Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

“Biz ve gelip geçmiş atalarımız ölüp toprağa karıştıktan ve kemik yığını haline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?”

Sâffât Sûresi: 16-17

16.09.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İyiliklerin seni sevindirir, kötülüklerin de seni üzerse, sen olgun mü'minsin.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 1, no: 379

16.09.2007


ESMA-İ HÜSNA

Hâlık

Allah (c.c.), Hâlık’tır, Hallâk’tır. Yani Cenab-ı Allah yaratıcıdır, halk edicidir, îcad edicidir, yoktan ve hiçten var edicidir. Bütün kâinat Allah’ın hilkatinin eseridir, yaratıcılığının şâhitleridir.

Cenab-ı Hak kâinatta her şeyi, her zaman, en mükemmel biçimde, en güzel tarzda, eksiksiz, kâmil ve noksansız olarak yaratır, halk eder, îcat eder, var eder. Allah’ın yaratıcılığına had, hudut ve sınır yoktur; her şeyi halden hâle çevirir, yaratıştan yaratışa geçirir. Cenab-ı Hak, dilediği şeyi dilediği anda yaratmaya kadirdir. Her an her şeyin halk edilmesinde tek emir, söz, yetki ve fiil sahibi Cenab-ı Allah’tır.

Hâlık ismi ve bu ismin mübalağa şekli olan Hallâk ismi hem Peygamber Efendimiz (asm) tarafından bildirilmiş,1 hem de Kur’ân’da yer almıştır.

İnsanın Allah tarafından yaratıldığını, başka hiçbir şeyin ve sebebin yaratıcı olamayacağını önemle vurgulayan Kur’ân, insanı, Yaradan Allah’ın adını bilmeye ve tefekkür etmeye çağırır.

İlgili âyetlerin bir kaçı şöyledir:

“Yaradan Rabbinin adıyla oku! O insanı pıhtılaşmış kandan yarattı.”2 “İşte Rabbiniz olan Allah budur! Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin Hâlıkıdır. Öyleyse Ona ibâdet edin. O her şeye vekîldir.”3 “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibâdet ediniz.”4

Şu muntazam kâinatı görüp, Hâlık-ı Zülcelâli kemâl sıfatlarıyla tasdik etmemenin, her şeye bir ulûhiyet vermek gibi bir dîvâneliği netice vereceğine, bunun ise bir mecnunluk hezeyanından farksız olacağına işâret eden5 Bediüzzaman Saîd Nursî, bitkilerin tohumlarının ve çekirdeklerinin yalnız kendi Hâlıklarına el açan birer niyet, niyaz ve duâ kutucuğu hükmünde bulunduklarını;6 her şeyin kendinden çok kendi yaratıcısını gösterdiğini; kâinatta her şeyi kuşatan “yaratma” fiilinin, Hâlık’ın vücuduna apaçık işâretler teşkil ettiğini beyan eder.7

Bedîüzzaman’a göre, haşri getirmek ve âhireti yaratmak, Hâlık-ı Hakîm-i Rahîmin kudretine nisbeten bir bahar kadar kolaydır. Bütün kâinatta tezahürleri görünen rahmet, inâyet, hikmet, rubûbiyet ve kemâlât hakikatleri haşrin vukûundan haber vermektedir.8

İnsan, hayat gibi değeri ölçülemeyecek bir nimete mazhar oluşunun kıymetini ve hayat hakkı olarak, Hâlıkının isimlerinin cilveleri ile süslendiğini bilmeli ve kâinat Hâlıkının yüksek nazarına şükrünü arz etmelidir.9 Hâlık ismiyle Allah’a yanaşmak isteyen birisi, önce kendi Hâlıkı hususiyetiyle, sonra bütün insanların Hâlıkı cihetiyle, sonra bütün hayat sahibi varlıkların Hâlıkı unvânıyla, sonra da bütün mevcûdâtın ve kâinatın Hâlıkı ismiyle alâka kurmalıdır.10 İnsanın bu dünyaya gönderilişinin hikmeti ve gayesi, kâinat Hâlıkını tanımak, Ona îman edip ibâdet etmekten ibârettir.11

Bediüzzaman, Âyetü’l-Kübrâ adlı risâlesinde, Hâlıkını arayan bir seyyahın otuz üç mertebede Hâlık Teâlânın zorunlu varlığına ve birliğine, kâinattan deliller bularak îman ettiğini temsil yolu ile anlatır.12

Bedîüzzaman’a göre, her bir hayvanın, her bir kuşun, her bir canlının duyguları, kuvvetleri, cihâzları, âzâları ve âletleri birer şiirimsi kelime ve birer muntazam ve mükemmel söz hükmündedir. Bu sözlerle ve bu kelimelerle her bir hayvan ve her bir kuş Hallâklarına ve Rezzâklarına şükrederler ve Allah’ın birliğine şehâdet getirirler.13

Hallâk isminin hakîkî olduğunu, gölge olmadığını; aslî olduğunu, yüzeysel ve teorik olmadığını beyan eden Bediüzzaman, bu ismin aynası ve tecellîsi olan varlıkların da—her ne kadar Vâcibü’l-Vücudun vücuduna nisbeten zayıf ve kararsız birer gölgeden ibâret olsalar da—hayal ve vehim olmadıklarını kaydeder.14

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Tirmizî, Daavat: 86; 2- Alak Sûresi: 1-2; 3- En’am Sûresi: 102; 4- Bakara Sûresi: 21; 5- Sözler, s. 62; 6- A.g.e, s. 325; 7- A.g.e, s. 619; 8- Şuâlar, s. 37; 9- A.g.e., s. 84; 10- Sözler, s. 182; 11- Şualar, s. 93; 12- A.g.e., s. 159; 13- A.g.e., s. 108; 14- Mektûbât, s. 85.

16.09.2007


Ramazan-ı Şerif ayı ve oruç

Ramazan-ı Şerif ayı, rahmet, mağfiret ve günahlardan temizlenme ayıdır. Cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Çünkü Hz. Peygamber (asm):

“Ramazan ayının; ilk onu rahmet, ortası mağfiret ve sonu da cehennem azabından kurtulmadır” buyurmuştur.

Ramazan ayı iyiliklerin ve faziletlerin toplandığı aydır. Çünkü, İbni Abbas’dan (ra) rivayet edilen hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (asm) “Eğer ümmetim, Ramazan ayında olanları bilmiş olsalardı, senenin tamamının Ramazan ayı olmasını tercih ederlerdi. Çünkü, güzellikler, onda toplanmıştır. İbadetler onda daha makbuldür. Duâlar onda kabul olunur. Günahlar onda bağışlanır” buyurmuştur.

Ramazan, öyle mübarek bir aydır ki, insana insanlığını öğreten, beşeriyeti dalâlet bataklıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturan Kur’ân bu ayda nazil olmuştur.

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.”

Mü’minler Ramazan ayına kavuşmayı ve onda ibadet etmeyi şiddetle arzu ederler. Çünkü, Ramazan ayına kavuşmanın sevinci, ateşten kurtulmak anlamına gelir. Peygamberimiz (asm) “Bir kimse Ramazan ayına kavuşmasından dolayı sevinirse, Allah onun vücudunu Cehenneme haram kılar” buyurmuştur.

Bir mü’min, Ramazan ayına tam inanarak ve sevabını Cenâb-ı Hak’tan bekleyerek oruç tutması günahlarının affedilmesi demektir. Çünkü bu konuda Hz. Peygamber (asm) “Bir kimse tam inanarak ve sevabını Allah’tan bekliyerek Ramazan ayında oruç tutarsa Allah onun geçmiş günahlarını affeder” buyurmuştur.

Ramazan bir ay boyunca öyle makbul vakitlerle doludur ki, Ramazanda ruh ve kalplerini temizleyip, nefislerini dizginleyen mü’minlerin duâlarının kabul olması rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle umulur. Çünkü; Ramazanda hem İlâhî rahmet coşmakta, hem de mü’min Allah’ın yanında makbul bir kul haline gelmektedir. Peygamberimiz (asm): “Ramazan mübarek bir aydır. Onda Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlara zincirler vurulur. Her gece bir nidâ edici şöyle seslenir: ‘Ey hayrı arayan, hayra yönel. Ey şerri arzulayan, vazgeç’” buyurmuştur.

Ramazan ayına Ramazan isminin verilmesi; tutulan oruçlarla Allah’ın, kullarının günahlarını yakıp, yok etmesinden dolayıdır. Arapça’da “Ramazan” kelimesi; “güneşin sıcaklığı, şiddetle ve yakarak gelmek, şiddetli olmak, yakmak, kesinleştirmek, günahları yakmak ve eritmek” anlamlarına gelir. Bu hususta Peygamberimiz (asm) “Ramazan ayına bu ismin verilmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir” buyurmuştur.

Ramazan ayı, mü’minlerin kendilerini bağışlatmak için fırsat telâkkî edecekleri bir ay olmalıdır. Böyle bir aya kavuştukları zaman günahlarını affettirmek için tevbe etmeli ve Peygamberimizin (asm) şu hadisteki mesajını iyi almalıdır:

“Yanında benim adım anıldığı halde bana salâvat getirmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. Üzerinden Ramazan gelip geçtiği halde günahları bağışlanmayan kişinin burnu sürtülsün. Anne ve babası yanında ihtiyarladığı halde onları râzı ederek Cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün.”

İslâmın diğer meselelerinde olduğu gibi bu hususta da en güzel örnek olan Hz. Peygamber (asm), Ramazan ayında her türlü ibadet ve duâlarını fazlalaştırırlardı. Ayrıca etrafındaki mü’minlere de, ikram ve hasenâtta bulunmak sûretiyle onların da bol bol duâ ve hayır yapmalarını isterdi.

Baştan sona kadar İlâhî rahmet tecellîlerine sahne olan Ramazan’da iftar vakitlerinin ayrı bir feyzi ve kıymeti vardır. Bu müstesna vaktin duâlar açısından taşıdığı ehemmiyeti, Peygamberimiz şu hadisi ile belirtmiştir:

“Üç kişi vardır ki, duâlarını geri çevirmemek Allah üzerine bir haktır. Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkını alıncaya kadar mazlûm, evine dönünceye kadar misafir.”

Ramazan ayında yapılacak en önemli ibadetlerin başında Kur’ân hatmi yapmak ve mukabele takip etmek gelir. Oruç ile birlikte okunan Kur’ânlar ve yapılan mukabeleler kıyamet gününde şefaatçi olacaklardır:

“Kıyamet günü oruç ve Kur’ân, kula şefaat edeceklerdir. Oruç şöyle diyecek: ‘Ey Rabbim! Ben onu gündüzleyin yemesinden ve nefsânî isteklerinden alıkoydum. Hakkında şefaatimi kabul eyle!’ Kur’ân da şöyle diyecek: ‘Ey Rabbim! Ben onu geceleyin uykusundan alıkoydum. Hakkında şefaatimi kabul eyle!’ İkisinin de şefaati kabul edilir.”

Ramazan ayını iyi değerlendirmek gerekir. Çünkü; Allah’ın rızasına uygun tutulan orucun, bir sonraki seneye kadar küçük günahlara keffaret olacağını Peygamberimiz (asm) şu hadisleriyle haber vermişlerdir:

“Ramazan ayının orucu, bir sonraki Ramazan ayına kadar geçen zaman içerisinde işlenen küçük günahları affettirir.”

Oruçlu olan mü’min, sadece aç ve susuz kalmakla iktifa etmemelidir. Bununla birlikte bütün azalarına da oruç tutturmalıdır. Gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını, kalbini ve diğer azalarını da günahtan korumalıdır.

Gözü harama bakmaktan korumalı, Allah’ı hatırlatmaktan alı koyacak ve şer’ân bakılması yasak olan her şeyden veya harama götürebilecek vasıtalardan kaçınılmalıdır. Çünkü harama bakış, onu harama sevk eden araçlardan birisidir ve şeytanın tuzağıdır. İnsanı fuhşiyâta ve zinaya götüren en tehlikeli yol, kötü ve art düşünce ile bakmaktan başlar. Bunun için Peygamberimiz (asm), kötü ve şehvet nazarı ile bakmayı şeytanın zehirli okları olarak vasıflandırmıştır:

“Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla onu terk eder, yani şehvet gözü ile bakmazsa, Allah ona öyle bir iman nasip eder ki, zevkini kalbinde duyar.”

Oruçlu olan kimseler maddî ve manevî oruç bozan şeylerden kaçınmalıdır. Maddî olanlar: Yemek, içmek ve nefsanî arzulardır. Mânevî olanlar ise; orucu maddî sebepler gibi bozmamakla birlikte, orucun sevabını gideren veya azaltan sebeplerdir. Bunu da Peygamberimiz (asm) şöyle açıklamışlardır:

“Beş şey orucu bozar (sevabını azaltır): Yalan konuşmak, gıybet etmek, koğuculuk yapmak, yalan yere yemin etmek ve şehvetle bakmak.”

Dilini yalan, gıybet, koğuculuk ve küfür olan şeylerden korumalıdır. Oruçlu olan mü’min, dilini tesbih ve Kur’ân ile meşgul etmelidir. Peygamberimiz (asm) oruçlu olanların nasıl oruç tutmaları gerektiğini şöyle belirtmiştir:

“Oruç, bütün fenalıklardan ve cehennemden koruyan kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit, cahillik ederek kötü söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle kavga etmek veya kendisine karşı kaba davranış içinde olursa; ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun.”

Kulağına oruç tutturmalıdır. Kulağın orucu; şer’an dinlemesi haram, mekruh olan şeylerden kulağı korumak demektir. Konuşulması yasak olan bir sözü dinlememesidir. Eğer dinlemek mecburiyetinde kalırsa, ya orayı terk etmelidir veya kendini başka şeylerle meşgul etmelidir. Konuşulan şeyleri dinlerse veya iştirak ederse günahta beraberdirler. Çünkü Hz. Peygamberimiz (asm), “Gıybet eden ve dinleyen günahta müşterektir” buyurmuşlardır.

Yukarıda saydığımız azaların dışındaki diğer azalarına da oruç tutturmalıdır. Ellere, ayaklara ve mideye oruç tutturmalıdır. Oruç tutmaktan maksat aç ve susuz kalmak değildir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) “Nice oruç tutanlar var ki, tuttukları oruçtan, açlık ve susuzluktan başka bir kârları yoktur” demiştir.

Öte yandan bir başka hadisinde “Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçsuzdurlar. Nice yiyenler vardır ki, oruçludurlar” buyurmuştur. Oruç ibadeti bize emanet olarak verilmiştir. Bu emaneti iyi korumak gerekir. Hz. Peygamber (asm) “Şüphesiz oruç bir emanettir. Her biriniz bu emaneti korusun” buyurur.

Oruç emanetinin korunması demek, yalanı, kötü amelleri bırakmaktır. Kötü arzu ve heveslerini terk etmektir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) “Oruçlu olan bir kimse, yalanı ve kötü ameli bırakmazsa, onun yemesini ve içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur” demiştir.

[email protected]

Halil ELİTOK

16.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri