Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

ABD, karşılıksız sırt sıvazlamaz

Cumhurbaşkanı Gül'ün, Beyaz Saray'da ABD Devlet Başkanı Bush ile yaptığı ziyaret, yansımalarına göre, son derece olumlu geçmiş.

(...)

Hem PKK'ya karşı mücadelede, hem de genel ilişkilerde, Türk-ABD stratejik işbirliği tekrar canlandırıldı. Bu arada Türkiye, iki ayrı konuda daha destek istedi. Biri, Washington'un Kıbrıs konusunda yeni bir girişimi desteklemesi, diğeri AB konusunda Sarkozy ve Merkel'in olumsuz tutumlarını değiştirmelerine yardımcı olunması.

(...)

Peki bütün bunlar karşılıksız mı olacak ?

Cumhurbaşkanına bu soru sorulmuş, o da " Hayır, Başkan Bush'un bizden herhangi bir isteği olmadı" demiş.

Doğrudur, eminim Bush hiçbir istekte bulunmamıştır. Ancak bu, ABD'nin Türkiye'den beklentileri bulunduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.Washington, görüşlerini çeşitli yollardan iletir. Dışişleri Bakanıyla veya Savunma Bakanıyla görüşmelerde, heyetler arası temaslarda, tekli veya çok sayılı başka toplantılarda, hatta açık demeçlerle beklentilerini seslendirir.

İşte bir örnek.Gül'ün Bush ile görüşmesi öncesinde bir açıklama yapan Beyaz Saray sözcüsü Dana Perino " Başkan Bush'un C.Başkanı Gül'den, PKK'ya karşı uzun vadeli bir siyasi çözüm bulunması için, Iraklı yetkililerle birlikte çalışmasını isteyeceğini"söyledi. Görüşme sırasında bu konu belki genel bir tek cümleyle geçiştirilmiştir. Ancak, bu görüşün altı doludur.

Şimdiye kadar yapılan açıklamalar, basına sızan haberler ve Türk ve Amerikan yetkililerle yaptığım konuşmalar sonunda, ABD'nin Türkiye'den beklentilerini veya Beyaz Saray'ın istek listesini, şöyle özetleyebilirim:

- Talabani ile görüş - Barzani ile

diyaloğu aç:

Washington, Ankara'nın Irak C.Başkanı Talabani ile artık görüşmesini ve Barzani ile de diyalog yolunu açarak, PKK'ya karşı mücadeleyi, Türkiye-Irak-ABD eksenine taşımasını istiyor. Kuzey Irak yönetiminin görmezden gelinip, konunun sadece ABD üstünden halledilmemesi gerektiği görüşü ağırlık kazanıyor.

- PKK'yı dağdan indir:

PKK sorununu aramızdaki ilişkilerin dışına çıkarılması, Amerikalılar açısından iki konuda Türkiye'nin atacağı adımlara bağlı. Bunlardan biri, PKK'nın dağ kadrolarını dağıtacak bir yasal düzenleme ve genel Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunacak bir siyasi zeminin oluşturulması.

- Ermeni sınırını aç:

Washington'un beklentileri arasında, bir de Ermenistan konusunda bir şeyler yapılması var. Ermeni tasarısının bu yıl yeniden gündeme geleceği biliniyor. Seçim döneminde bir engellemenin güçlüğüne de dikkat çekiliyor ve örneğin Türkiye'nin sınır kapısını açmasının Beyaz Saray'ın elini rahatlatacağı, tasarıya karşı daha etkili mücadele edilebilineceği belirtiliyor.

- 301'i değiştir:

Ne zaman Avrupa Birliği ile ilişkilerden söz açılsa, Washington'un verdiği yanıt aynıdır: Sizde 301'inci maddeyi değiştirin. Her yönden aleyhinize işleyen bir maddedir. Yapılan son çalışmaların yetersizliği de,yine Bush yönetimi tarafından tekrarlanıyor.

Bunları, Başkan Bush teker teker tekrarlamamış olabilir. Ancak beklenti listesinin başındaki maddeler bunlar. Ayrıntıya girmek isteseniz, liste uzayabilir. Nasıl bizim istek listemiz varsa, onlarınkini de dikkate almak zorundayız.

Biz nasıl "Aman PKK için destek verin" diyorsak, onlar da " Aman İran, Afganistan için destek verin" diyorlar.

Karşılıklı bir alış veriştir. Siz benim sırtımı kaşırsanız, ben de sizin sırtınızı kaşırım,anlayışı egemendir. Gayet tabii, zengin ve güçlü olanın ikna yeteneği daha fazla olur, ancak bu bir pazarlığa dönüşmez. Pazarlık konusu edilmez. Sadece not edilir ve ona göre adımlar atılır.

Posta, 10.1.2008

Mehmet Ali Birand

11.01.2008


 

Pax Americana

Sizi hakikaten mutlu edebilir.

Huzurlu da kılabilir.

Birtakım ilkeler, şuydu buydu bir yana, eh işte arzulanan olmuştur.

O keskin cepheleşme, memleketi enine boyuna bölen, özellikle ilk cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine giderken yoğunlaşıp genel seçimlerle bir noktaya varan yırtılma fermuarlanmıştır.

"Uyum içindedir" devlet zirveleri.

"Askere karşı AKP'ye oynamış" ABD, sonra "AKP'ye karşı askere oynamış", PKK ile ölümüne oynamış, tezkere faturasını burunlardan getirmek için en sayın burunlarımızla oynamıştır.

ABD gölgesinde muhafazakâr demokratlık yapanlar ile ABD gölgesinde ulusalcılık, milliyetçilik buyuranlar bir bakmıştır ki, dere tepe düz gidilmiş, "Amerikan barışı"na varılmıştır.

"Hudson keskinlikleri", Cumhuriyet mitingleri, darbe telkinleri, muhtıra vaazları bir bir sahneye koşulmuş, "ortak düşman" denen PKK'nın ölümle gözü dönmüş gençleri memlekete katliam katliam saplanmış, lakin nihayetinde hiza alınmıştır.

Ordu ABD ile yakın işbirliği içindedir.

İktidar ve Çankaya ABD ile yakın işbirliği içindedir.

Hazin olan, belki benim taş kafamla asla anlamadığım ise şudur:

Bir zamanlar en sirkeli, en naneli, en limonlu ABD "kritikleri" yapan demokrat, muhafazakar yazar, çizer cemaati, şimdi iktidar suyunda, bu "Pax Americana"ya ilkesiz övgüler düzmektedir ki, böyle "esnek düşünce özgürlüğü"ne çıkarmaya şapka da takke de yetmez.

Sözde ABD'ye tepki koyan ulusalcı, milliyetçi dürümler ise, bu derin tahlillerini asla ordu ile ABD ilişkisine dair değerlendirmeyle sulayamadıkları için sığlıkta karaya oturmuş Amerikan salatası vaziyetindedir.

Hepsini "Amerikan barışı" açısından kutlarız.

Tabii "Cihan"a ilişkin değil, sadece "yurttaki" sivil-asker yöneticiler için haysiyetli bir "sulh"tur.

Yüzde 80 işgal, savaş ve o nevi ABD politikaları karşıtı bir millet, önce birbirine vurdurulmuş, sonra yüzde 80 oranda "Kolomb'un yumurtası" gibi kırılıp şeyin üstüne oturtulmuştur.

Emeği geçen tüm sivil, asker idarecileri, diplomatları, enstitüleri, think tank'leri, tankları, düşünürleri, örgütleri, teröristleri, ajanları, provokatörleri, çeteleri kutlarız!

Ne mutlu, ABD'nin yedirdiğini yiyene!

Sabah, 10.1.2008

Umur Talu

11.01.2008


 

Cumhurbaşkanı'nın ABD gezisi ve İran

Cumhurbaşkanı'nın ABD gezisini değerlendirirken, olaya ne fazladan anlam yüklemek, ne de sıradan 'ABD ile iyi ilişkiler' başlığıyla yetinmek durumu kavramamıza yardımcı olabilir.

Yani, bir yandan, "Vay yeni Cumhurbaşkanı ABD ile iş tutuyor, zaten AKP hükümeti ABD'ci" demek olayı hafifsemek olur. Ancak, bu gezi üzerine en anlamlı yorumlardan birini Washington'daki düşünce kuruluşu CSIS'den Bülent Ali Rıza'nın yaptığını hatırlamakta fayda var (Vatan, 7 Ocak). Ali Rıza, Sezer döneminden sonra, dış politikada aynı istikamette hareket eden Cumhurbaşkanı ve hükümet gibi 'iki kapının' olmasının, ABD'nin pazarlık gücünü artıracağına işeret etti. Bu not edilmesi gereken önemli bir husus.

Diğer taraftan, 'Ne üzerine pazarlık yapılıyor ve bu kolay bir pazarlık olabilir mi' sorusuna cevap aramak durumundayız. Aşikâr olan şey, ABD'nin Ortadoğu planlarında Türkiye'nin rolü üzerine pazarlık yapıldığı. Aşikâr olan diğer bir şey, bu pazarlıkların odağında şu anda İran'ın olduğu. İran'ın hedef alınması konusunda (kim hükümet veya Cumhurbaşkanı olursa olsun) Türkiye'nin ABD dış politikası eksenine çekilmesi çok kolay bir şey değil. Örneğin, İran'a askeri bir müdahale söz konusu olursa, Türkiye'nin buna açık destek vermesi neredeyse imkânsız. Türkiye bu kamplaşmada ancak dolaylı rol oynayabilir ki bu da az bir şey değil.

Nitekim, Türkiye, İran İslam Devrimi'nden sonra, yani ABD ittifak sisteminin dışına çıktığından bu yana, bu rolü oynuyor. Bu tarihten itibaren, laik siyasi çevreler ve kamuoyu, 'molla rejimi' korkusu ve tepkisiyle, muhafazakâr çevre Sünnilik, milli rekabet ve çıkar tezleri doğrultusunda İran'a karşı siyasetlerin bilinçli/bilinçsiz tarafı halinde. Bu koşullar altında Türkiye, İran karşıtı cephenin güvenilir bir üyesi oldu. Yine bu koşullar altında, Türkiye'de İslamcılık alabildiğine Suudi etkisi altına girmesine karşın İran Devrimi'nin uyandırdığı heyecan saman alevi gibi söndü.

Şimdi, bölgede siyaset giderek bir yandan Sunni-Şii karşıtlığı, diğer yandan radikal ve anti-Amerikan İslamcılığa karşı 'ılımlı, demokrasi ile barışık İslam' kamplaşmaları üzerinden yürütülüyor. Hatırlarsanız, Irak işgali sonrasındaki gelişmelerde bile Türkiye'ye Sünni devlet rolü yüklenmişti. Türkiye, Irak'taki Sünnileri seçime katılmaya razı etme girişiminde yer almıştı. Aslında, bu çerçevede Türkiye'nin sahne aldığı rollerin listesi daha uzun, ama bunu şimdilik bir yana bırakalım.

Şimdi, gündemde bir de Pakistan'ın bulunduğunu hatırlayalım. Pakistan konusunda Türkiye'den ne beklendiği konusu da derin ve uzun bir konu. Zira, 80'li yıllarda ABD dış politikasının ikili stratejisinde bu iki ülke de önemli roller üstlenmişti. Pakistan, Afganistan'da Sovyetler'i püskürtmeye yarayan radikal İslam'ı, Türkiye İran İslam Devrimi'nin yarattığı devrimci, ABD karşıtı etkiyi savuşturmak üzere ılımlı, uyumlu İslam modelini destekleyen roller üstlenmişti.

Şimdi, Pakistan işlevini yitiren ve yeniden tanzim edilmek durumunda bir ülke. Bu yeniden tanzim nasıl olacak hep birlikte göreceğiz. Buna karşın, Türkiye'nin üstlendiği rol, yeni koşullar altında daha da önem kazandı. Zira, radikal İslam artık 'düşman', İran zaten düşman, üstelik Irak ve bölgede etkinliği artan bir düşman. Bu koşullar altında, enerji yollarının ötesinde, Türkiye'nin İslam coğrafyasındaki model ve aracı rolü daha da önem kazanıyor.

Peki, bu kötü bir şey mi? Yani, ılımlı, uyumlu bir Müslüman ülke olmamız fena mı? Yani, İran gibi sistem dışına itilmiş bir ülke olmak yerine sistem içinde önem kazanan ülke olmanın sakıncası var mı?

Hayır, radikal İslam'a itibar etmeyen bir ülke olmamız fena değil, iyi. Sistem içinde olmamız da. Ancak, Türkiye'nin bu özelliklerinin uluslararası zeminde ne şekilde dolaşıma gireceğini sorgulamamız gerekiyor. Olası bedellerini de.

Her şeyden önce, ABD dış politikasının hegemonyacı siyasetlerinin figüranı olmanın bedellerini düşünmek zorundayız. Hem ahlaki, insani bedellerini, hem de siyasi gerçekler ve gelecek ufku açısından bedellerini, meşrebimize göre hesaba katalım diyorum. (...) Politika gerçekleri açısından bedellerle ilgiliyseniz, bir büyük gücün siyasi projelerinin peşine takılmanın yakın tarihte nasıl fatura ve felaketlerle sonuçlandığını hatırlatan uzun bir liste verebilirim. Şimdilik, hiç değilse, İran'a karşı cephede rol alıp, devrimin hemen sonrasında İran'a savaş açan Saddam'ın acıklı sonunu hatırlayın.

Radikal, 10.1.2008

Nuray Mert

11.01.2008


 

"Kapsamlı çözüm" içerden gelmelidir

Cumhurbaşkanı Gül'ün ABD Başkanı Bush ile görüşmesinde ana konunun PKK terörü ve "kapsamlı çözüm" olduğuna ilişkin haberler büyük ölçüde doğrulandı.

"Kapsamlı çözüm" sözü, aslında "Kürt sorunu" demeden Kürt sorununu kastetmek için bulunmuş bir ifade şekli.

Amerika'nın en tepesini de meşgul eden bu "kapsamlı çözüm" de dağdakiler için mantıklı bir "eve dönüş" projesi de ilk sırada.

Bu görüşmelerde meselenin ele alınış şekli, özellikle Kuzey Irak meselesinde Türkiye ile ABD arasındaki işbirliğinin devam edeceğini gösteriyor.

Ancak "kapsamlı çözüm" lafı edildiğine göre, ABD yönetiminin, elini Türkiye'nin iç sorunu olan "Kürt sorunu"na daha fazla sokmaya niyetli olduğu da görülüyor.

***

Halen devam eden kavram kargaşasında "kapsamlı çözüm"ün "siyasi" bir tavır içermediğini iddia etmek de cesur ve açık tartışmalardan çekinenlerin kaçamak arayışından başka bir şey değildir.

Türkiye'nin Kürt sorununun çözümü, Kuzey Irak politikası açısından ABD için önem kazanmıştır.

PKK'nın aradan çekilmesiyle Türkiye ile Kuzey Irak Kürt yönetimi arasındaki ilişkilerin ısınacağı ve özellikle ekonomik alanda büyük gelişmeler sağlanacağı varsayılmaktadır.

Bunun sağlanabilmesi için de Türkiye'nin kendi içindeki Kürt sorununu siyasi ve toplumsal bir mesele olarak görmesi ve bu şekilde çözüm yolları araması gerekmektedir.

İşe çok önceden başlanmış olması gerekirdi. Ama Türkiye bunu kendi iradesiyle yapmakta geciktiği için bugün Washington'da "kapsamlı çözüm" konuşmaları yapılabiliyor.

***

Kürt sorununun "uluslararası" bir sorun haline gelmesi sadece yeni güçlükler yaratır, psikolojik tepkileri artırır. Sorun, Türklerin ve Türk vatandaşı Kürtlerin çözeceği bir sorun olarak görüldüğünde çözümü çok kolaylaşır.

Şu anda "çözüm" kelimesinin rahatça kullanılmasının önündeki engelin terör olduğunu artık çocuklar bile biliyor. Terör varoldukça "kapsamlı çözüm konuşulamaz" şeklinde bir tavır almak da anlamı olmayan bir inatlaşmanın ürünüdür.

Türkiye artık "kapsamlı çözümü biz bulacağız ve yapacağız" deme aşamasına gelmiştir. Bunu terör sona ermeden de söyleyebilmek Türkiye'nin kendine güveninin yerine geldiğini gösterecektir. Bunu bize başkalarının söylemesine gerek yok.

Vatan, 10.1.2008

Okay Gönensin

11.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri