Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Washington’un gözü TSK’da

Baş döndürücü gelişmelere dolu bir yaz sonunda döndük dolaştık başladığımız noktaya geri döndük. Adalet yerini buldu ve Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi. Peki bu son dört ay Türkiye’nin dünyadaki imajını nasıl etkiledi? Bu soruya verilecek en doğru cevap şu: Dünya ikiye bölündü. Bir kısım Batılı medya Türkiye’deki başdöndürücü gelişmeleri ‘İslam’ ve ‘laiklik’ arasındaki amansız bir mücadele olarak değerlendirdi. Oldukça hatalı olan bu analiz, gene hatalı bir şekilde ‘İslam kazandı’ sonucuna vardı.

Diğer grupta ise gazetecilik mesleğini ciddiye alan ve daha çalışkan Batılı yorumcular vardı. Ankara’daki kavga ve gürültüyü izlemekle yetinmeyen bu gözlemciler, halktan kopuk yerli yorumcularla konuşmak yerine, Anadolu’ya çıkıp biraz nabız yoklamaya karar verdiler. Bu sayede Türkiye’de yaşanan gerilimin İslam ve laiklik arasında değil ‘halk’ ile ‘elit’ arasında olduğunu başarıyla tespit ettiler.

Toplumsal dinamikleri doğru değerlendiren bu Batılı gözlemciler, aynı zamanda yeni bir sosyo-ekonomik sınıfın da kapitalist düzen içindeki önlenemez yükselişine tanık oldular.

Sonuçta salt ‘laiklik’ eksenli dar bir analiz yapanlarla, olaylara “demokrasi, ekonomi ve toplum” çerçevesinden daha geniş açılı bakanlar arasında dünya basını ikiye bölündü.

Birleşme noktası

Peki bu iki farklı yorumun birleştiği bir nokta var mı? Maalesef var. Maalesef diyorum, zira ortak nokta ‘darbe olur mu’ kaygısı. İşin zaten en acı tarafı da bu. Yaşadığımız son dört aylık süreçte Türkiye’nin siyasi imajı son derece büyük bir yara aldı dünya nezdinde. Dört yılda zar zor elde edilen demokratik kazanımlar dört ay içinde neredeyse uçup gitti. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde olduğu resmen unutuldu. Nasıl unutulmasın ki? Darbe olur mu diye sorulan bir ülke nasıl Avrupa Birliği’ne üye olacak? İşin daha da moral bozucu tarafı, kimse bu soruya gönül rahatlığıyla “Saçmalamayın, Türkiye’de artık darbeler dönemi çoktan kapandı” diyerek cevap veremiyor. Son dört ay işte böyle bir utanç tablosu yarattı Türkiye’de demokrasi adına.

Washington’da durum aynı. Türkiye denince akla gelen ilk soru askerin tavrı. Kimse birkaç bildik ve ciddiye alınmayan isim hariç Erdoğan hükümetine kızgın değil. Tam tersine, ülkeyi germeyen bir tutum takındığı için Başbakan Erdoğan takdir ediliyor ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını hak ettiği herkes tarafından kabul ediliyor. Ancak hemen arkasından endişeli bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında sorular geliyor. Şimdi ne yapacaklar? Bir daha muhtıra verirler mi? Ne tür gerginlik çıkabilir?

Güven tahribatı

Fakat bu soruları soran Amerikalı yetkililerin anlamadıkları bir konu var. O da kendi gösterecekleri tepkinin önemi. Mesela 27 Nisan sonrası ABD Dışişleri göstermekte geciktiği tepkinin yarattığı güven tahribatını halen kavramış değil. Hatırlarsanız muhtıradan hemen sonra ABD’nin ilk tepkisi ‘taraf tutmuyoruz’ şeklinde olmuştu. Oysa Avrupa Birliği çok daha demokratik bir tavır sergileyerek hemen demokrasiden yana tavır almıştı. Peki neden ABD bu kadar temkinli davrandı 27 Nisan konusunda?

Unutmamak gerekiyor ki Washington’un temel meselesi sadece ve sadece Irak. Avrupa Birliği’nin aksine, Bush yönetimi her adımını Irak’a endeksli bir şekilde atıyor. Dolayısıyla Türkiye söz konusu olunca ABD’nin korkulu rüyası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a büyük bir askeri operasyon düzenlemesi. Bu durumun bölgede ciddi bir Türk-Kürt çatışmasına dönmesinden çekiniyorlar. Irak’ın en sakin bölgesinin de aniden bir kan gölüne çevrilmesi Bush yönetimi için tam bir kâbus senaryosu. O nedenle Washington Türkiye’de her ihtimali göz önünde bulundurmak zorunda hissediyor kendisini. Bu maalesef şu anlama geliyor: Eğer darbe olursa TSK ile iletişim kanallarını sağlam tutmak ve Kuzey Irak konusunda ani bir sürpriz ile karşılaşmamak istiyorlar. Bu durum ABD’nin Türkiye’de yaşananlara demokratik tepki vermesini engelliyor.

PKK, ‘İslâm’ ve Atatürkçülük

Ayrıca Washington Türkiye’de Kemalist kadroların Amerika’ya karşı ne kadar öfkeli olduğunun da farkında. Evet, bu öfkenin önemli bir kısmı PKK nedeniyle. Ama yabana atılmayacak bir ‘elit’ kesim ABD’ye ‘İslam’ meselesi nedeniyle de son derece kızgın.

TSK ve emekli generaller başta olmak üzere bütün Kemalist cemaat Washington’un AK Parti’yi kullanarak Ortadoğu’da ‘ılımlı İslam’ modeli yaratma peşinde koştuğunu düşünüyor. ABD Dışişleri Ankara’da böyle bir ‘Atatürkçü’ algılama olduğunun farkında olduğu için bazen AK Parti’ye mesafeli davranma ihtiyacı duyuyor.

Buna bir de Kuzey Irak’a operasyon konusunda en istekli gözüken kurumun Genelkurmay olmasını ekleyin. İşte o zaman ABD neden Türkiye’de demokrasiden yana yeterince tavır alamıyor kolayca anlaşılıyor. Sonuç olarak Washington Kemalistleri bütünüyle kaybetmekten ve bir askeri darbe yaşanmasından korkuyor.

Bu korku hali Washington’u ordu konusunda daha detaylı analiz yapmaya zorluyor. Mesela darbe veya muhtıra olur mu sorusu dışında en çok merak edilen ikinci konu TSK içinde herhangi bir görüş ayrılığı bulunup bulunmadığı. ‘İrtica’ ile mücadele alanında TSK içindeki kararlılık, amaç birliği ve yekpare duruş biliniyor. Ancak bu mücadeleyi başarılı ve etkili bir şekilde verme metotları konusunda TSK içinde belirli fikir ayrılıkları olduğu sezinleniyor. Akıl yürütme yoluyla TSK içinde iki farklı grubun var olduğu farz ediliyor. Bir tarafta 22 Temmuz gecesi 27 Nisan muhtırası nedeniyle pişman olan ‘ılımlı’ generaller. Diğer taraftaysa herhangi bir pişmanlık duymayıp ‘laikliğin kırmızı çizgilerinin’ bu şekilde belli edilmesinin ‘milli görüş’ hareketini tasfiye ettiğine inananlar. Önümüzdeki kritik bir iki yıl TSK içindeki bu iki grup arasındaki mücadeleye tanık olacak gibi gözüküyor. Umarız Türkiye bu zor dönemi kazasız belasız atlatabilir. Demokrasiye, sivil bir anayasaya, Avrupa Birliğine ve ‘Çağdaş medeniyet’ kavramını doğru şekilde özümsemiş bir TSK’ya Türkiye’nin bugün her zaman olduğundan daha da fazla ihtiyacı var.

Brookings Enstitüsü Türkiye Programı

Direktörü Radikal, 3.9.2007

Dr. Ömer TAŞPINAR

04.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Washington’un gözü TSK’da

  Askerlik ve ciddiyet

  ABD, İsrail kıskacında

  Bu çekingenlik niye?


 Son Dakika Haberleri