suçlar ne TCK’nın 312. ve 159. maddesi kapsamındaydı, ne de hukukî bir dayanağı vardı. DGM Savcısı, hazırladığı neredeyse tüm iddianamelerde ima yoluyla laikliğe ve laiklere hakaret etmek ve halk arasında kin ve düşmanlığa sebebiyet vermekle bizi suçluyordu. Bir kere 312. maddenin kapsamı içinde laiklikle ilgili hiçbir ifade yoktu. Kaldı ki “ima yoluyla” demek ne demek? Kanunda “açıkça” ifadesi vardı. Yani niyetler, zihinler okunuyordu. Bize ceza vermek isteniyordu, gerisi bahaneydi...

*Bu baskılar üzerine yayın hayatınızda otosansüre gittiniz mi?

Gitmediğimiz için, haftada iki defa üç defa gazetemiz toplatıldı. Hakkımızda elliye yakın dâvâ açıldı. Hakkın hatırını ali tutarak yayınlarımıza devam ettik...

Maruz kaldıklarımız hukuk adına utanç vericiydi. Türkiye’yi küçük düşüren bu dönemde, 28 Şubat hukukuna boyun eğmedik. Pek çok gazete ve gazeteci o dönemde yapılan haksızlıklara karşı-kendilerince çeşitli gerekçelerle-sessiz kalırken, biz doğruları hiç çekinmeden savunduk. Doğruları dile getirmekten ve yazmaktan geri durmadık. Bugün de aynı çizgimizde yürüyoruz. Yayınlarımız buna delildir.

*Yayınlarınıza destek geliyor muydu?

Okuyucularımız yayınlarımız konusunda daima arkamızdaydı—tıpkı bugün olduğu gibi. O günlerde de yoğun bir şekilde bunu bize ilettiler. Öte yandan gazetemize gelip desteklerini bildiren hukukçular ve sivil toplum kuruluşları oldu. Şimdi söyleyeceğimizi medar-ı iftihar olarak söylemiyorum, bir durum tesbiti olarak söyleyeceğim. Gelen ziyaretçilerimizin büyük çoğunluğu, “Yayınlarınızdaki cesaretten dolayı sizi tebrik ederiz. Biz sizin kadar cesur olamıyoruz” diyorlardı.

*Cesaretinizi nereden alıyordunuz peki?

Başta Allah’tan başkasından korkmamak var. Hakkın hatırını âli tutmak ve hiçbir hatıra feda etmemek düsturu var. Bunun yanında bir dâvâya inanmak, samimiyet ve ihlâs çok önemli…

* Yeni Asya gazetesinin tirajının düşük olması, siyaseten etkisiz olması anlamına mı gelir?

Hak daima güçlüdür bir kere... Biz hakkı ve hukuku savunduğumuz için, kendimizi hiçbir zaman zayıf hissetmedik. Öyle olsaydı neden bizim üstümüze bu kadar gelinsindi ki? Etkisiz olsak, DGM’lerde onlarca dâvâ neden açılsın?

*28 Şubat’ın etkisi geçti mi sizce?

Son dönemlerde Cevher İlhan’a verilen ceza, gazetemize—ve diğer bazı gazetelere—bir cinayetin zanlısı olan kişinin fotoğraflarının yayınlandığı gerekçesiyle savcılığın gönderdiği ceza tebligatları, Yazıişleri Müdürümüz Faruk Çakır’a—zorlama tevillerle—mahkemeyi etkileme suçundan verilen ceza 28 Şubat hukukunun devam ettiği endişesini bizde devam ettiriyor. Ancak ülke demokratikleştikçe ve AB sürecinde ilerledikçe 28 Şubat’ın etkisi de geçecektir.

* 301. maddeyi savunanlarla 28 Şubat zihniyetini bağlantılı görüyor musunuz?

Kesinlikle... Şikâyet edenlerin zihniyeti aynı. Aynı ulusalcı cephede buluştular bugün.

*28 Şubat AKP’nin içinden çıktığı siyasî çizgiye karşı yapılmıştı, ancak AKP’nin Adalet Bakanı 301. maddeyi savunuyor...

Başbakan ve Başbakan Yardımcısı 301. madde değişecek dediği halde, Adalet Bakanı “Bizim gündemimizde yok” diyor. Bir Adalet Bakanının böyle adaletsiz ceza kanununu savunması da Türkiye için endişe vericidir...

*Bu kadar dâvâ şahsî olarak sizi nasıl etkiledi?

Ben bu süreç içerisinde; ülkemin, yargımızın adaletsiz ve antidemokratik görüntü vermesinden, yara almasından rahatsız oldum. Yoksa mahkemelere gidip gelmişim, ifade vermişim, gözaltına alınmışım, ceza almışım bunlar beni yıpratmadı. Aksine beni daha da motive etti. Çünkü Allah beni, kendi manevî dâvâmda imtihana tutuyordu...

*Peki laiklik konusunda ne düşünüyorsunuz?

Biz demokrasiyi, hukuku, hak ve hürriyetleri, cumhuriyeti savunan bir zihniyetle gazetecilik yapıyoruz. Laikliği de din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak kabul edip, toplumun tarihî sürecinde bir unsur olarak kabul ediyoruz. Laikliği dinsizlik olarak algılayanlara karşıyız. Problem de buradan çıkıyor galiba...

*Peki, 28 Şubat sürecinde malî kaynaklarınız noktasında bir baskı gördünüz mü?

O dönemde, Basın İlân Kurumu yoluyla gazetemize 3 günlük resmî ilân cezası verildi. Yazarımız Ali Ferşadoğlu’nun “Sivil örgütler ve Bediüzzaman” başlıklı yazısının Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı olduğu iddiasıyla üç gün resmî ilânlarımız kesilmişti.

Haksızlık kimsenin yanına kâr kalmıyor

Gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’a, Ankara’da düzenlenen mevlidin ardından yaptığı açıklamalar dolayısıyla soruşturma başlatılmıştı. Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, İstanbul DGM Savcısına Kutlular Ağabeyin ifadesini alması için talimat göndermişti. Savcı Bey de Kutlular Ağabey ile beni ifadelerimizi almak için gazeteye emniyet görevlilerini göndermişti. Emniyet görevlilerine, gazetemize tebligata geldiklerinde vaktin öğlen tatiline yakın olduğunu, savcı beyin yanına gidene kadar, öğle tatilinin başlayacağını ve bizim orada beklemek ve vakit kaybetmek zorunda kalacağımızı belirterek, öğleden sonra gitme teklifinde bulunduk. Daha sonra savcı, emniyeti arayarak bizim gelmediğimizi söylemiş ve acilen getirilmemiz için ısrar etmiş. Bunun üzerine, Emniyet’ten ayrı bir ekip gazeteye geldi ve savcının ısrarını belirterek, gitmemizi istedi. Gittiğimizde, tahmin ettiğimiz gibi, savcı bey öğle yemeğindeydi. Tatil bitip makamına gelişiyle polisler bizi odasına çıkardı. Savcı bey “Ben çağırmadan kim bunları buraya getirdi?” diye memurlara kızdı. DGM’nin içindeki karakolu arayarak, bizi gözaltına aldırdı. Bir süre gözaltında kaldıktan sonra, tekrar bizi çağırdı ve ifademizi aldı. Sonra serbest bıraktı. Bu kadar basit bir şey için bile bize zorluklar çıkardı.

Hakkımızda gayr-ı hukukî gerekçelerle onlarca dâvâ açan bu savcı, daha sonra rütbe düşürülerek başka bir yere tayin edildi. Ayrıca, yazarlarımıza ve bana ceza veren 3 No’lu DGM’nin başkanı, yargıladığı bir uyuşturucu kaçakçısı ile münasebeti olduğu gerekçesiyle suçlandı ve rütbe düşürülerek başka bir yere sürüldü. Fakat bu süreçte, fikir ve basın hürriyetine saygılı, dâvâlarda hukukun üstünlüğünü esas alan, 28 Şubat hukukuna direnen Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı bir hakim ise bugün Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine kadar yükseldi. Anlayacağınız haksızlık kimsenin yanında kalmadığı gibi, hakkı ve hukuku teslim eden insanlar da yüceltiliyor.

Hasan Hüseyin KEMAL

05.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (04.03.2007) - 28 Şubat, kışlayla caminin arasını açtı

  (03.03.2007) - Mehmet Barlas: Asıl tehlike darbeciler

  (02.03.2007) - Darbeler orduyu yıpratıyor

  (01.03.2007) - Hiçbir darbe başarılı olamadı

  (28.02.2007) - Mehmet Altan: Darbecileri hayat ayıkladı

  (25.02.2007) - İçeceğimiz suyla araba yıkıyoruz

  (24.02.2007) - İklim değişiklikleri ile birçok medeniyet tarihe karıştı

  (20.02.2007) - Düşünce suç haline getiriliyor

  (19.02.2007) - "Devlet vatandaşından korkuyor"

  (18.02.2007) - Şifalı bitkiler kitabından Bioder markasına

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004