Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Asker konuşmaz, amuda da kalkmaz!

Bir İngiliz generali. Adı, Mike Jackson. Sir ünvanı da var.

Geçen yıla kadar İngiliz ordusunun Genelkurmay Başkanı’ydı. Afganistan ve Irak savaşları patladığı zaman kuvvetlerinin başında operasyonlarını yönetiyordu.

63 yaşında emekli oldu.

Anılarını yeni bitirdi.

Kitabın adı Asker.

Çıkmak üzere olan hatıralar kamuoyunda şimdiden büyük gürültüler koparıyor. Kendi ülkesini ve Amerika’yı Afganistan ve Irak’tan dolayı yerden yere vurduğu için öyle.

Eski Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in Irak’a ilişkin savaş planlarını zeka özürlü buluyor.

Başkan Bush’un Irak konusunda denetim yetkisini Dışişleri Bakanlığı’ndan alarak Pentagon’a vermesini büyük bir hata olarak niteliyor.

Rumsfeld ve çevresindeki neo-con’ların izlediği politikaların Irak’ta iflas ettiğini söylüyor.

İngiliz Generalin eleştirileri konusunda Amerikan Savunma Bakanlığı’nın fikri sorulunca lafı uzatmıyor:

“Farklı görüşler, açık ve demokratik toplumların en temel özelliğidir.”

General Mike Jackson’ın Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekliye ayrıldıktan sonraki açıklamaları da kamuoyunda çok tartışılmıştı.

Daha çok kendi ülkesinin Afganistan ve Irak politikalarını eleştirirken eski Başbakan Blair’i yerden yere vurmuştu. İngiliz hükümetinin ve Savunma Bakanlığı’nın savaşla ilgili sözlerini tutmadığını BBC’ye demecinde belirtirken, ihanet sözcüğünü bile esirgememişti.

O zaman kendisine sorulur:

“Neden şimdi konuşuyorsunuz?”

Emekli General yanıtlar:

“Asker konuşmaz çünkü...”

Şöyle devam eder:

“Ben Genelkurmay Başkanı olarak Başbakan’a yönelik eleştirilerimi kapalı kapılar arkasında ilettim. Genelkurmay Başkanları yasal olarak hükümeti halkın önünde eleştiremez.”

Sonra da:

“Şimdi emekliyim, sivilim, istediğim gibi konuşurum” diyerek noktayı koyar eski İngiliz Genelkurmay Başkanı Sir Mike Jackson.(x)

Bu yazıyı niye yazdım?

Herhalde sır değil.

“Asker konuşmaz çünkü!” sözünün altını çizmek için... Askerle sivilin demokrasilerdeki yerini bir kez daha vurgulamak için...

Bu yer bizde de belli.

Karmaşık değil.

Ama kağıt üstünde öyle.

Anayasa ve yasalara göre asker bizde de kapalı kapılar arkasında konuşmak durumundadır. Çünkü, bağlı olduğu sivil siyasal otoriteye, en başta Başbakan’a, kendi alanıyla ilgili görüşlerini hangi platformlarda ileteceği yasalarda belirtilmiştir.

Ama son söz siyasete aittir.

Demokratik rejimlerin bu temel ilkesi bizim ülkemizde genellikle kağıt üstünde kalıyor.

Ne yazık ki öyle.

Bugüne kadar sivil siyaset kurumu, bu temel ilkenin kağıt üstünden kalmasını seyretmekle yetindi.

Bu kayıtsızlık sürecek mi?

İhtimal vermek istemiyorum.

Asker konuşmaz ilkesini hayata geçirmek ‘yeni dönem’in öncelikli demokrasi hedeflerinden biri olmalıdır.

Olacağını da sanıyorum.

Demokrasiyi ikinci sınıflıktan kurtarmanın yolu buradan geçiyor.

Demokrasi içinde sivil sivilliğini, asker askerliğini, gazeteci gazeteciliğini bildikçe taşlar yerli yerine oturur, Büyükanıt Paşa’nın amuda kalkmasına da gerek kalmaz.

x The Daily Telegraph, 1 Eylül 07; Vatan gazetesi, 12 Aralık 06 ve 2 Eylül 07; geçen cumartesi ve pazar günkü İngiliz gazeteleri.

Milliyet, 4.9.2007

Hasan CEMAL

05.09.2007


 

Fikr-i takip

Ferit Develioğlu’nun ünlü Osmanlıca-Türkçe ansiklopedik lügatında ‘fikr-i takip’ bir düşüncenin peşinden gitme, bir konu üzerinde sonuçlandırmaya yönelik ısrar anlamında tanımlanıyor.

Ülkemiz Türkiye’de bu kavram hem gündelik yaşamda, hem basında, hem siyasette en çok eksikliği duyulan kavramların başında geliyor.

Bir önemli olay oluyor, Türkiye hop oturuyor hop kalkıyor, sanki önümüzdeki on senenin tek gündemi maddesi bu olay olacakmış gibi duruyor ama çok kısa bir sürede olay unutuluyor, en azından geniş kitleler olayı unutuyor ve böylece de meseleler askıda kalıyor, Türkiye sonuçlandırılamamış olaylar, bilmeceler ülkesi haline geliyor.

Özünde çok önemli meselelerin neden sonuçlanmadığı, sonuçlandırılamadığı konusunda doğal olarak rivayet hep muhtelif ve ülkemizi iyi tanıyanlar bu sonuçsuzlukların nedenlerini kavrıyorlar.

Ancak, sonuçlanamayan, aydınlatılamayan meselelerin neden aydınlatılamadığını bilmek olayın vahametini, önemli vakaların aydınlatılamamış olmasının ülkeye, hukuka yani devlete zararlarını doğal olarak ortadan kaldırmıyor.

Aydınlatılamamış olayların sayısının çok yüksek olduğu ülkelerin özgür ve zengin ülkeler olması da mümkün değil.

***

Yeterince aydınlatılamamış olaylar çok gerilere gider; Cumhuriyet döneminde Sabahattin Ali cinayeti, Lockheed yolsuzluk olayının tüm dünyada bir bizde cezasız kalmış olması geçmişin en iyi bilinen, en tipik olayları.

Eminim, Sabahattin Ali cinayeti aydınlatılmış olsaydı, Lockheed rüşvet olayı tüm dünyada olduğu gibi bizde de sonuçlandırılabilmiş olsaydı bugün çok farklı yani daha özgür ve daha zengin bir ülkede yaşıyor olacaktık.

Aydınlatılamamış ve arkası gelmemiş olaylar serisi öyle çok eskilerde kalan bir konu da pek değil.

22 Temmuz seçimlerinde CHP’den TBMM üyesi ve sonra da Meclis Başkan Vekili olan Sayın Güldal Mumcu bildiğiniz gibi kalleş bir cinayetle yaşamını yitiren gazeteci Uğur Mumcu’nun eşi; Sayın Güldal Mumcu benim de izlediğim eski bir TV programında bu konuda Sayın Mehmet Ağar ile tartışmaya girdiğinde Sayın Ağar, Güldal Hanım’a mealen ‘bu mesele aslında çözülebilir ama bir tuğlayı yerinden oynatırsak hepimiz bu duvarın altında kalırız’ demişti.

Acaba, bugün Meclis Başkan Vekili konumuna gelen Sayın Güldal Mumcu bu tuğla ve duvar meselesini aydınlatabilecek mi, doğrusu merak ediyorum.

Daha çok yeni bir tarihte, yaklaşık dört ay önce 10. Cumhurbaşkanı Sayın Sezer ‘Cumhuriyet tarihinin en karanlık, en tehlikeli döneminden geçiyoruz’ gibi bir ifade kullandı; Sayın Sezer bugün artık sıradan bir yurttaş ve acaba bu ifadesi ile ne kastettiğini bizlerle paylaşacak mı, bu konuyu da doğrusu çok merak ediyorum.

Yine çok yakın bir tarihte, Genelkurmay Başkanı ve İkinci Başkanı yaptıkları bir basın toplantısında Güneydoğu illerimizde uzaktan kumandalı mayın patlatma ile askerlerimizin şehit oldukları olaylara karşı bir manyetik alan yaratma ve böylece bu menfur saldırıları önleme projesi geliştirdiklerini ifade ettiler; bu konuda nasıl bir ihale süreci işliyor doğrusu bu konuyu da çok merak ediyorum.

Yaklaşık bir sene önce devlette çok önemli görevler üstlenmiş bir grup insan, yine çok yüksek görevli kişilerin de katılımıyla ‘erke dönengeç’ adını verdikleri, enerji kullanmadan enerji üreten bir makine icat ettiklerini, detaylarını da çok yakında vereceklerini duyurmuşlardı; bu dehşetengiz projenin akıbetini de yine çok ama çok merak ediyorum.

Benzeri örnekleri günlerce gazete sahifelerine taşıyabilirim ama basınımız, insanlar neden bu konuların arkasını merak etmiyorlar, fikr-i takipte bulunmuyorlar doğrusu bunu da çok merak ediyorum.

Star, 4.9.2007

Eser KARAKAŞ

05.09.2007


 

AB’nin dört beklentisi var…

Avrupa Komisyonu da tatilden çıktı ve işbaşı yaptı.

Ancak çok ilginçtir, tatil döneminde yine de en yakından izlenen konuların başında, Türkiye’deki genel seçimler ve özellikle de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı konusu vardı.

Asıl yankıları bu ay içinde daha iyi anlaşılacak, ancak daha şimdiden şu kadarını söyleyebilirim ki, Avrupa Birliği son gelişmelerden memnun ve bunları, Türkiye demokrasisinin olgunluk sınavından geçtiği şeklinde yorumluyor.

Tabii bütün bunlar söz…

Bir de işin özü var…

Özünde ise, durum pek parlak değil.

Zira Türkiye kendini öylesine seçimlere verdi ki, Avrupa Birliği projesi tümüyle unutuldu.

Koskoca bir yıl süresince bir tek adım atılmadı.

AB dosyası Türkiye tarafından adeta kapatıldı.

Avrupa Komisyonu bu durumdan hiç memnun değil.

Nedeni de basit.

Saat işliyor ve kasım ayı başında İlerleme Raporu yayınlanacak.

İlerleme raporu, müzakerelerin karnesidir.

Bu karne son derece önemli. Komisyon, bu karneye dayanarak Türkiye’nin çabalarını köpürtecek ve müzakerelerin dondurulmaması gerektiğini savunacak.

Oysa, karneye baktığımız zaman, yukardan aşağıya kırık notlarla dolu olduğunu görüyoruz. Hele dört bölüm var ki, koskocaman birer sıfır almış durumdayız. Kasım başına kadar bunları düzeltebilirsek ne ala. Hiç değilse, ortalamamız geçerli düzeye gelecek. Aksi halde, çok daha güç duruma düşeceğiz.

Hiç zaman harcamadan düzeltilmesi gerekenler de şunlar:

1.) 301’inci MADDE

2.) VAKIFLAR YASASI

3.) OMBUDSMANLIK YASASI

4.) SAYIŞTAY YASASI

Posta, 4.9.2007

Mehmet Ali BİRAND

05.09.2007


 

İsrail lobisi olmasaydı...

Geçen hafta, Amerikan dış politikasını derinden sarsacak bir kitap yayımlandı. John J. Mearsheimer ve Stephen M.Walt’ın yazdığı kitap “The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy (İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası)” adını taşıyor. Kitabın tümünün okunması lazım ama yazarların kitapta bahsettikleri konulardan bazı önemli bölümleri aktarmaya devam ediyorum:

ABD’deki İsrail lobisi, demokrasi tarihinin en etkili ve en büyük parayı toplayabilen lobisidir.

Lobi sayesinde, ABD gerek barış ve gerek savaş durumunda İsrail’i kayıtsız şartsız desteklemektedir. Bu destek stratejik ortaklığın çok üzerindedir.

ABD’de “Hıristiyan Siyonistler (Christian Zionists)” denilen bir kesim vardır. Bunlar, İsrail lobisiyle birlikte hareket ederler.

ABD’nin Ortadoğu politikasını son dönemde, petrol şirketleri lobisi veya zengin petrol şeyhlerinin lobisi şekillendirmemiştir. Çünkü, onların süregelen çıkarları vardı ve düzeni değiştirmek istemediler.

Lobi olmasaydı, barış olacaktı

İsrail Lobisi, kendi görüşlerini savunan politikacıları ödüllendirmekte, karşı çıkanları cezalandırmaktadır. Cezalandırma, seçim harcamalarına katılmama biçiminde olmaktadır.

Irak Savaşı’na karar veren İsrail lobisi değildi ama lobi olmasaydı, sorunlar savaş çıkarılmadan çözülebilecekti.

Suriye’ye karşı güdülen ve rejim değişikliği istemeye kadar varan politikaların arkasında, İsrail hükümeti vardı. Lobi olmasaydı, muhtemelen İsrail-Suriye barışı söz konusu olabilecekti.

ABD’yi İran’a karşı sürekli kışkırtan da İsrail lobisi oldu. İran’ın başına Ahmedinecad gelmeden önce, nükleer silah yapımı konusunda bir anlaşma sağlanabilirdi.

İsrail’in ABD tarafından kayıtsız şartsız destekleniyor olması, İslam ve Arap dünyasında derin kızgınlık yaratmaktadır.

İsrail savunma sanayi öyle desteklenmiştir ki, 2004 yılında İsrail dünyanın 8. büyük silah sağlayıcı ülkesi olabilmiştir.

ABD, artık İsrail’in stratejik bir varlık mı yoksa stratejik bir yükümlülük mü olduğuna karar vermelidir. Belki de, 11 Eylül saldırısı, ABD’nin İsrail’e verdiği şartsız destekler nedeniyle yapıldı.

İki bin yıldır bu topraktalar

Tanrı tarafından Musevilere “Vaat Edilmiş Topraklar” varsa, bundan Araplara ve Filistinlilere ne? Onlar iki bin yıldır bu topraklarda oturuyorlar ve böyle bir vaade inanmıyorlar. Üstelik, tarih boyunca Araplar, Musevilere diğer devletlerin yaptıkları zulmü yapmadılar.

Temel İsrail lobisi, American Israel Public Affairs Commity’dir (AIPAC). Washington Institute for Near East Policy (WINEP), lobiler için araştırmalar yapar. Anti-Defamation League (ADL) ise organizasyonların liderliğini üstlenmiştir. Christians United for Israel de (CUFI) işbirliği içinde yer alır.

Israel Policy Forum (IPF), American Jewish Commitee gibi, American Jewish Yearbook’ta yer alan seksenden fazla lobi de faaliyetlerini bu kuruluşlara rapor ederler. JINSA ve WINEP gibi “think tank” kuruluşları da lobinin sonuç almasında etkili olurlar. (ADL’nin Ermeni tasarısını destekliyor olması, bu nedenle bizim için çok önemlidir.)

Yazılanların abartılı olup olmadığını anlayabilmek için bile, bu kitap okunmalı.

Milliyet, 4.9.2007

Yaman TÖRÜNER

05.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri