Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Tarih önünde sorumluluk

Tahta at Truva surlarının dışında duruyor. Sözüm ona Atinalıların armağanı.

Truva’da tartışma başlıyor. Birileri, atı içeri almaktan yana. Ama, başkaları da, tersini söylüyor: “Hayır, tahta atı içeri almayalım.”

Atı almaktan yana olanlar kenti yönetenler, ciddi bir çoğunluk. Atın alınmasına karşı çıkanlar ise, küçük bir azınlık.

Yönetenler, atın alınmasına karşı çıkanları hain ilan ediyor, onları hapse atıyor ve tahta atı içeri alıyor.

Sonrası malum. Tahta atın içinden çıkan düşman askerleri Truva’da sur kapılarını açıp, kenti ele geçiriyor. Bir kent-devlet tarihten siliniyor.

HELE BİZİM İÇİN

Oysa, taht at içeri alınmasaydı, Truva için tarih çok başka akacaktı.

Amerikalı tarihçi Barbara Tuchman The March of Folly (Ahmaklığın Yürüyüşü olarak çevrilebilir) kitabında, Truva örneği dahil, tarihte bazı olayları ele alıyor ve şu çok önemli sonuca varıyor:

“Tarihin her döneminde ve dünyanın her coğrafyasında, belli bir azınlık, yaşanan olaylarla ilgili, o sırada doğruları söylüyor, ama yönetenler onları dinlemiyor, hatta hapse atıyor.”

Tuchman’ın tarihçi olarak gözlemi şöyle sürüyor:

“Yönetenlerin erdemi, farklı düşünceleri dinlemek, doğruyu belki onlar söylüyor, diyerek onlara kulak vermektir. Çünkü, her zaman doğruyu söyleyen birileri var.”

Çok geçerli bir gözlem. Hele de, geçmişte ve günümüzde bizim için.

TERÖRÜ FARK ETMEK

Birkaç gündür Milliyet’te Fikret Bila’nın Genelkurmay eski başkanları ve eski kuvvet komutanları ile PKK ve Kürt sorununa dönük röportajını okuyorum.

Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış emekli orgeneral Aytaç Yalman şunu söylüyor:

“Kürt yok dedik, sorunu göremedik. Kürtler dilini konuşmak, şarkısını söylemek istiyordu, ama biz, Kürt yoktur, diye eğitilmişiz. Sosyal talepleri bile yıkıcı faaliyet saydık. Hem sosyal sorunu, hem de terörün başlayacağını fark edemedik”. (Milliyet, 3 Kasım 2007).

Bir açıdan özeleştiri. Ama, öte yandan, çok vahim. Kuvvet komutanlarının MGK üyesi olduğu, MGK’nın ülke yönetimindeki etkinliği düşünülürse, bir MKG üyesinin, terörü fark edemedik demesi çok acı.

Bugünlere nasıl gelindiğinin aynası. Kürt sorunu olmadığı kabul edildiğine göre, o yönde politika yok. Olması gerekir, diyenlere o günlerde hain, diye bakılıyor.

EVREN’İN İTİRAFI

Dün aynı yazı dizisinde Kenan Evren itiraf ediyor:

“Kürtçe konuşulmasını yasakladık, 12 Eylül’de bir hatamız da, oydu. Biraz ağır yasak koyduk, hata yaptığımızı sonra anladım.”

O dönemde, Kürtçe konuşmayı yasaklamanın hata olduğunu söyleyen ve yazanlara, hain, damgası vuruluyor. Kürt sorunu ve terör bugün bu noktaya, işte bu devlet politikalarıyla geliyor. Bunu bugün itiraf iş değil. Sadece tarih karşısında mahcubiyet ve sorumluluk.

Amin Maalouf’un kitabında var: “Bir insana en büyük saldırı, onun diline saldırıdır, çünkü dil insanın kimliğidir.”

Ama, o kitap nerede, o eğitim nerede?

Hürriyet, 8.11.2007

Yalçın DOĞAN

09.11.2007


 

Komutanlar ve Kürt meselesi

AYTAÇ Yalman Paşa ödünsüz bir Kemalist, şahin bir komutan olarak bilinir. Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı “Türkiye’deki Toplumsal Değişimin Analizi” adlı yazı dizisinde, radikal bir laikliği savunuyor, Kürt meselesini sırf emperyalizm faktörüne bağlayarak “Dayatmacı ve otoriter tedbirlerle konuya yaklaşmalıyız, insanların farklılıkların peşinde koşmasına fırsat vermemeliyiz” diyordu.

Arkadaşımız Fikret Bila’ya yaptığı açıklamada ise, Aytaç Paşa, meselenin üç aşamadan geçtiğini söylüyor: Sosyal sorun dönemi, askeri dönem ve siyasallaşma dönemi.

‘Sosyal sorun’ döneminde Kürtler kendini ifade, dilini konuşmak, türküsünü dinlemek, kültürünü yaşamak gibi talepler ileri sürüyordu. Sorun o aşamada çözülebilirdi... Bunu belirten Aytaç Paşa şöyle devam ediyor:

“Oysa, bizler o dönemde,’Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz... Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz.”

Aytaç Paşa’yı ‘dün şöyle, bugün böyle diyor’ diye eleştirmiyorum. Hepimiz zihnen hazır olmadığımız yeni sorunlar karşısında her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Üstelik 1980’lere kadar “Kürt yoktur diye eğitilmişiz!” hepimiz.

Bu eğitim Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra başladı, 1931’de liseler için yazılan ünlü “Tarih” kitabı ile resmileşti. Karabekir’in, hatta Atatürk’ün bile Kurtuluş Savaşı sırasındaki sözleri sansürlendi.

Kurtuluş Savaşı dönemindeki bütünleşmeyi nasıl başardığımıza bakarak bir perspektif edinme imkânımız da ortadan kalktı!

1980’lerde ise artık ‘sosyal sorun’ dönemi aşılmış, taban kazanan Kürt milliyetçiliği terörle patlak vermiştir. Aytaç Paşa’nın ‘askeri dönem’ dediği süreç budur.

Üçüncü aşama ‘siyasallaşma’dır. PKK’nın içeride siyasallaşması o kadar önemli değil; var zaten partisi... Buradaki tehlike, PKK’nın uluslararası camiada, FKÖ gibi, ‘siyasal örgüt’ olarak kabul edilmesi tehlikesidir!

Artık bu aşamada bari eski şartlanmalarımızdan kaynaklanan hatalar yapmamalıyız, PKK’nın ekmeğine “siyasallaşma” yağı sürecek hatalardan sakınmalıyız.

PKK’nın uluslararası camiada “siyasal örgüt” değil, “terör örgütü” olarak görülmesini devam ettirmede en önemli etken, Türkiye’deki rejimin çağdaş standartlarda demokrasi olmasıdır.

‘Sosyal sorun dönemi’nde sorunu çözmek için gerektiği halde bunu göremediğimizden yapmadığımız açılımları yapmalıyız.

Bunun özeti, PKK’nın ‘demokratik hakları gasp edilmiş bir halkın örgütü’ gibi görülmesini önleyecek demokratik ve sosyal politikalardır.

Milliyet, 8.11.2007

Taha AKYOL

09.11.2007


 

27 yıl sonra pardon

Her türlü fikrin özgürce tartışılmasının kıymeti, emekli generaller konuştukça ortaya çıkıyor.

Önce “Kürtlere Dağ Türkü dedik, yanlış yaptık” diyen Aytaç Yalman konuştu.

Geçmişe yönelik hata itirafı sırası dün de 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren’deydi.

Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelerden ilgisi olmadığını savunan Evren’in asıl çarpıcı sözleri şunlardı:

“12 Eylül’de şöyle bir hatamız oldu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik.”

Bunun büyük bir hata olduğunu kabul eden Evren bugün geldiği noktada Güneydoğu’da hizmet yapan memurun Kürtçe bilmesi gerektiğini savunuyor. Oysa 12 Eylül darbesi sırasında ortaya çıkıp bu yasağı kınayan, Kürtçe konuşma hakkını savunan insanlar tutuklanıyor, üstüne üstlük işkence ve zulmüyle tarihe geçen Diyarbakır Cezaevi gibi yerlere gönderiliyordu.

Doğruyu elbette o dönemde de gerçeği haykıranlar, haksızlığa sesini yükseltenler yapıyordu.

Yanlış olan, fikrin baskıyla, zindanla susturulmasıydı. 30 yıl önce o sesini yükseltenler dinlenseydi, Türkiye belki bugün bu kadar sancılı bir süreçten geçmezdi. 12 Eylül’ün yasakçı atmosferi hiçbir zaman tam olarak silinemedi.

O dönemin yasakçı, baskıcı ruhu hâlâ yüreklerde yaşıyor.

Bugün de tek çözümü şiddette görenler, farklı fikir ve görüş ileri sürenleri susturmaya, bastırmaya çalışıyor. Serbest bir tartışma ortamının bulunmadığı durumlarda sağlıklı çözüm yolları geliştirmek mümkün olamaz.

O dönemin yasaklarını koyanlar bile bugün hatalarını kabul ediyorlar. Bugün de sadece sesi daha gür çıkanların dedikleri yapılırsa, 30 yıl sonra yeni bir özeleştiri dönemine tanıklık etmek durumunda kalabiliriz.

Akıllı toplumlar yakın geçmişteki hatalarından ders alabilenlerdir.

Hatayı kabul etmek yetmez, doğru dersi çıkarıp tekrarlamamak önemlidir.

Bunun için hukuk kuralları içinde herkesin görüşüne saygı duymak gerekir.

Demokrasinin önemi buradan kaynaklanır.

Demokrasi bu nedenle mevcut sistemler içinde en iyisidir.

Sabah, 8.11.2007

Ergun BABAHAN

09.11.2007


 

Komutanlardan acı itiraflar

Gazeteci Fikret Bilâ, üst düzey komutanlarla bir dizi söyleşi yaptı.

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman’dan sonra, 12 Eylül darbesini gerçekleştiren Org. Kenan Evren de, Kürt meselesinde yanıldığını itiraf ediyor. Yalman, “Biz Kürtlere Türklerin bir kolu diyorduk. Karda yürürken kart-kurt diye ses çıktığını, Kürt lafının buradan geldiğini düşünüyorduk. Sosyal talepleri bile yıkıcı faaliyetler olarak değerlendiriyorduk” diye günah çıkarıyor. Kenan Evren daha da ileriye gidiyor; yeni önerileri var. 12 Eylül döneminde konulan Kürtçe yasağını eleştirdikten sonra, “Güneydoğu’da hizmet verecek memurların Kürtçe bilmesi lazım” noktasına kadar, özgürlüklerden yana tavır koyuyor. Diyarbakır Cezaevi’ndeki ağır işkencelerden ise, haberi olmadığını söylüyor.

Bir insan, vicdan muhasebesi yapabilir; eskiden hatalı davrandığı sonucuna da varabilir. Ama, Aytaç Yalman ve Kenan Evren’in yegâne hataları, Kürt meselesindeki yanlış değerlendirmeleri değil. Onlar, siyasette de söz sahibi olmaya çalıştılar. Zaten Evren, oldu da. Aytaç Yalman ise, -Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Özden Örnek’in anılarından öğrendiğimize göre-, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün demokratik duruşu olmasa, 2003’te AK Parti’ye karşı düzenlenecek bir darbenin başını çekebilirdi.

Eğitimleri gereği, kendilerine benzemeyen yabancı unsurları “düşman” gibi gören askerlerimiz, gri tonları kolayca fark edemez. Bu yüzden sık sık olaylara yanlış teşhis koymaları mümkündür. Sorun, yanlış teşhisten değil, görüşlerini uygulamaya ve herkese dayatmaya kalkışmalarından kaynaklanıyor; teşhisi yanlış koymakla yetinmiyorlar, devletin resmi ideolojisinin ana unsuru haline getiriyorlar.

Diyarbakır Cezaevi’nde ortaya çıkan işkencenin temelinde de yanlış teşhis yatıyor. Evren, “Ben işkence emri vermedim. Haberim de yok” diyor. Emre ne gerek? Kürtçe’yi bile yasaklarsanız, gardiyanlar, “Kürtler, yok edilmesi gereken mahlûklardır” diye düşünmeye başlamaz mı? Ve, kurduğunuz otoriter rejimle, basın hürriyeti de ortadan kalkınca, ülkenin dört bir tarafında cereyan eden nahoş hadiselerden nasıl haberdar olacaksınız?

Sabah, 8.11.2007

Nazlı ILICAK

09.11.2007


 

Emekli komutanlar ne anlattı?

Fikret Bila, neredeyse bir haftadır Milliyet’te yayımlanan ve dün de kitap olarak piyasaya çıkan son çalışmasında, terörle mücadelede üst düzeyde, yani kuvvet komutanı veya genelkurmay başkanı sıfatıyla görev yapmış bir dizi emekli komutanla mülakatlar yapmış.

Mülakatların neredeyse hepsinde ortak bir nokta var: Komutanlar Kürt sorunundan söz ederken, vatandaşımız olan Kürtlerin dillerini konuşması, kültürlerini yaşaması ve yaşatması gerektiği konusunda olumsuz düşüncelere sahip değiller. Hatta zamanında Kürtçe yasağı uygulamış veya ‘Kürtler yokmuş’ diye düşünmüş olan komutanlar da bir anlamda günah çıkarıyor, ‘Keşke öyle söylemeseydik’ diyorlar. 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren daha da ileri gidiyor, ‘Güneydoğu’daki memurlar Kürtçe konuşmalı’ diyor, herhalde kamu hizmetlerinin Kürtçe de sunulabilmesinden söz ediyor.

Keşke Fikret Bila mülakat yaptığı eski komutanlara, bu görüşlere ne zamandan beri sahip olduklarını da sorsaydı. Acaba bu komutanlar görevdeyken de Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakların, kısıtlamaların kaldırılmasından yana mıydılar? Eğer yanaydılarsa, devlet politikalarının oluştuğu toplantılarda, örneğin Milli Güvenlik Kurulu gibi üst düzey zeminlerde bu görüşlerini dile getirmiş miydiler?

Herhalde getirmediler ki, uyduruk bir özel Kürtçe kursu meselesi veya eşit derecede uyduruk Kürtçe yayın meselesini çözmek Türkiye’nin onca vaktini aldı, askeri ve sivil kesimler arasında onca gerginliğe sebep oldu. Acaba ülkemizde Kürtçe dili neden yıllarca yasak oldu? Acaba ülkemizde devletin radyosu ve televizyonu İngilizce, Fransızca, Almanca yayın yapar, pek çok dildeki filmler orijinal dilinden de yayımlanırken, bir kısım vatandaşımızın ana dili olan Kürtçe dahil çeşitli dillerde radyo-TV yayını yapmak yakın zamana kadar neden yasaktı?

Acaba ülkemizde, Çince, İtalyanca dahil pek çok dili ve onun kültürünü araştıran üniversite bünyesinde akademik kurum varken, kendi vatandaşlarımızın bir bölümünün konuştuğu dillerle ve kültürlerle ilgili bir enstitü, bir fakülte neden yoktur? (Mesela bir Kafkasya dili olan Ibıhçayı son konuşan insan Türkiye’de yaşıyordu ve öldü, bu dili araştırsak, üniversitede kayda alsak, akademik olarak ona önem versek fena mı olurdu?)

Kürtçeyi, Boşnakçayı, Kabartaycayı yıllarca yok sayarak kendi dilimizi, kendi kültürümüzü mü yüceltmiş olduk? Bu dillerin gizlice konuşulmasından, anadan oğula/kıza geçmesinden toplumca ne fayda elde ettik?

Yüzlerce, belki binlerce Kürt köyünün, yerleşiminin yüzlerce, belki binlerce yıllık adını değiştirdik, Türkçeleştirdik, bundan ne kazandık? Burada siyasi bir konudan değil, insani-kültürel bir konudan söz ediyoruz. Ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın Kürt dili ve kültürüyle ilgili kimi talepleri olması işin özünü değiştirmez; bir dilden ve onun kültüründen söz ediyoruz.

PKK yarın, ‘Herkes her gün en az iki kez dişini fırçalasın istiyoruz’ dese, diş fırçası ve macununu mu yasaklayacağız? Diş fırçalayanları bölücü mü sayacağız?

Kenan Evren, ‘Memurlar Kürtçe bilmeli’ derken, Diyarbakır’ın Sur Belediyesi’nin başkanı, vatandaşlara Kürtçede de hizmet vermek istediği için görevinden alındı, halen mahkemede yargılanıyor. Önemli olan kamu hizmetinin sunulması değil mi, hangi dilde sunulduğunun ne önemi var? O hizmeti alacak ve verecek olanlar bizim vatandaşımız değil mi? Bakın Ege’de, Didim’de belediye oraya yerleşmiş İngiliz vatandaşları için faturaları vs. Türkçe ve İngilizce hazırlamaya başladı da kötü mü yaptı? Artık komşumuz olan İngilizler için olan şey, bin yıllık kardeşimiz olan Kürtler için neden olamıyor?

Diyelim ilköğretim okullarının son iki sınıfında veya lisenin bir veya iki yılında ‘Kürt Dili ve Edebiyatı’ dersi olsa, bu ders de Kürtçe verilse, ne olur? Türkiye bölünür mü?

Daha bu talep korka korka alçak sesle dile getirilirken yarın sabah çıkın ve önümüzdeki yıldan itibaren uygulamanın başlayacağını duyurun, PKK ve onun siyasi kanadı bundan kazançlı mı çıkar, kayıplı mı? Bence destekleri biraz daha erir.

Hakikaten merak ediyorum, emekli komutanlar, bugün sahip oldukları bu görüşleri yüksek görevlerini yaparlarken de hiç dile getirmiş miydiler?

Radikal, 8.11.2007

İsmet BERKAN

09.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri