İnsan, istidatlarına ve kapasitelerine göre sürekli gelişim meyli (tekâmül) ile donatılarak yaratılmıştır. Tıpkı vizyon sahibi “Pusulalı Kuşlar” gibi. İsterseniz önce vizyon sahibi olan bu pusulalı kuşlardan bir nebze bahsedelim.
Araştırmacılar uzun yıllardır posta güvercinlerinin nasıl oluyor da kilometrelerce uzaklıktaki bir hedefe ulaştıklarını araştırmışlar ancak makul bir cevap bulamamışlardı. Ta ki yakın zamanda Gerta Fleissner başkanlığında “Naturwissenschaften” Dergisi tarafından bir ekibe yaptırılan araştırmanın sonuçlanmasına kadar. Bu araştırma grubu, evlerini kolayca bulabilen güvercinlerin üst gagalarını kaplayan deride çok küçük partikülleri (parçacıklar) tesbit etmişler ve bu kuşların bu partikülleri pusula gibi kullanarak kuzey kutbuna yönelerek uçtuklarına kanaat getirmişlerdir. Röntgen cihazıyla incelenen bu partiküllerin bir nev’i elektro-manyetik dalga yayan ve kuzey kutbuyla irtibatlanan hayret verici İlâhî şifre olduğu belirlenmiştir. Oysa daha önceden yapılan tahminlere göre bu kuşların güneş ve yıldızların konumlarına göre yönlerini tesbit ettikleri sanılıyordu.
İşte bu pusulalı kuşların vizyonu; yani ulaşmayı hedefledikleri nihaî menzil olan kuzey kutbuna ulaşmaları, onların istidatlarına yerleştirilen bu partiküllerle İlâhî Kudret tarafından desteklenmiş ve o hedefe ulaşmaları için gerekli olan bütün donanımlar verilmiştir. Bu pusulalı kuşlar da kendi misyonlarını yerine getirerek vizyonları olan menzil-i maksuda ulaşmak için bütün çabalarını sarf etmekte ve nihayet büyük bölümü hedefe ulaşabilmektedirler.
İnsan eşref-i mahlûkat; yani yaratılmışların en şereflisi ve halife-i arz olduğuna göre, ona verilen pusulalar, bu vizyon sahibi pusulalı kuşlardan geri değil; bilâkis daha ileri düzeydedir. İnsana verilen ve bütün yaratılanlardan üstün olduğunu gösteren zihinsel, duygusal, ruhsal ve fiziksel melekelere, genetik şifrelerle yüklü sürekli gelişim meyli verilmiştir. İnsan kendisine verilen bu şifreleri iyi okuyarak ve optimal değerlendirmeler yaparak kendisine bir vizyon belirlemeli ve misyonunu bu vizyona göre plan ve programlayarak yerine getirmelidir.
Elbette her insanın tekâmül meyli aynı nispette değildir. Her insana farklı düzeyde melekeler verilmiştir; ancak insandan istenen şey, verilen değerlerin nispetinde gelişim süreci yaşamasıdır. Bu olayı bir eğitim semineri verirken şöyle bir örnekle süslemiştim. Bazı insanların cevheri demir, bazılarının bakır, bazılarının gümüş, bazılarının ise altın gibidir. Ancak bir insanın cevheri demir ise en güzel bir demir eşya olmayı hedeflemeli; meselâ bir insanın cevheri bakır ise en güzel bir Erzincan hediyelik eşyası olmayı hedeflemeli; eğer altından ise meselâ en güzel bir altın broş olmayı hedeflemelidir, dedim. Katılımcılardan idareci pozisyonunda olan bir arkadaş; “Hocam meselâ diyelim ki, benim cevherim altından yaratılmış; ama ben talihsiz bir şekilde gittim bir Roman’ın (çingene demek suçmuş) dişini süsledim, peki buna ne diyeceksin?” diye sordu. Ben de “Fena mı Roman sırıtınca sen de insanların nazarında parıl parıl parlarsın” diye karşılık vermiştim. Tabi bu bir espri. Burada kaderin payını da unutmamak gerekir.
İnsana düşen istidatlarına göre tekâmül meylini çalıştırmada elinden gelen bütün tedbirleri almak, sonucunu Allah’a havale etmektir. Elde ettiği nihaî sonuca da razı olmak veya katlanmaktır. Bizim en büyük eksiğimiz sonuca bir türlü razı olamıyoruz. Beklentilerimizin ve hayallerimizin büyüklüğü nispetinde büyük hayal kırıklıkları yaşıyoruz. Bu da dolayısıyla bizi mutsuz ediyor.
|