Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

'Siyasî çözüm' meselesi

Hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne terör örgütü PKK'ya karşı gerekirse sınır ötesinde operasyon yetkisi veren tezkereyi Meclis'e gönderdiği günlerden beri aynı şeyi yazıyorum. Türkiye, bütün iç ve dış gücüyle, diplomasisinin bütün ağırlığıyla Kuzey Irak'ta üslenmiş olan PKK'yı oradan söküp atmak için yüklendi.

Yapılan yanlış bir şey değil ama bu yüklenmeye başlandığı andan itibaren, ulaşmak istediğiniz sonuç her neyse o sonucu alana kadar atılacak bütün adımların stratejik planlamasının daha ilk günden yapılmış olması gerekiyordu. Ben de o dönemden beri soruyorum: Bizim özel olarak PKK ve genel olarak Kürt sorunu konusunda bir stratejimiz, nihai hedefimize ulaşmanın yol haritası yerine geçecek bir planımız var mı, diye.

Nihai hedefimiz, herhalde hangi etnik kökenden geliyor olursa olsun her vatandaşının içinde yaşamaktan memnun olduğu bir demokratik cumhuriyete ulaşmak.

Bu hedefe ortada bir etnik ayrılıkçı terör hareketi, üstelik ciddi dış desteğe sahip bir terör hareketi olmadan ulaşmak bile öyle kolay değilken bir de denklemde PKK gibi bir faktörün bulunması işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor belki.

Devlet katında üzerinde anlaşmaya varılmış konu başlıklarından birinin PKK'nın terör örgütü olarak etkisiz hale getirilmesi, halkla PKK arasındaki mesafenin açılması ve örgütün marjinalize edilmesi olduğunu öteden beri biliyoruz. PKK da, 'Ben silah bırakıyorum ve taleplerimi bundan böyle barışçıl siyasi yollarla dile getireceğim' demediğine göre, devlet katındaki teröristle mücadele yöntemini değiştirmeye gerek de yok.

Ancak başta da söylediğim ve iki gündür de yazmaya çalıştığım gibi tek mesele PKK ve onun terörüyle başa çıkma yolları değil. Ortada bir de sırf etnik kökeninden ötürü farklı muameleye, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulduğunu düşünen insanlarımız var.

Bir yandan Türkiye ulusal ve uluslararası bütün gücünü ortaya koyup PKK ile savaşta belli avantajlar elde ederken şunu da hesaplamak lazım: Bugün sahip olunan ortamı bir kez daha aynı şekilde bulamayabiliriz, o yüzden işimizi şimdi bitirmeliyiz, bu sorunlar yumağını bir seferde çözüm yoluna sokmalıyız.

O yüzden Amerikan Başkanı Bush'un Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşmesinde 'siyasi çözüm' konusunu açması, buna karşılık Gül'ün, Türkiye'de zaten yürüyen demokratik reform sürecinden söz edip 'PKK ile pazarlık manasında bir siyasi çözüm konuşulmadı' demesi, iki ülke arasında görüş farkı bulunduğuna değil aynı konunun etrafında buluşulduğuna delalet eder.

Yalnız Cumhurbaşkanı Gül'ün 'devam ediyor' dediği demokratik reform süreci gerçekte devam falan etmiyor. Bugüne kadar atılan bazı adımların devamının gelmesi, hatta ezber bozucu açılımların yapılması gerekiyor bu alanda.

Benim favori örneğim ve isteğim, mesela Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in bir sabah ansızın ilköğretim okullarının 7 ve 8. sınıflarıyla liselerin 10 ve 11. sınıflarında Kürtçe dilinde seçmeli bir 'Kürt Dili ve Edebiyatı' dersi verilmesi için çalışmaya başladıklarını açıklaması.

Benzer bir biçimde mesela Van'daki 100. Yıl ve Diyarbakır'daki Dicle üniversitelerinin senatolarının toplanıp YÖK'e bir 'Kürt Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Enstitüsü' kurmak için başvurma kararı almaları ezber bozucu olacaktır.

Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, maalesef geçen hafta sonunda bu kapıyı tamamen kapatan bir açıklama yaptı. Oysa bu talepler modern bir demokratik devletin çok zaman önce yerine getirmiş olması gereken isteklerdi.

O bakımdan, Cumhurbaşkanı Gül'ün 'Zaten sürüyor' dediği demokratik ve kültürel reformlara bir an önce başlanması gerekiyor. Gecikmenin kimseye bir faydası yok.

Radikal, 11 Ocak 2008

İsmet Berkan

12.01.2008


 

Avrupa Birliğinin modası mı geçti?

Geçtiğimiz salı günü Sabah Gazetesi'nde önemli bir makale yayınlandı. Emekli Büyükelçi Özdem Sanberk ve Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Direktörü Hakan Altınay imzalı makalenin ana konusu kamu diplomasisiydi. Bu makalede, tavsayan AB süreci eleştiriliyordu.

* * *

Kısaca bilgi ve düşüncelerin uluslararası dolaşımı olarak tanımlayabileceğimiz kamu diplomasisinin önemine değiniliyordu makalede. Ve bu kavramla bağlantılı olarak AB süreci ile ilgili serzenişlerde bulunuluyordu. "AB, kamu diplomasisi içinde özel bir yere sahiptir" diyen Sanberk ve Altınay, üyelik sürecindeki aksaklıkları eleştiriyorlardı. "Türkiye 2004 Aralık'ından sonra AB kamuoylarını kazanma çabasından vazgeçmiş görünmektedir" diyen ikili, AB İletişim Grubu adı verilen topluluğun da neredeyse tamamen işlevsizleştirildiğini ve böylece 3 koca yılı kaybettiğimizi anlatıyorlardı.

* * *

AB İletişim Grubu (ABİG) 2004 yılında kuruldu. Kurulduğu tarihte işin başında şimdiki Lizbon Büyükelçimiz Kaya Türkmen ve Çankaya Basın Başmüşaviri Ahmet Sever vardı. O yıl birçok etkinliğe destek oldular. AB politikası tavan yapmıştı. Müzakerelerin başlaması gibi net bir hedef vardı. Türk kamuoyu umutluydu vs. ancak 2005'te grubun para harcama yetkileri Abdullah Gül, Ali Babacan ve Beşir Atalay'a devredildi. Birbirinden yoğun ajandaları olan bakanlar onca işleri arasında bu konu ile ilgili ne sıklıkta buluşup, karar almışlardır sizce? Sonuçta pek bir şey yapılamadı. ABİG hayal olarak kaldı.

* * *

ABİG ile birlikte aynı yıl bir de Reform İzleme Grubu kurulmuştu. Bu grup AB'ye uyum kapsamında kanun, tüzük ve yönetmeliklerin uygulanmasını takip edip, aksaklıkları not edecekti. Grupta yine Abdullah Gül, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, AB Genel Sekreterliği, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı ve İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı vardı. Bu grup da diğeri ile aynı kaderi paylaştı.

* * *

AB hayalimiz yanı başımızda dururken yavaş yavaş ufuk çizgisine kaymaya başladı. Bir zamanlar yatıp kalkıp üye olmanın yollarını ararken artık yalnızca AB İlerleme Raporları'ndaki eleştirilerden ibaret sanıyoruz müzakere sürecini. Derin bir uykuya daldık sanki. Hükümet uyuyor, bizi de uyutuyor. Süreç hâlâ devam ediyor mu? Ediyorsa hangi noktadayız? Bilen yok! Çünkü bilgi akışı yok.

* * *

Sürecin yavaşlaması ile ilgili serzenişlere hükümet karşı çıkıyor. "Müzakereler devam ediyor. Teknik bir aşamadayız" diyorlar. Öyle ise bu aşama ile ilgili neden doğru dürüst bilgilendirilmiyoruz? Bilgilendirme, kamu diplomasinin önemli bir kuralı. Bu kural der ki: "Eğer sen kamuoyunu en hızlı ve doğru şekilde bilgilendirmezsen kamuoyu kendi kendine bilgi kaynaklarını yaratır. (Ali Saydam, Akşam gazetesi).

* * *

Bizi bilgilendirmeyen hükümet eleştiri de yapmamamızı istiyor. Bu işte bir terslik var. Siz hâlâ başmüzakerecinin Ali Babacan olduğunu hatırlıyor musunuz örneğin? Hatırlıyorsanız şayet, sayın Babacan'ın bu sıfatını ne zaman ve hangi faaliyetlerde kullandığını biliyor musunuz? Açıkçası biz bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz: her nedense Türkiye'de AB'nin modası geçti! Bu yüzden de "trendsetter"ların bu işe el atıp yeniden AB modası yaratmaları şart! Zira politikacılarda pek bir umut görünmüyor.

Akşam, 11 Ocak 2008

Nagehan Alçı

12.01.2008


 

Bu çetelerin anası kim?

(...) Eğer Türklüğe bir hakaret var ise, bunu bizzat sağlayan ve tüm dünyada aşağılanmamıza neden olan 301. maddenin ta kendisi...

Ama gel gör ki, Adalet Bakanının basın toplantısındaki açıklamalarına rağmen bu bir türlü değişmiyor... 301. maddeyi değiştiremesek de...

Önceki gün hepimizin televizyonlarda dehşetle izlediği bir biçimde...

Ağır yaralı hastayı taşıyamayıp, sedyeden düşürüp, yüzüne altı dikiş atılacak hale getirsek de...

Bir yaşına gelmeden ölen bebeklerde bir türlü yeterince başarılı olamasak da...

Çok becerikli olduğumuz konular da var; örneğin çete kurmak...

Çete haberinden geçilmiyor...

***

Araya, ya da güme gitmesin...

Birkaç gün önceki haber neydi?

İstanbul'da bir suç örgütüne yönelik operasyonda gözaltına alınan 10 kişiden 2'si tutuklanıp, 8'i serbest bırakılmıştı...

Kimdi bunlar?

'Serbest bırakılanlar arasında kendini 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'ın adamı olarak tanıtan Zakir Selvi de var.

Haraç alma ve tehdit olaylarına karıştığı öne sürülen zanlılar 4 silahla birlikte yakalandı.

Söz konusu grup üyelerinin bazı milletvekillerine, 'PKK sizi öldürmek istiyor. Sizi koruyalım' teklifini götürdükleri, karşılığında para istedikleri belirtiliyor. Ancak polis kaynakları milletvekillerinin, bu talebi kabul etmediğini belirtiyor.

Zanlılarla ilişkisi olduğu gerekçesiyle Ankara'da görevli bir üst düzey Emniyet Müdürü ve bir albay hakkında da idari soruşturma başlatıldı.

İstanbul'da iki polis memurunun da zanlılarla ilişkisi olduğu iddia ediliyor.'

Dünkü Sabah Gazetesi mahkemenin önce bıraktığı, bir diğerinin yeniden tutuklama kararı verdiği bu sanıklardan üçünün anında firar ettiğini manşetten duyuruyordu.

Bir anlamda da dolaylı bir şekilde çetelerin 'yargı' boyutuna yollama yapmaktaydı...

***

Önceki günkü Taraf Gazetesi 'çetedeki albayın tanıdık çıktığını' söylemekteydi...

Hatta Emniyet Müdürü de öyle sayılırdı...

Çünkü 'Halen görevde bulunan Albay zimmetle suçlanmış, Emniyet Müdürü de kızağa çekilmişti'

Cürete bakın ki bu çete Ak Parti milletvekillerine bulaşıp, 'PKK'nın ölüm listesindesiniz, ama biz sizi koruruz' diyerek menfaat temin etmeye çalışmaktaydı...

***

Matkap Operasyonu ile ortaya çıkan bu çete haberlerine eşlik eden bir başka çete haberi ise Antalya'dan geldi...

'Alaattin Çakıcı'nın yeğeni Adem Çakıcı, Trabzonspor Kulübü başkan adayı ve aynı zamanda Çakıcı'nın eski damadı olan Hacı Yıldız'ın aralarında bulunduğu 12 kişinin 'çıkar amaçlı suç örgütü kurmak', 'örgüt adına silahlı faaliyette bulunmak', 'darp', 'tehdit' ve 'silahlı yağma' suçlarından tutuklanmasına karar verdi...'

***

Emniyet...

Zaman zaman 'organize suç gruplarıyla' ilgili toplu bilgi verir...

Yapılan operasyon sayısı..

Yakalananlar..

Bulunan silahlar...

Ama sanırım bu dökümde eksik olan, yakalananlar arasında bulunan 'asker, polis ya da devletin kullandığı sabıkalı eleman' sayısı...

Çeteler şu veya bu şekilde ama muhakkak devlet içi odaklarla ilişkili çıkıyor...

Ya da devlet şemsiyesi içindeki silahlı bürokrasiden himaye görüyor...

Bu tümden radikal bir şekilde neden temizlenemez, anlaşılır gibi değil...

***

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı'nın (KOM) bir zaman önce hazırladığı rapora göre, çetelerin kanser hücresi gibi toplumu sarmasının bir nedeni de şu şekilde ifade ediliyordu:

'Bu ilişkilerden her iki tarafın da menfaati söz konusudur. Suç örgütleri, bu camia ile olan birliktelikleriyle, hem legal görünmeyi başarırlar, hem de camialarına mensup insanların konumlarından dolayı elde ettikleri imtiyazlardan faydalanırlar.'

Aslında ben bu rapordaki tespitleri, üretmeden, çabalamadan, rekabet etmeden, kısacası hak etmeden büyük para sahibi olmak ve iyi yaşamanın temel ve toplumsal bir arzu olmasının tespiti olarak anlıyorum.

***

Devlet içi ya da devlet dışı...

Çeteleşme eğiliminin bu kadar yaygın hale gelmesinin, Türkiye'nin üretimden kopmasıyla ve toplumsal ahlak üretememesiyle de bire bir bağlantısı var...

Sanayi döneminde insanlar iyi kötü, kör topal, tanımlı işlerde yaşam çabasını sürdürebiliyorlardı. Köyden kente gelen hiç olmazsa inşaat işçiliği bulabiliyordu...

Sonra bu fabrika işçiliğine dönüşüyor ve zamanla sisteme entegre olabiliyorlardı.

Şimdi, bu bile çok zor...

Üstelik, sanayi sonrası dönem çok daha nitelikli bir işgücü talep ediyor.

Toplum ve devlet, çağın bu gereksinimlerine cevap veremeyince, çeteleşme artıyor.

Tabii bir de bizim İttihat Terakki gibi devlet içi çeteleşmeleri meşrulaştıran hastalıklı geçmişimiz var. Bunu, bu sosyolojik analizin içine dahil etmiyorum.

***

Zaten, toplum ve devlet kendini dönüştürüp, çağın taleplerine cevap verebilseydi...

Ne 301. madde gündemde olur...

Ne de ağır yaralı adamı sedyeden düşürüp yeniden yaralanmasına sebep olan beceriksiz sedyeciler, daha doğrusu sedyeciliği bile başaramadan para pul sahibi olmak ve iyi yaşamak arzusu, toplumsal bir çılgınlığa dönüşürdü..

Star, 11 Ocak 2008

Mehmet Altan

12.01.2008


 

Normalleşme geciktikçe Türkiye kaybediyor

Abdullah Gül'ün bir önceki Washington ziyareti, geçen yıl, cumhurbaşkanlığı seçiminden, genel seçimlerden ve Genelkurmayın o meşum 27 Nisan bildirisinden önce, Hrant Dink'in katledilmesinden birkaç hafta sonraydı.

Gül, "Dışişleri Bakanı" sıfatıyla ABD'li muadili Condoleezza Rice ile görüşmekle kalmamış, Beyaz Saray'da Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Başkan'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley ile de bir araya gelmişti.

O zaman ABD'liler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük olasılıkla Çankaya'ya çıkacağını hesaplıyor; Gül'e de "geleceğin başbakanı" gözüyle bakıyorlardı.

Ziyaretin PKK, Ermeni Soykırımı Tasarısı, İran gibi önemli başlıkları vardı. Gül'ün ikili görüşmelerini, yaptığı konuşmaları anı anına izlemiş, kendisiyle ve yakınındaki yetkililerle sohbet etmiş ve iyi not tutmuştum. Şimdi o notlara bakıyorum.

Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Hadley, Gül'e diyor ki, "Ermeni Soykırımı Tasarısı konusunda önce siz kendinize yardım edin. 301'i değiştirin, Ermenistan'la normalleşin."

Gül, 301'i değiştirmeye sıcak baktığını ifade ediyor, ama "ama"sı var. Türkiye'de iktidara seçimle gelmemiş birilerinin 301 değişikliğine karşı çıktığını söylüyor.

ABD Dışişleri Bakanı Rice, Kuzey Irak Kürt yetkililerle teması teşvik ediyor.

Gül ise, Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti

Başkanı Neçirvan Barzani'yi İstanbul'a davet ettiğini, ABD'den dönüşte kendisiyle görüşeceğini hatırlatıyor. Bir hafta sonra Washington'a gelecek olan Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın muhalefet edip bu görüşmeyi iptal ettireceğini bilmiyor daha.

ABD Başkan Yardımcısı Cheney, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin Ankara'yı ziyaret etmesinden yana. Ama bu, Gül'ün o zamanki konumuyla garanti edebileceği bir şey değil: "Bizce iyi olur ama Cumhurbaşkanı Sezer'in tavrını biliyorsunuz," diyor ABD'lilere.

Velhasıl, Şubat 2007'de "Dışişleri Bakanı" olarak ABD'li muhataplarıyla görüşen Gül, onların önemsediği, kendisinin de yararına inandığı bazı adımları atacak iktidardan yoksun olduğunu itiraf ediyor. Bu adımların genel seçimlerden sonra kolaylaşabileceğini, o zaman AB sürecine de yeni bir ivme kazandırılacağını söylemekten geri durmuyor.

***

Aslında ABD'nin (ve de 301, Irak'la temas ve Ermenistan konularında ABD'ye paralel konuşan AB'nin) ne telkin ettiğinin öyle fazla bir önemi yok.

Yazıya, Gül'ün bir önceki Washington ziyaretine atıfla başlamamın nedeni başka: Şu anda "Cumhurbaşkanı" kimliğiyle ve üstelik de bu kimliği zorlu bir demokratik mücadele sonunda kazanmış birisi olarak ABD'de bulunan Gül'ün, 11 ay önce "Yapamıyoruz,

çünkü...", "isteriz, ama" diye başladığı cümleleri, hükümetin yapmaya niyetlenip de engellendiği durumları hatırlatmak.

Yoksa mesele şu ya da bu başkentin beklentilerini karşılamak değil; mesele, . Ankara'daki seçilmişlerin "doğru" saydığı adımları atıp atamaması.

22 Temmuz başarısı ardından ve o başarı sayesinde Çankaya'ya çıkabilen Gül de, ikinci hükümetini kuran Başbakan Erdoğan da bugün artık "iktidar" olabilmek için daha fazla şansa sahipler.

Nitekim 301. madde değişikliğini neden yapamadıklarını ABD'ye ve AB'ye defalarca "Asker istemiyor" diye açıklayan hükümet, şimdi bu değişikliği idealden çok uzak bir kapsamda da olsa yapmanın eşiğinde. Hem de kendi içindeki 301 muhafızlarına rağmen... Hrant Dink'in katlinin yıldönümüne bir hafta kala, hâlâ "301, Türkiye'de kimsenin derdi

değil," diyebilen Hükümet Sözcüsü'ne rağmen.

Cesaretten yoksun ve fazlasıyla gecikmiş 301 değişikliğini bile "normalleşme" yönünde bir adım sayabilmemiz ise özürlü Türk demokrasisinin bir cilvesi.

***

Normalleşme yönünde daha büyük ve belirleyici aşama, hiç kuşkusuz yeni ve sivil bir anayasanın kabulü olacak.

Ancak onun dışında atılabilecek adımlar da var. Bunlardan üçü, Türkiye'nin hem iç hem dış politikasının ya da adını koyarsam, Kürt ve Ermeni meseleleri ile bu meselelerden etkilenen dış ilişkilerinin alanına giriyor. Kısaca, şunlar:

1. Talabani davet edilmeli: (...) 2. Barzani ile görüşülmeli: (...) 3. Ermenistan sınırı açılmalı (...)

Tabii, Gül ve Erdoğan'ın "devletçi refleksten, milliyetçi tepkiden" çekinerek ya da belki bu refleksi ve tepkiyi yer yer paylaşarak, bu üç adımı daha da ertelemesi mümkün. Bunu yaparlarsa normalleşmeyi de ertelemiş olurlar. Türkiye biraz daha kaybeder.

Taraf, 11 Ocak 2008

Yasemin Çongar

12.01.2008


 

ABD burada biz oradayız!

Şöyle bir şey oldu.

Tuhaf ama, matrak da.

Matrak ama, hazin de. ABD Başkanı "Ortadoğu turu" na çıktı.

Adeta yerine vekaleten bizim Cumhurbaşkanı'nı bıraktı.

Yani, şu anda ABD'de bir devlet başkanı var, ama ABD'li değil, bizden.

Şu anda Ortadoğu'da bir ABD Başkanı turluyor ama bize uğramıyor; çünkü biz zaten ABD'deyiz.

Başkanı Ortadoğu'da olan ABD'de bizim Cumhurbaşkanımız var; "Ortadoğu'da çok etkin büyük devlet" denen bize ise ABD Başkanı uğramıyor.

Çünkü biz onun evine gitmişiz.

Buna "ABD ile yeni dönem" deniyor.

Şöyle de oluyor:

Tam ABD Başkanı'nın ziyaretinden ya da ayaklarına gelmesinden de hemen önce, o başkanın aralarında barış sağlayacağı ikiliden, işgalci devlet olan, İsrail, devletsiz devlet Filistin'i şöyle bir bombalıyor. İsrail ordusu Filistin sokaklarını, daracıkları, barikatları filan dümdüz edecek "hafif zırhlı dozer" geliştiriyor.

"Yeni dönem" de bizim bunlara diyecek lafımız yok.

Çünkü "anında istihbarat" alıyoruz.

Ne veriyoruz, anında yahut bir sonraki anda. Anda ve cihanda, ne veriyoruz, bilmiyoruz.

Çünkü burası öyle güçlü bir devlet ki, ABD hiçbir şey isteyemiyor bizden.

Ne yeniden İsrail'le iyi kankalık, ne İran'a maddi ve bir gün olursa, askeri kuşatmaya dair fedailik, ne Irak'ta "Türkiye'nin katkısının 10 kat artmasına dair" bir senet, vaat.

Kafamız bombardıman zaferiyle öyle meşgul ki, "kendi sorunumuz"a air aklımıza gelemeyen başka (diğer) çözümleri, alternatifleri dahi "anında telkin" le ABD vermiyor sanki.

Hani hikâye yazsan bu kadar basit olmayabilirdi.

Tamam, zaten varolan "Kürt sorunu" nu, elinin altındaki PKK'yı azdırarak katliamlarla alevlendir.

Türkiye ayağına gelsin.

"Anında istihbarat" ver. Türkiye çok istediği "sınır ötesi bombardıman" ı yapabilsin.

Sonra tekrar ayağına gelsin.

Ayağına, ayağına, ayağına!

ABD nerede biz oradayız! Aslında orada olmasa dahi biz ABD'deyiz!

Yumruk havaya.

Sabah, 11 Ocak 2008

Umur Talu

12.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri