Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Barroso, AB rotasına ince ayar yaptı…

Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Barroso’nun ilk günkü performansı son derece çarpıcıydı. Hemen herkese gereken mesajları verdi. Bundan daha net açıklamalar yapılamazdı. Acaba etkisi olacak mı? Yoksa bizler yine eskisi gibi kendi bildiğimizi mi okuyacağız? Bakın, en çok hangi noktaların üzerinde durdu…

Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Barroso’nun dün Ankara’daki performansı son derece parlaktı. Gelmeden önce çok iyi hazırlandığı belliydi. Birkaç cepheye ayrılmış olan Türk siyasetinde rol alanların her birine ayrı mesaj verdi. Kelimeleri çok netti. Anlaşılmayacak derecede diplomatik cümleler kullanmadı. Aksine, AB konusunda ortaya atılan eleştirileri yanıtladı.Güncel konular hakkındaki görüşlerini hiç gevelemeden açıkladı. Barroso çok iyi hazırlanmış. Konuşması da üst düzey ve dengeliydi. Kimseye özel olarak çiçek atmadı. Çeşitli konuşmalarında benim dikkatimi çeken en önemli satır başları şunlardı:

- AB’ye kestirmeden gidilemez. Önemli adımlar attınız, ancak reform süreci daha da hızlandırılmalıdır.

- Katılım sürecinde farklı sesler duyunca şaşırmayın. Bu tartışmalar sonuna kadar yaşanacaktır. Ancak unutmayın ki, Türkiye’nin adaylığı oy birliği ile alınmıştır ve bu oy birliği sürmektedir.

- Müzakere sürecinin en büyük düşmanı ön yargılar ve atılan adımlardaki ihmallerdir. Daha bir çok zor günler yaşanacaktır. Ümitsizliğe kapılmamak gerekir.

- AB devletlerin egemenlik hakkını azaltmaz. Milliyetçi duygularla, AB’ye uyum sağlamak çelişmez

- Yanlış anlama olmasın: PKK terör örgütüdür ve öyle kalacaktır. Ancak, Kürt sorununu çözmek için de, Kürt kökenli vatandaşlarınızın ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarını çözmelisiniz.

- Türban ve Laiklik konularında bizim bir standart getirmemizi beklemeyin. Bu sizin işinizdir. Biz tavır almayız.

- Şiddet içermeyen görüşleri yargılanması sağlıklı değildir. Avrupa’da şaşkınlık yaratmıştır.

Barroso, Türkiye-AB ilişkilerinde bir ince ayar yaptı.

Bakalım, bunları duymazdan gelip yine kendi bildiğimizi mi okuyacağız, yoksa hiç değilse söylemimizde bir değişiklik yapacak mıyız?

AB, HER ADAY

ÜLKENİN İÇ İŞİNE KARIŞIR...

Türk siyasetçisi ve Türk kamuoyu birden bire Avrupa Birliği’ni (AB) keşfetti. Daha düne kadar AB’yi konuşan yoktu. Ne zaman ki kapatma davaları ortaya çıktı, Avrupa Birliği birden bire gündeme geldi. Daha doğrusu, AB yeniden keşfedildi. Tam bir “şark” yaklaşımı.

Asıl benim ilgimi çeken nokta, AB’nin demokrasi ve laiklik konularındaki görüşleri, AKP’ye biraz yakın olunca, muhalefetin sesi birden bire yükseldi.

En çok sorulan soru veya yapılan itiraz, hem CHP hem de MHP’den aynı cümlelerle ortaya atıldı: “…Barroso’nun burada ne işi var? Neden iç işlerimize karışıyor? Bize akıl vermeye ne hakkı var?...” Brüksel’de bir araya geldiğimde Barroso bu sorulara çok net yanıt verdi: “…Türkiye AB’ye tam üye olacak ve aday ülke statüsünde bulunuyor. Gayet tabii görüşlerimizi açıklarız. Aday olmasaydı, o zaman kimse ilgilenmezdi…”

İşte bu kadar basit.

Eğer kimsenin iç işlerinize karışmasını istemiyorsanız, o zaman son derece basit: Hemen kapılarınızı kapatın ve AB ile de basit bir ilişkiye girin, olsun bitsin… Eğer zenginleşmek, 1’inci ligde yaşamak ve uygarlık düzeyinizi arttırmak istiyorsanız, o zaman Barroso’ları, Olli Rehn’leri dinlemek gerekiyor.

Oyunun kuralı bu…

Posta, 12 Nisan 2008

Mehmet Ali BİRAND

13.04.2008


 

Elitler karşı, yığınlar taraf

Aslında, AB Komisyon Başkanları, usul gereği Birlik’e aday olmayan ülkelere gitmiyorlar... Jose Manuel Durao Barroso, 1963 Ankara Anlaşması’ndan bu yana Türkiye’yi ziyaret eden ikinci AB Komisyonu Başkanı...

Diplomatik çevreler, AB’nin üye olmayan ülkelere gitmeme geleneğini Prodi’den sonra ikinci kez bozarak Türkiye’ye gelen Barroso’nun ziyaretini, bu nedenle önemsemekte...

***

AB Komisyon Başkanı Barroso’nun Türkiye ziyaretinde verdiği mesajlar, bir anlamda Brüksel’de Türk gazetecilerine verdiği demecin tekrarıydı...

Barroso Brüksel’de ne demişti?

‘Avrupa açısından sıradan ve normal olmayan, garip bir dava...

En çok oy alan parti hakkında kapatılma davası açıldığını duyduğumuzda tabii ki şaşırıyor ve endişeleniyoruz.

Bu tür bir dava, normal ve istikrarlı Avrupa demokrasileri açısından oldukça garip.

Bu dava Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde açılsaydı yine aynı yorumu yapardım...

Avrupa’da farklı yasal sistemler var ancak bunların hepsi İnsan Hakları Sözleşmesi ve Venedik Komisyonu ilkeleriyle uyumlu olmalı. Umudumuz, Anayasa Mahkemesi’nin, hukukun üstünlüğü ve demokrasiyle uyumlu bir karar alması.

Hem toplumun çoğunluğunun görüşüne hem de demokratik sekülarizme saygı gösterilmeli. Bu her demokratik Avrupa ülkesi açısından olduğu gibi Türkiye açısından da önemli. Bunun toplum tarafından desteklenmesi önemli.

Türkiye, yabancı bir ülke değil aday ülke. Müzakere sürecine başlarken bir çeşit sözleşme yaptık, bu da ilgili alanların denetlenmesini gerektiriyor. Ancak bu içişlerine karışmak anlamını taşımıyor. Evlilik sözleşmesi gibi karşılıklı bir ilişki.

Her iki taraf da birbirini ikna etmek durumunda. AB Komisyonu’nda hiç kimse Türkiye’nin büyüklüğünü, önemini ya da onurunu tartışma konusu yapmıyor.’

***

Bu arada kapatma davası AB’ye desteği yeniden arttırdı...

Galiba da AB’yi destekleyenlerin sınıfsal ve sosyal yapısında da bir alt üst oluş gerçekleştirdi...

A&G Araştırma Şirketi’nin Kanal D Haber için yaptığı büyük ankete göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, AKP’nin kapatılması istemiyle 14 Mart’ta açtığı dava sonrasında, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi konusunda destek veren AKP’li seçmen oranında artış oldu. Son yapılan ankete göre, AKP’li seçmenin yüzde 41.9’u, ‘Türkiye mutlaka AB’ye girmeli’ dedi.

Bu oran bir ara yüzde 30’a kadar düşmüştü...

‘Türkiye mutlaka AB’ye girmeli’ diyenlerin oranı 2008 Nisanı’nda yüzde 41.9 olurken...

Yüzde 24.0’ü ‘girsek de olur girmesek de’ demekte...

‘Kesinlikle AB’ye girmemeliyiz’ diyenlerin oranı ise yüzde 27.7... Yüzde 6.4 ise soruya ‘cevap vermedi veya veremedi.’

***

Bu son kamuoyu yoklaması, Türkiye’nin huzurlu, zengin ve özgür bir ülke olabilmesi için AB’nin en etkin ve akılcı çare olduğunu ortaya koymakla kalmıyor... Elitlerle, yığınların da hızlı bir şekilde yer değiştirmekte olduğunu gösteriyor.

Daha önce AB projesine elitler yakın, yığınlar uzaktı.

Kapatma davası sürecinde Ankara elitleri, demokrasiye var gücüyle destek çıkan AB’den uzaklaşırken, yığınlar AB’ye hızlıca yeniden yakınlaşıyor...

Zaten normalde olması gereken de bu...

Daha evvel niye yoktu da şimdi oldu?

Cevap, ‘darb-ı mesel’den:

‘Bir musibet bin nasihate bedeldir.’

Star, 12 Nisan 2008

Mehmet ALTAN

13.04.2008


 

İrticai yaşam biçimi

Merak ediyorum. “Yaşam biçimimize müdahale edecekler” diyenler, malum “kapatma iddianamesine” göz atma fırsatı buldular mı acaba?

Orada “laikliğin” bir “yaşam biçimi” olduğu iddia ediliyor. Bunu okuduğumda şaşırdım kaldım! Çünkü “laik yaşam biçiminin” nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum.

Acaba laik yaşam biçimini anlatan bir kılavuz, bir el kitabı, bir prospektüs bulunur mu?

Benim kütüphanemde yaşam tarzlarına ilişkin sürüyle Türkçe ve İngilizce kitap var. Hiçbirinde ‘laik yaşam biçiminden’ söz edilmiyor.

Yaşam biçimi, nihayetinde bireyin... Dinlediği müzikten seyrettiği TV programına, kılık kıyafetinden yiyip içtiklerine... Gündelik hayatında yapıp ettikleri değil mi?

Mesela geçen akşam Asmalımescit’teki Zeytinli meyhanede kafayı çektik. Eve döndüğümüzde senfonik rock grubu Almora’nın yeni albümü ‘Kıyamet Senfonisi’ni dinledik.

Bu yaptıklarımız laik yaşam biçimi mi oluyor?

Onun yerine, Atatürk Müzesi’ni gezip evde de ‘Gazi’nin Sevdiği Şarkılar’ı dinleseydik yaşam biçimimiz daha da mı laik olurdu?

Peki, bunların hiçbirini yapmayıp mesela Karagümrük’teki Cerrahi tekkesindeki bir sema ayinini izleyip eve gittiğimizde de tasavvuf müziğinin büyük sesi Sami Savni Özer’in ‘İnliyoruz Hasretinle’ albümünü dinleseydik, “irticai yaşam biçiminin” kör kuyusuna mı düşerdik?

Başsavcımız bizi aydınlatsın lütfen.

Sabah, 12 Nisan 2008

Emre AKÖZ

13.04.2008


 

367 vak'ası: Yüksek Mahkeme ile asker arasında ne oldu?

Bir şeyler bir yerlerinden yırtılıyor, kapalı kapılar arkasında yaşananlar saklanamaz hale geliyor. Geçmişte böyle değildi. Bir şeyler daha kolay saklanabilirdi. Bazı gerçeklerin üstüne örtülen şalın kalkması çok uzun yıllar alır, hatta kalksa da yüksek izne tabi olarak kalkardı.

Şimdi öyle değil. Devir değişti!

Saklanacağı sanılan şeyler artık pek öyle uzun süre saklanamıyor. Bir bakıyorsunuz, gerçek orasından burasından kendini ele vermeye başlamış... 2003-2004’ün darbe tertipleri... Saklanamadı. Orasından burasından yırtıldı. Hem de kısa sürede. Nokta dergisi kapatıldı, Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş hakkında dava açıldı. Ama yine olmadı.

Sarıkız ve Ayışığı kod adlı darbe tertiplerinin yer aldığı günlüklerin, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki bilgisayarından çıktığı resmi Emniyet raporuyla belgelendi.

Haberi de Taraf’ta çıktı. N’olacak şimdi?..

Öte yandan, değerli meslektaşım İsmet Berkan, Radikal’ın üçüncü sayfasında yedi gündür “Ergenekon’un yakın tarihi”ni yazıyor. Son üç dört yıldır Türkiye’de rejimin karşı karşıya kaldığı darbe tertiplerini yalın bir dille anlatıyor. Aslında İsmet Berkan istese biraz daha ayrıntıya ve isimlendirmeye rahatça girebilir. Belki daha uygun bir zamanlamayı bekliyor. Çok yakın gelecekte yeni isim ve ayrıntılarla darbe tertiplerini yazmaya devam edebilir. Şu sıralar güncel gerçeğin peşinde, bazı şeylerin yırtılması, açığa çıkması için koşturan meslektaşlarımdan biri de Taraf’dan Yasemin Çongar. Bu haftaki yazılarından birinde, Anayasa Mahkemesi’nin geçen yılki 367 kararını örten perdeyi şöyle bir aralamıştı. Abdullah Gül’ün Çankaya yolunu kesmek için bulunan ‘367 formülü’nde yüksek mahkemeyle asker arasındaki muhtemel bir bağı sorguluyordu. Herhalde anımsadınız 367’yi. Neredeyse bir yıl geçti. Geçen yılın 27 Nisan günü gece vakti asker muhtıra vermişti. Neden? Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmasın diye. Askerin muhtırasıyla uyumlu olanlar ise Baykal’ın CHP’si ile Anayasa Mahkemesi’ydi.

Gül’ün Çankaya yolunu kesmek için Anayasa Mahkemesi bir hukuk skandalı olan 367 formülünü benimserken, Baykal da cumhurbaşkanı seçimini iptal ettirmek için muhtıraya selam durup yüksek mahkemeye başvurmuştu.

Peki, 367’ye nasıl gelinmişti?

Yasemin Çongar’ın yazısından: “Anayasa Mahkemesi’nin geçen yılki o evlere şenlik 367 kararına imza koyan yargıçlar arasında, bu ahlaki yükü aylardır sessizce taşıyanlardan bazılarının artık çok zorlandıklarını düşünüyorum. Ve umuyorum ki bir gün konuşacaklar. 367 kararını almaları kendilerine yukarıdan tebliğ edildiğinde, neden ‘Bunu torunlarıma anlatamam’ gözyaşlarıyla itiraz ettiklerini anlatacaklar örneğin. Bu kararı kendilerine tebliğ edenin kim olduğunu da öğreneceğiz o zaman. Anayasa Mahkemesi’nin neyle tehdit edildiğini de birinci elden bileceğiz.

Acaba anlatılanlar doğru mu?

Dönemin kuvvet komutanlarından biri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin meşrebine uygun saymadığı bir siyasetçinin Çankaya’ya çıkmasını önlemek için Anayasa Mahkemesi’ne görev verdi mi? Bu göreve, ‘Olmaz Paşam’ diye karşı çıkan yargıçlar kimdi? İtiraz edenlerin, ‘367 kararını çıkartmazsanız, ordu yönetime el koyacak’ diye darbe tehdidiyle bastırıldığı rivayeti rivayetten mi ibaret? Bu soruların yanıtlarını bir gün öğreneceğiz.” (Taraf gazetesi, 8 Nisan 08)

Öte yandan, Milliyet’teki köşesinde Çongar’ın bu yazısının önemine değinen Taha Akyol, geçen yılki bir yazısından şu alıntıyı yapıyordu: “Belli ki ‘içeri’de çok tartışmalar olmuş... Saygın bir hukukçu olan Sayın Tülay Tuğcu’nun bu süreçte yaşananları anı olarak yazmasını, yarının hukukçularına ‘ders’ olarak bırakmasını diliyorum.”

Yazımın başında dediğim gibi...

Bir şeyler yırtılıyor! Saklanamaz hale geliyor.

Gittikçe de öyle olacak.

Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu‘nun imzasıyla ilk kez Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında gün ışığına çıkan ‘367 formülü’nün Anayasa Mahkemesi gündemine gelmesi ve böyle bir süreçte Anayasa Mahkemesi’nin asker kökenli hukukçularıyla askeriye arasındaki gelgitler konusu...

Evet, çok şey var. Demokrasi ve hukuk adına hem yapılması, hem aydınlatılması gereken çok şey var bu ülkede. Ve bunları yapacak ve aydınlatacak vicdan sahibi insanlar, demokrasi ve hukuka gerçekten değer veren, inanan insanlar da elbette var bu ülkede.

Milliyet, 12 Nisan 2008

Hasan CEMAL

13.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri