Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bu faize dağ dayanmaz

Temmuz 2006’da toplam sıcak para 49.0 milyar dolar idi. 2007 temmuz ayında 99.3 milyar dolar oldu. Geçen temmuzdan bu temmuz ayına sıcak para 50.2 milyar dolar arttı. Bir yılda katlandı.

Hisse senedi satın almak için, Hazine bonosu ve tahvili satın almak için, bankalardan faiz almak için gelen dövize sıcak para deniliyor.

Paranın sıcağı soğuğu olmaz ama, soğuk para hareket kabiliyeti olmayan paradır. Örneğin fabrikaya, arsaya bağlanan paradır. Sıcak para ise hareket kabiliyeti bulunan, bağlandığı yerden her an çözülebilecek paradır.

Sıcak parayı getiren canı istediğinde, daha önce satın aldığı hisse senedini, bonoyu, tahvili satar, bankadan mevduatını alır. YTL’den dövize döner, dövizini alır, çeker gider.

Sıcak para artıyor

Acaba son bir yılda 12 aylık dönemde Türkiye’ye neden 50.2 milyar dolar sıcak para girişi oldu? Cevap basit. Çok yüksek faiz ödedik. Sadece faiz yüksek değil. Buna ek olarak döviz fiyatı da devamlı ucuzladığı için, döviz getirerek bozduranın, parasını YTL cinsi faize yatıranın getirisi (reel faizi ) daha da artıyor. Çok çok yüksek oluyor.

2006 Temmuz ayında dolar 1.55 YTL idi, bu yılın temmuzunda 1.27 YTL oldu. Geçen temmuzda 1000 dolar getiren, dolarını bozdurarak 1.550 YTL’lik bono aldı. Yüzde 21.51 faiz ile bir yıl sonra eline 1.884 YTL geçti.

1.884 YTL’yi dolara çevirirken doları 1.27 YTL’ye gerilemişti. Eline 1.468 dolar geçti. Bir yıl önce 1.000 dolar getirmişti. 1.476 dolar götürdü. (İktisatçı Alaattin Aktaş’ın hesaplamasını, kaba çizgilerle aktardım.)

Gelen sıcak para küresel döviz hareketine bakılır ise küçük ama, bize göre büyük. Hisse senetlerimizin yüzde 70’i, kamu kuruluşlarının elindeki bonolar dışındaki bonoların yüzde 24’ü sıcak para getirenlerin elinde. Toplam 100 milyar dolarlık sıcak para milli gelirimizin dörtte biri büyüklüğünde. Bu nedenle sıcak paranın girişi çıkışı bizi çok etkiliyor.

Yüzde 47 olur mu?

Herkesin gözü sıcak parada. Yabancılar 2-3 milyar dolar karşılığı hisse senedi veya tahvili satarak YTL’den dolara döndüğünde bizim piyasa altüst oluyor. İşte bu nedenle bu düzenin bozulmamasını isteyenler sıcak paranın çıkmaması için, daha çok sıcak para girmesi için yüksek faiz politikasını destekliyor.

Bu nedenle bir yılda 100 getirenin 147 geri götürdüğünü görenler daha çok sıcak para getiriyor ama bu sıcak paracılara ödenen yüzde 47.68 reel faiz gökten inmiyor. Sizin cebinizden çıkıyor.

Milliyet, 23.8.2007

Güngör URAS

24.08.2007


 

‘Ay, bu türbanı modernleştirelim, lütfeeen!’

En başından muradımı langadanak söyleyeyim de, Alerjik Bünyeler boşuna bu yazının topraklarına girmesinler, topuklayıp Bekir Coşkun Vari’lerle (onlardan bizim gazetede de var yeterli miktarda) laik(çi) fanatik başbilen gönüllerine limonata serpsinler.

Tan Sağtürk, Bale Âlemi için ne ise; Atıl Kutoğlu da Moda Âlemi için odur! Aynen.

Bir PR canavarı! Limited yeteneğiyle ters orantılı bir kendini meşhur etme iştahı! İnanılmaz 1 gündemleme arzusu/azmi/kararlılığı!

Yetenek az olunca, anlaşılan, gurur da onunla düz orantılı oluyor; Varlığını Meşhur Olmaya Adamış Kişi önüne gelen her şeyi kullanıyor, her mevzuu İstismara Açık Hazine Arazisi telakki ediyor.

Müteahhit Acar’ın ormanlara/hazine arazisine kaçak dikme ‘tutkusu’ ne ise, bunların da medyalamada buldukları her boş santimetrekareye ‘işaretleme’ arzusu aynen- öyle. Denetimsiz bir kondurma (kuş) hırsı, kaçak devre yapıyor.

Ve fakat Türkiye’nin İklimini Belirlemeye Doymayan/Doyamayan Adamın, İklimatör Genel Ağbi E.Özkök’ün DE hakkını yemeyelim buralarda. Açın bakın Hürriyet Arşivi’ni, Kutoğlu ‘En Sophia uydurukçuluğu ben yaptım/Hayrünnisa hanımla habire görüşüp modernelimi BEN uzattım’ palavrasyonlarıyla ortalığa saçılmadan çoook önce-

Hiç yazmadıysa 5 kere, 6 kere yazdı (nerden artık esi esiverdiyse) Amiral Kaptan Özkök:

“Hani Kutoğlu’yla 1 çalışmalar yürütülüyordu.

Çok merak ediyorum o moda(lama) çalışmalarının neticesi ne oldu? Oldu? Oldu?” diye. Diye.

Kendisini, SosyopatŞirinelerinEcesi Gülben Ergen’e benzetmişliğim çoktur. Ama en nihayet Atıl Kutoğlu’nun bağrına Son 100 Yılın İmaj Balonu arzusunu bizzat E.Özkök düşürmüştür. Aynen Hülya Avşar’ı hatırlatan bir ‘Oportünizm Benim Testeremdir/Testosteronumdur’ kumpanyalamasıyla.

Zira Avşar Kadını da çıkıp (1 nevi Türkmen Kızı) “Niye, bilmem ki, Emine hanım şakkadanak başörtüsünü çıkarmaz meydanda? Mesela ben de zaten kapanmayı düşünüyorum” buyurmuştu. Yakın zamanda. Böyle sallamalara doymaz bünyesi+bütçesi. Biliyorsunuz.

Zaten (Türk Tarih Kurumu Başına göre 1 Türkmen Dişisi olarak) Reyhan Gürtuna’yı da fena halde beğeniyor, takdir zart zurt ediyormuş Avşar Kadını.

Muhtelif ucubik merhalelerin akabinde, saçlarını salıp da Husband’s Little Helper Gürtüna Hanım, çarpışan otolarda fotoğraflanınca, takdirlemeye doyamamıştı ‘Saçları Rüzgârda Otolonan Reyhan Hanım’ı nitekim Amiral Özkök Efendi. Yazı konusu yapmıştı, Avşar’ın konu konusu yaptığı üzre.

Yani Ertuğrul Özkök 1 Hülya Avşar’dır, 1 Gülben Ergen (sırasıyla); bazı bazı da Balenin Sağtürk’ü/Modanın Kutoğlu’sudur. ‘Trendy’ olan, ‘belirleyici’ olan, dıngıldayan, kımıl kımıldayan ne var ise (ya da olmasını istiyor ise) O’dur yazılarıyla, fikirbazlıklarıyla, dengedanlıklarıyla.

Bu Müthiş Sosyoloji(k) Dehamızın önünde(n) Sezer’in, Ecevit’ten devraldığı (gözyaşı içinde şiir kasetleriyle) kasketi salladıktan sonra, konumuza dönmemiz icap eder ise-

Ağbi; nedir bu yapışkan 1 ısrarcılıkla PR’ların Efendisi Kutoğlu’nu röp.’lemelere doymayan kıvamlara sevk eden ‘Modernleştirelim şu mereti de, biz de rahat edelim, Askeriye de.’ Tutkusu? İnadı? Tepinmesi?

Reyhan Gürtuna’yı (saçlarını tam salmadan önce) muhtelif şapkalamalarla Apokurya Maskarası kıvamında yeterince diyelim izlemedik mi? Utanmadık mı İnsaniyet namına? Oportünizm dininden?

Tüm o Sophia Loren Eşarpları’yla filan Kutoğlu’nun işkembeyi kübradan salladığı modeller, saçları şu kadar/ya da bu kadar gösteriyor 1 kere.

Ortada ‘İnançlılar’ diyebiliriz, ‘Dindarlar’, ‘Müslümanlar’ diyebiliriz; (...)bir kitaba gönül bağlamış insanlar var. Onların inancına, dinine, imanına göre de başlarının bağlı olması gerekiyor. Başlarını bağlamak ve öyle yaşamak istiyorlar.

O zaman huzur buluyorlar. İyi hissediyorlar.

Hiçbir kitaba İNANMAYAN bir kadın olarak, başlarının bağlı olması, giyimleri kuşamları beni hiç mi hiç mi hiç rahatsız etmiyor. Ama diyelim demokrasinin gereği olarak yapılan seçimlerin akabinde, partisinin tek adayı olan Abdullah Gül yeterli oyu alırsa, memleketimizin cumhurbaşkanı olacak diye Hayrünnisa hanımın manevi bir ablukaya alınması beni üzüyor. Dahası utandırıyor. Yüzümü kızartıyor.

“Başını öyle bağlama da, böyle bağla”, “Bak Avusturya’da konuşlanmış 1 Yetenek Fukarası/PR Canavarı senin için ne ciciler, ne abukluklar hazırlıyor.” “Birazcık revize/reforme/çekiştirmeyle seni şöyle bir alt üst edivermez miyiz yani?” kumpanyaları, adalet duygumu rencide ediyor. Mahçubiyet Dalgaları da habire kıyılarımı döven, cabası.

Laikçilik bu mudur? Bu pazarlıkçılık, esnaf ruhu, dayatmacılık, karşındakini çocuklayıp kandırmaca yapışkanlığı, ısrarı mıdır? Üstelik ‘laikçi Müslümanlar’ vs. uyduruk kaydırık kisveleri altında, sizler bağlı/bağımlı olduğunuzu iddia ediyorsunuz Kuran’a. Ben değil!

Niye peki İnananların Kitabında Yazanlara benim kadar olsun hürmet gösteremiyorsunuz?

İşi mütemadi bir ‘Aldım verdim/Ben seni yendim’e döküp kendi Gizli Reçetelerinizi yaratıklandırıp kakalamaya çalışıyorsunuz?

Hayrünnisa Hanım 2002 yılı dolaylarında, (Türkiye’yi tanıtabilir miyim efem? numerosu nedeniyle) yalnızca 1 kez görüştüğü Kutoğlu’yla- Üstün Yeteneksizliğini/Tasarımlarının Derin sıradanlığını/Ruhsuzluğunu, PR Yollarında başını gözünü dağıtarak telafi etmeye çalışan 1 Denetimsiz Sosyopat’la neden sürekli birlikte anılarak, saçma sapan bir ‘revizyon’, ‘ıslah’, ‘ehlileştirme’ çalışmasına itilmek isteniyor?

“Allah’tan reva mıdır?” desem hiçbir şey ifade etmez böylesi oportünistlere eminim.

Ama yarı ya da çeyrek ‘kitaplı’ olmaktansa, vicdan+izan sahibi bir dinsizlik hali bin kere yeğdir de- diyebilecek kadar bu kandırıcı/usandırıcı/güvenceli ve dolambaçlı hallerinden (hayatın herrr alanında) bezdim, bezdim bu kıymeti (PR bezirgânlıklarından menkul) tiplerin.

Radikal, 23.8.2007

Perihan MAĞDEN

24.08.2007


 

Mutsuz kadınlar

Türbanlı kadınlara yapılan haksızlıkları sona erdirmeye girişmiş olan ve bu açıdan da desteklediğimiz siyasi kadrodan şunu da talep etmek bizim hak ve vazifemiz: Gelecekten umudunu kesecek kadar mutsuz ve tedirgin olan kadınlarımıza da sahip çıkın, onlara ümit verin, bu da sizin göreviniz

Toplumları geleceğe kadınlar taşır. Dolayısıyla gelecekten umudunu kesmiş mutsuz kadınların çoğunlukta bulunduğu bir toplumun da geleceği yoktur demektir.

Son günlerde başı örtülü olmayan kadınlar arasında bir mutsuzluk, bir gerginlik var. Bunların arasında AKP’ye destek vermiş olanlar da var. Onlar da mutsuz ve tedirgin.

Evet; türban dini inanış açısından önemlidir de, bu aynı zamanda sert bir siyasi tavrın da sembolü haline getirilmiş durumdadır.

Bu sert siyasi tavrın kendi yaşam stillerine, hayatlarına bir müdahale, bir zorlama anlamına geleceğini düşünen kadınlar Türkiye’den umutlarını gerçekten kesmek aşamasındalar.

Bu mutsuzluk dalga dalga gelip, kadının ne düşündüğüne, aldığı tavırlara önem veren erkekleri de gelip vuruyor.

Yaygınlaşıyor mutsuzluk, umutsuzluk bugün Türkiye’de.

Bu böyle de; bugüne kadar türbanı nedeniyle toplum yaşamından dışlanmış olan ve zor durumda bırakılan kadınlar mutsuzdu.

Herkes ‘Öteki’nin mutsuzluğunu ötelerde bir yerde gördüğünden, kimse mutsuzluğu toptan silmeye girişmedi.

Türban böylece yıllar boyunca çözülemeyen yara olarak kaldı, büyük haksızlıklar yapıldı türbanlı kadınlara ve ailelerine karşı.

Haksızlığa, eşitsizliğe ilke olarak karşı çıkmazsanız, haksızlık bir gün gelip sizin tarafı vurduğunda laf etme hakkınız da kalmaz.

Türbanlı insana yapılmış olan haksızlığa karşı yıllardır hem yazıda hem de iş hayatımızda tavır aldığımızdan bugün türbansız kadınlara yapılabilecek baskıya da rahatlıkla karşı durabiliyoruz.

Bakınız; Türkiye yıllardır kadınlarını bir şekilde mutsuz edip duruyor. Bir ara türbanlı kadınlar mutsuz ve umutsuzdu. Şimdi de başı açık kadınlar gelecekten korkuyor. Toplumun bir türlü ayağa tam kalkıp dik duramamasını bile buna bağlayabiliriz.

Mutsuzluğa, umutsuzluğa tümden karşı çıkalım. Kişisel tercih özgürlüğü yaşam stili ve insan özgürlüğü mutlak olarak sahip çıkılacak haklardır. Bunun aması maması yok öyle ama filanı da yok. Tavır illa da mutlak olacak. Ancak tavrımızı düzgün alırsak, farklı yaşam stillerinin, tercihlerin birbirine saygı duyacağı ortamı yaratabiliriz.

Akşam, 23.8.2007

Serdar TURGUT

24.08.2007


 

Gazetecilik... Nereye kadar...

Bab-ı Ali’nin genel havasına uyup, basın-siyaset ilişkilerine dönük bir yorum patlatmak gerekiyor mu... Biraz öyle...

Ama yine de ‘vakit kaybı’na neden olmaktan endişe ederim...

Yaşanılan bir filmi, yeni oyuncular ile yeniden çekmek gibi bir şey bütün bu izlediklerimiz...

Türk demokrasisinin emekleme çağından gelen çocukluk hastalıkları nüksetmiş sanki...

‘ Sistemi kontrol etme alışkanlığını’ sürdüren güçler, meclisteki temsil aritmetiğinden memnun değillerse, ya orduyu, ya da basını sürerler cepheye bu ülkede...

Dönün bakın 1950’li yıllara... Neler yaşanmış... Sonrasını bir inceleyin... Durum böyle...

Sağolsun, Orgeneral Büyükanıt geçtiğimiz günlerde, ‘ ben dükkanı kapattım’ deyince, ortada basın kalmış oldu...

(...)

Siyaset-basın ilişkisi, üzerinde binlerce kitap yazılmış, araştırmalara konu olmuş ve bugün hala tartışılan çok karmaşık bir konudur...

Dünya ve Türkiye’nin yaşadığı deneyimler çerçevesinde bu karmaşık ilişki ağı, günümüzde sınırları hemen hemen belli olan bir noktaya gelmiştir. Bilişim çağında gazetecinin ana görevi en ‘ temiz’ bilgiyi elde etmek ve onu kurumsal-bireysel hiç bir çıkara alet etmeden kamuyla paylaşmaktır. Bu dönemde bir köşe yazarına düşen esas görev ise gelişmeleri uzman beyin kimyasıyla takip edip, ‘ zaman fukarası’ okurlara en sağlıklı bir şekilde yorumlamaktır...

İşimiz bundan ibaret... Yani, yaşanılan güne iyi bir ‘ yansıtıcı’ olmak...

Sistem, biz gazeteci ve köşe yazarlarından Türkiye’yi yönetmemizi beklemiyor... Böyle bir görevimiz yok...

Eğer memleketi yönetmeye adayım diyorsanız, onun yolu belli, günümüz meclisinde pek çok meslektaşımız bu hedef doğrultusunda görev almış durumdalar...

Köşe yazarlarının ‘ siyasi misyon’ üstlenmeye başladıkları dönemlerden rahatsız olurum... Biraz, generallerin siyaset yapmalarına benzer...

İçinde demokrasi için gizli tehditler taşır...

Star, 23.8.2007

Ardan ZENTÜRK

24.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri