Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Ramazanın dördüdür

Mü’min hoşgörülüdür

İfrat tefritten kaçar

Hak onun ölçüsüdür

Nurseven

16.09.2007


Bir kirpi oku mesafesindeki sevgi

Kirpilerin üşüdükleri zaman nasıl ısındıklarını biliyor musunuz?

Bu soruda nereden çıktı diyebilirsiniz? Ya da, “Sevgiyle kirpilerin nasıl bir bağlantısı olabilir ki?” diye düşünebilirsiniz. Ama inanın bana onların ısınmak için yaptıkları davranışta sevginin ideal tanımını bulacaksınız.

Kirpilerin ısınmak için kullandıkları yöntem oldukça ilginç. İlk okuduğumda bana çok farklı çağrışımlar yapmıştı. Havalar soğuduğunda ısınabilmek için birbirlerine sokuluyorlar, ama oklar birbirlerinin vücuduna değmeye başlayınca bu mesafeyi koruyorlar. Yani daha fazla yaklaşmıyorlar. Bu aslında onların katlanabilirlik sınırını belirliyor. Acıyı hissettikleri an duruyorlar. Özel alan, her biri için korunuyor. Isınırken kendilerine ait alanı da korumuş oluyorlar.

İki insanın ilişkisinde de katlanabilirlik sınırından söz edebiliriz. Genellikle bu mesafe korunmadığı zaman ya canımız acır ya da rahatsız oluruz. Karşımızdaki insana bu sınırı gösterememenin sıkıntılarını yaşarız. Kendi mahrem alanımızı korumakta zorlanırız. Birbirimize yakınlık ve sevgi için sokulduğumuzda o ince mesafeyi koruyabilsek keşke…

Birisini sevdiğimiz zaman onun her şeyiyle bize ait olmasını, en yakın mesafede durmasını ve bizim bilmediğimiz hiçbir sırrının olmamasını isteriz. Bazen öylesine yaklaşırız ki, sevgimizle onu boğarız. Uzaklık kadar fazla yaklaşmış bir yakınlık da acıtır insanı. Sevginin esmeye yer bulamadığı alanda, sadece nefes alamamakla kalınmaz; hayal bile kurulamaz.

Bu bazen eşimiz, bazen çocuğumuz, bazen de yakın bir arkadaşımızdır. Onun bizim dışımızda yaşayacağı deneyimleri kısıtlarız, kıskanırız. Ölümcül bir dansa dönüşür ilişki, ama kendini kurtarmakta ciddî bir çaba gerektirir. Biz olalım derken iç içe girmiş tek bir ben oluveririz. Diğer benin içinde kendi benimiz erir ya da kaybolur. Bazen bunu fark etmek yıllarımızı alır, bazen de fark ettiğimizde artık çok geçtir.

Biz içinde ben olma çizgisi öyle ince bir sınırdır ki, tanımlamak kadar yaşamak da zordur. İnce bir beceri gerektirir. Kendin yok olmadan, diğerinin kimliğinde erimeden ve bunu yaparken de hırçınca bir varoluş sergilemeden, yaradılışının sana sunduğu özel yönlerini tanımak ve yaşamak… Bunu fark etsek bile hayatımıza aktarmamız ne kadar zamanımızı alırdı, hangi yaşlara geldiğimizde bunu gerçekten yaşayabilirdik acaba?

Bizim toplumsal ilişki mantığımızda; iç içe, dip dibe olmak sağlıklı bir birlikteliğin esası olarak görülür. Piknik alanlarında bile herkes birbiriyle sırt sırta oturur. Biraz uzak duran yadırganır, merak edilir ve çeşitli kurgularla yargılanır. Kendini beğenmekle suçlanır. Kendine alan bırakabilen, hayır demeyi başarabilen insanlar kabul görmez, enaniyet sonucu böyle davrandığı düşünülür.

Bir kirpi oku mesafesinde ama, yıllarca yıpratmadan, tüketmeden, taptaze bir sevgiyi yaşamak... Bu duyguyu en güzel şekliyle Halil Cibran’ın şiirlerinde bulabiliriz. Şair, sağlıklı bir sevginin tatlı betimlemelerini yapar şiirlerinde:

“Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız.

Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız.

Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgârları aranızda dans edebilsin.

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın,

Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun.

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil,

Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır;

Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı,

birbirinin gölgesi altında büyüyemez.” 

Hayatta bazı şeyler o kadar narindir ki, gereken özeni vermezsen, söner ve yok olur, sürekli onu beslemen gerekir. Eğer ona zaman vermezsen, nefes aldırmasan da boğulur gider. Avucundaki küçük bir serçe gibi... Çok sıkarsan ölür, gevşek bırakırsan da uçar gider. Sevgi de aynen böyledir, ince bir kavrayışta tutman gerekir avuçlarını, ama bu ne kadar olmalı dersen?

Bunun ölçüsünü sana ancak kalbinin sesi verebilir.

16.09.2007


Allah mü'minden ne ister?

“Mü’minler kurtulmuşlardır. Onlar namazlarını huşû ile

kılarlar. Yine onlar boş işlerden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler. Yine onlar namuslarını muhafaza ederler. Yine onlar

emanete riâyet eder, sözlerine sadakat gösterirler. Onlar

namazlarını vaktinde kılmaya devam ederler. İşte onlar Firdevs cennetinin varisidirler ve orada ebedî kalacaklardır.”

(Mü’minûn, 23:1-11)

Açıklaması:

Mü’minûn Sûresi Mekke’de nazil olmuştur. İmanın sonuçlarından bahseder. Allah yaratılışın amacını iman olarak belirtmiştir. İman edenler Allah’ın rahmetine, dostluğuna ve sevgisine mazhar olur.

Yüce Allah “Mü’minler felâha ermişlerdir” buyurur. Felâha ermek ise kurtulmak, murada ulaşmak, hayra kavuşmak ve huzur bulmak anlamına gelen mânâsı çok geniş bir kelimedir. Yedi özelliği kendisinde bulunduranların kurtulacakları, huzura ve mutluluğa kavuşacakları ifade edilir. Bunlar: İman etmek, namaz kılmak, boş işlerden kaçınmak, zekât vermek, iffeti korumak, emanete riayet etmek, sözlerine sadakat göstermektir.

Yüce Allah kurtuluş için iman ve salih ameli göstermektedir. Salih amel ise yedi temel üzerine bina edilir. Yüce Allah bu âyette bu yedi temel ahlâkı bize ders vermektedir.

16.09.2007


Abdurrahman bin Avf (571-652)

Cennetle müjdelenen bahtiyar on Sahabeden biridir. Cahiliye devrinde bile içki içmeyen güzel ahlâklı nâdir insanlardandı. İslâmiyeti kabul eden ilklerden oldu. Hazret-i Ebûbekir’den sonra, Peygamber Efendimizin katıldığı cemaate namaz kıldırarak imamlık yapan ikinci kişidir. Asıl adı Abdülkâbe olup, bilâhare Peygamber Efendimiz tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi.

Abdurrahman, 571 yılında Mekke’de doğdu. Genç yaşta ticaretle uğraşmaya başladı. Hazret-i Ebubekir (ra) ile samimî bir dostluk kurdu. İşte bu büyük dostun vasıtasıyla İslâmiyetle müşerref oldu. Habeşistan’a giden Müslümanlarla birlikte hicret etti. Oradan da Medine’ye gitti. Peygamber Efendimiz Ensar ile Muhacir’i kardeş ilân ederken, ona da kardeş olarak Medine’nin zenginlerinden olan Sa’d ibn Rebi’ (ra) düştü.

Abdurrahman, Peygamber Efendimizin bereket duâsına mazhar olanlardandı. Bu mübarek duâdan sonra çok büyük bir servet sahibi oldu. O oranda da cömert davrandı. Bir seferinde yedi yüz deveyi yükleriyle birlikte fîsebilillah tasadduk etti. (Mektûbât, s. 145.) Kendi ifadeleriyle, “Elime taş alsam, altın ve gümüş olduğunu gördüm” diyecek derecede büyük nimetlere mazhar oldu.

Zenginlikte ileri giden Abdurrahman; kendisinden daha fedakâr olanları yâd ederken, “Benden daha hayırlı olan Mus’ab bin Umeyr şehit olduğunda kefen olarak bir hırkaya sarıldı. Başı örtülünce ayakları, ayakları örtülünce başı açıkta kalıyordu. Benden hayırlı olan Hamza da şehit olduğunda böyle olmuştu. Daha sonra servetimiz alabildiğine çoğaldı. İyiliklerimizin karşılığını bu dünyada almaktan ve ahirete bir şey kalmamasından korkarım” dedikten sonra gözyaşlarını tutamadı ve yemeğini de yiyemedi.

Peygamber Efendimiz, Dümetülcendel üzerine (628) yapılan bir seferde onu kumandanlığa getirdi ve kendi elleriyle başına sarık sararak sancağı eline verdi. Tebük seferi sırasında imamlık ettiği namaza, Peygamber Efendimiz de gelince iştirak etti. Böylece Hazreti Ebubekir’den (ra) sonra o da Allah’ın Resûlüne imamlık yapmış oldu. Yine vefatında Peygamber Efendimizi kabrine indiren dört Sahabeden biri de odur.

Peygamber Efendimizden (asm) hadis-i şerif rivayet etmede çok hassas davrandı. Rivayet ettiği hadislerden birinde Peygamber Efendimizin, “Kadın, beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, namusunu korur, kocasına da itaat ederse ona, ‘Dilediğin kapıdan Cennete gir’ denilir” şeklindeki ifadelerini aktarmıştır.

Araştırma MERKEZİ

16.09.2007


Sıfat-ı Peygamber

*Asr-ı Saadetin güneşi: Saadet asrının, yaşadığı zamanın güneşi, tek aydınlatıcısı.

* Ayn-ı hak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi: Allah’ın gönderdiği Kur’ân’ın emir ve yasaklarını insanlara anlatan zat.

* Benî Âdem’in medar-ı şerefi: İnsanoğlunun şereflenme sebebi olan zat.

* Bihakkın fahr-i kâinat: Yaşayışıyla, davranışlarıyla ve konuşmasıyla kâinatın gerçekten gurur vesilesi olan zat.

*Burhan-ı bâhir: Cenâb-ı Hakkın varlığına ve birliğine denizler büyüklüğünde bir delil.

* Burhan-ı hak: Allah’ın varlığına gerçek bir delil.

* Burhan-ı nâtık: Cenâb-ı Hakkın varlığına ve birliğine konuşan bir delil.

* Bütün enbiyânın reisi: Bütün peygamberlerin en büyüğü, reisi.

M. Fahri UTKAN

16.09.2007


Sorularla Oruç

*Ramazan orucu için niyet nasıl yapılır?

Oruç için niyet, kişinin oruç tutacağını bilmesi ve oruç tutmaya karar vermesinden ibarettir. Oruç için sahura kalkılması, oruç için sahurda bir bardak su içilmesi veya oruç için sahurda bir lokma bir şeyler yenilmesi de niyet yerine geçer.

Ayrıca dil ile de niyet edilebilir. Dil ile niyet edileceği zaman şöyle denir: “Niyet ettim Allah rızası için yarınki Ramazan orucunu tutmaya.”

*Ramazan orucu için her gün ayrı niyet etmeli miyiz?

Ramazan-ı Şerifte her gün için ayrıca niyet edilmelidir. Çünkü her günün orucu müstakil bir ibadettir. Ramazan’ın başında bir defa toplu niyet edilip artık niyet edilmemesi doğru değildir, yeterli değildir. Çünkü her gün bir ayrı ibadet günüdür. Her günün tecellîleri de farklı olmaktadır. Bir gün sıhhatli iken, bir diğer gün hasta olabilmekteyiz. Bir başka gün yolculuğa çıkmak zorunda kalabilmekteyiz. Bu durumda baştaki toplu niyetimiz bizi sıkıntıya sokacaktır. Çünkü oruç tutmaya kudretimiz yetmediğinde, en baştaki toplu niyetimiz ve sözümüz bizi bağlar. Allah’a karşı sözümüzde duramamak, her halde istenir bir durum olmasa gerek. Bu açıdan Ramazan ayında her günün niyeti ayrıdır.

Süleyman KÖSMENE

16.09.2007


İftar Sofrası

Malzemeler:

İri bir tavuk budu (kalça ile birlikte), 1 Çorba kaşığı tereyağı, 3-4 cm'lik çubuk tarçın, Anason, 2 diş sarımsak, 1 halka ince limon dilimi, tuz, karabiber

Hazırlanması:

Tavuk budunu, hafif yumuşattığınız tereyağı, tuz ve karabiber ile sıvayın.

Yeterli boyutlarda bir yağlı kâğıda yerleştirin, üzerine anasonu, çubuk tarçını, ayıklanıp dilimlenmiş sarımsakları ve limon dilimini koyun.

Yağlı kâğıdı paket yapıp, fırın tepsisine yerleştirin.

Önceden 200 °C ısıtılmış fırında 35 dakika pişirin.

Kâğıt ve tavuk iyice kızarınca, servis tabağına alın, kâğıdı uçlarından açıp altına kıvırarak servis yapın. Afiyet olsun.

16.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri