Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Kariyer

Sera Gölünün kenarında (1)

Dostluklar var, saman alevi kadar kısa sürer; dostluklar var, bir gezi ya da bir yolculuk süresince sürer; dostluklar var, bir meslek ya da bir öğrencilik boyunca ve dostluklar var, ömür boyu uzun sürer.

Benim bahsedeceğim ömür boyu dostluktan; yıllar onu eskitememiş, tam aksine onu cilâlayarak derinleştirmiş, geçmişe kök ve geleceğe dal budak salmış. Ben öyle bir dostluğu olan dosttan söz ediyorum. Şimdiye kadar yıl geçmemiş ki bir araya gelmiş olmayalım; saatlerce birbirimizi dinlememiş, bildiklerimizi paylaşmamış, dertlerimizi dökmemiş, yaşamış acılarımızdan haz almamış olmayalım. Onunla her bir araya gelişimizde çok renkli bir nostalji yaşarız.

İşte Sera Gölünün tam üstünde ama gölün büyük bir bölümü karşımıza gelecek şekilde bir masada karşılıklı oturuyoruz. Yeni yeni dostluklarla yenilenen kadim iki dost bir araya gelir de gündeme gelen konular olmaz mı?

Elbette sıradan, günlük konular değildi bunlar.

Sera Gölü, dağ ve tepelerin arasında ve yeşilin koyu tonunun kuşattığı bir yerdedir. Yıldızlı Beldesinin de katkılarıyla manzaraya hasret kalmış insanların uğrak yeri olmuştur. Etrafındaki lokantalarıyla az çok turistik bir görüntü kazandırılmış. Etrafındaki koyu yeşillikten suyu da yeşil gözüküyor.

Yeşil olduktan sonra başka güzellikleri aramaya gerek yok. Masamız sade. Göl bir eğilmelik mesafede altımızda. Önümüzde vakvaklayarak gelip geçen ördekler. Ara sıra zıplayan balıklar ve kenarda balık avlar göründüğü halde oltasına balık yakalanacağına inanmayan bir çocuk… Bizim gibi iki dost için tam duyguları coşturacak bir ortam.

Ben iki tür şükür içindeyim. Biri aylardır görmediğim bir dostumun yanı başındayım ve diğeri muhteşem olduğu kadar büyüleyici bir manzaranın karşısındayım. İçim sıkışmış bir yanardağ gibi, uzun zaman lavlarını boşaltamamış. Sanırım dostum da öyle.

Nerden başlayalım?

Günlerce birlikte olacağız. Belki Sera Gölünün kenarında ve belki de Sera Gölünü gören hakim bir tepede. Ya da kâh orada ve kâh oradan Karadenizin o kendilerine özgü özellikteki köylerin görüleceği tepelerin üstünde. Yüksek yerleri benim istediğim kadar o da istemektedir; tepelere tırmanmaktan hoşlandığım kadar o da hoşlanmaktadır. Benim aşık olduğum kadar o da tabiata aşıktır. “Onun benim kadar ya da benim onun kadar”lar o kadar çok ki, ben o ve o da ben olup çıkıyor.

Dostluk, iki kişinin arasındaki ortak noktalar ile doğru orantılıdır. Hele hoşlanılan şeylerin aynı olması aramızdaki dostluğu oldukça derinleştiriyor. Belki de üç kilometreden fazla bir tepeye tırmanmayı içinden geçiren dostuma, benim de “çıkılabilir o tepeye ya” diyerek destek çıkmam bunu göstermiyor mu? Gülüştük. Burası orası derken, bir de baktık ki, en az otuz köyün görüldüğü tepenin en hakim yerindeyiz. Karadeniz köyleri dağınık olduğu gibi köy evleri de birbirinden uzaktır. Her köyde minareli bir cami var; uzaktaki köy sayılarını bu minarelere bakarak saymak kolay. Eski tahta evler yok artık. Apartmanlar ve villa tipi evler çoğunlukta. Çok yönleriyle köyler şehirleşmiş; şehirler köylere hasret.

O tepede ya da o tepeciklerde derinden bir şükür ettik ikimiz de. Yarım asra yakın bir tarih bırakmıştık ardımızda. Küçük bir tarih de bizdik, yan yana tarihimize seviniyorduk. Çocukluğumuzu, gençliğimizi ve yetişkinliğimizi yaşadık bu tepede. Üç devreyi birden aynı dolulukla yaşamak, gerçekten şükretmeye değer.

Bize göre bir dağ olan bu tepenin üstünde, dostum haklı olarak bu çıkışa tam uygun düşen şu sözü hatırlattı: “Halk dağın eteğine kadar çıkar; dağın zirvesine ancak Musa olanlar çıkar.”

Tabiatın bu efsunlayıcı güzelliğinin etkisinde kalarak bu tepeye çıkmayı başaran ikimiz de haklı olarak birer Musa’ydık. Bizim yaptığımız çoklarına göre bir delilikti. Evet, biz iki deliydik, ama uyumlu iki deli. Tabiatın karşısında deliye dönmeyen kim varsa o da zırdelidir.

Şehrin kalabalıklarından bıktık. Beton yığınları üzerimize çökecek gibi bizi tehdit ediyor. İnsanlar estetik duygulardan uzaklaşmış; yalnızca et ve kemik yığınından ibaret hale gelmiş. Ve ikimiz kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyoruz. Tabiatın enginliği, sessizliği ve bir o kadar canlılığı içinde deliye dönmemek mümkün mü?

Biz durup dururken o tepenin zirvesine çıkmakla buna delilik diyen bunca yığınların karşısında elbette birer Musa’ydık.

Hüseyin KARA

15.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Başlıklar

  İçsel keşif macerası

  Sera Gölünün kenarında (1)

  San’at ve heyecan

  YASEM AJANDASI


 Son Dakika Haberleri