"Gerçekten" haber verir 14 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Asker neden kendini koruyamaz?

Bir kurmay yarbayımızın...

İki uzman çavuşumuzun...

Altı erimizin öldüğünü önceki gün sabah saatlerinde öğrendik.

Bir yüzbaşı ve bir er de yaralandı...

Neden öldüler, neden yaralandılar?

Neden öldüler, neden yaralandılar?Uzaktan kumanda ile mayın patlatıldığı için.

Arkalarında, uzaktan kumanda ile mayın patlatılmasını engelleyen araç olsaydı... Şimdi yaşıyor olacaklardı.

Irak’ta da mayın patlatılması sonucu askerler ölüyorlar ama ABD ordusunda bu araçlardan 500’e yakın var.

«««

Geçen Haziran’da da gündem aynıydı:

‘Bu kez de... Bir yarbayımızı... Bir binbaşımızı... Bir erimizi...

Uzaktan patlatılan mayın nedeniyle yitirdik.

Askerleri... Subayları... Bunca gelişmiş teknolojiye rağmen...

Bu kadar yakıcı ölüm haberlerinde hep aynı soruyu sormaya devam ediyorum:

‘Öncelikle askerlerimizin can güvenliğini nasıl sağlarız?

Şehit vermeyi nasıl engelleriz?’

Rahatlıkla basılan karakol...

Jammer aleti kullanılmadığı için mayına kurban verdiklerimiz...

Pusuya düşen güvenlik timi...

Neden bu kadar çok şehit verdiğimizin sorgulamamız gerekmiyor mu?’

«««

Öğleden sonraki haberler taammüden adam öldürmeye dönüşmüş cinayetler bölgesi Tuzla’dan geldi...

Kum torbalarının kullanılması gereken denemede 19 işçinin bindirildiği filikada üç işçi ölmüş, 12’si yaralanmıştı.

Neden kum torbası yerine insan?

Bu sorunun cevabı Tuzla’da çok açık, çünkü oralarda kum torbası insandan değerli.

Anımsayın...

Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki 48 tersaneden 27’sinde iş kazası meydana geldi.

Bu kazalarda 1985 yılından bugüne kadar ölen işçilerin sayısı, önceki günkü cinayetle birlikte 107’e yükseldi.

Tersanelerde son 4 yılda ise 57 işçi hayatını kaybetti.

Gemi yapımında dünyada dördüncü, taşeron işçi öldürmede ise birinciyiz...

Bu düpedüz ‘kanlı para’ değil de nedir?

Ama daha da korkuncu hem devletin, hem de toplumun bu ölümlere yaklaşımındaki aldırmazlık.

Vicdanı ve insan değeri olan hangi diyarda böyle bir barbarlık yaşanabilir ki?

Biz hâlâ çaresiz ve yoksul işçilerin öldürülmesini duyarsızca izliyoruz.

«««

Sabah Erzincan’dan, öğleden sonra Tuzla’dan gelen can kayıpları...

Birkaç gün önce hastanede ardı ardına uçup giden bebekler...

Ondan önce, likit gaz tesisatına yönelik vurdumduymazlık nedeniyle Konya’da Kur’an Kursunda öldürdüklerimiz.

Sade bu mu?

Tabii ki değil... Türkiye’yi bu keser mi?

Bir de artık dönüp bakılmayan, yedikçe iştahı açılan trafik canavarı var.

Son bir haftada kaç kişi trafikte öldü dersiniz?

«««

Söyleyeyim...

Yurt genelinde 4-11 Ağustos tarihleri arasındaki toplam 233 trafik kazası meydana gelirken, 122 kişi öldü, 711 kişi yaralandı.

Türkiye insanları adeta katlediyor...

Yurdumun esas işi ölüm oldu...

Star, 13 Ağustos 2008

Mehmet Altan

14.08.2008


 

Pusu

Türkiye’de çok derin ve dikenli bir çatışma var. Çatışmanın nedeni de belli. Demokrasi olacak mı, olmayacak mı? Temel çatışma bu.

Ne yaparsanız yapın, neticede bu çatışmanın taraflarından birine destek oluyorsunuz. İster Türklük adına, ister Kürtlük adına, ister solculuk adına, ister sağcılık adına, ister Alevilik adına, ister dindarlık adına, ister laiklik adına, ne adına olursa olsun yaptıklarınız bu çatışmanın bir parçası.

Bu ülkede yaşanan her şey bu çatışmanın içinde, bu çatışmayı etkileyerek ya da bundan etkilenerek yaşanıyor.

Generallerin darbe planları yaptığı, bunu uygulamaya geçirmek için ordunun istihbarat birimlerini kullandığı, darbe ortamı hazırlansın diye çetelerin suikastlar düzenlediği bir ülke burası.

Bugünkü manşetimizde de askerlerin neler planladıklarını göreceksiniz zaten.

Dış politikayı nasıl bir iç politika malzemesi yapmak için hareketlendiklerini, Kıbrıs’ı, Irak’ı nasıl kullanmaya uğraştıklarını anlayacaksınız.

Biz, Kıbrıs meselesini “ülke meselesi” olarak konuştuğumuzu sanırken onlar bu konuyu sivil siyasete müdahale edebilmek için “alet” olarak değerlendiriyorlarmış.

Böyle bir diyardayız.

Burada her şey demokrasiyi yıkmak ya da güçlendirmek için işe yarıyor. Hiç kimse bunun dışında değil. PKK da değil.

Onun da her hamlesi demokrasiyle ilgili.

Önceki gün dokuz askeri mayınlı bir tuzakla öldürdüler.

Dokuz genç insanın ölmesi ne işe yaradı?

Kürt meselesinin çözümüne nasıl yardımcı oldu?

Dokuz kişi ölünce mesele çözüldü mü? “Biz yıllarca silahla devam etsek, silah bu işi çözmez” deyip de mayınlı tuzaklar hazırlamak neye yarıyor?

Kürt halkının sorunlarını çözmediği açık bu eylemin.

Anadilde eğitimi mi sağlıyor, adaletin yerine gelmesini mi sağlıyor, Kürt Türk bütün politikacıların sivil siyasetin içinde rahatça hareket etmesini mi sağlıyor, konuşma özgürlüğünü mü sağlıyor? Ne sağlıyor?

Bu tür pusular, saldırılar, çatışmalar, ölümler öfkeyi, milliyetçiliği, kutuplaşmayı, gerginliği köpürtmeye yarıyor.

Tam da demokrasi karşıtlarının, darbecilerin istediği şeyler bunlar. Kürt halkının çıkarıyla, darbecilerin çıkarı denk mi?

Ben öyle olduğunu sanmıyorum.

Türkiye demokrasiden uzaklaştıkça bu ülkenin bütün insanları hatta daha fazla Kürt halkı acı çekecek.

Darbeciler Diyarbakır hapishanesinin işkencehanelerini yeniden devreye sokacak.

İnsanlara kan kusturacaklar.

Hor görecekler, ezecekler, aşağılayacaklar. Bunları isteyen bir Kürt var mı?

Darbeden, demokrasi dışına savrulmadan hayır uman bir Kürt var mı?

Bu ülkede en fazla acıyı Kürtler çekti. Susurluk çeteleri, Ergenekon hep Küıtler’i hedef aldı.

İnsanları faili meçhullerle öldürdüler, kaçırıp kaybettiler.

Onların işine yarayacak hamlelerin ne anlamı var?

PKK, “bağımsızlık istemediğini” söylüyor.

Kürtler adına hakkaniyet, adalet, eşitlik istediğini söylüyor.

Bunlar demokrasiyle mi ele geçer?

Demokrasiyi reddedenlere, demokrasinin önünü kesmeye çalışanlara yardım edecek eylemlerle mi?

Bu ülkede artık kimsenin derdi tek başına çözümlenmez.

Kürtler’in kendi sorunlarını, dindarların kendi sorununu, solcuların kendi sorununu, Alevilerin kendi sorununu ayrı ayrı çözmesi mümkün değil.

Mümkün olmadığını da gördük zaten.

Herkes denedi bunu.

Biraraya gelmediler, ortak çıkarlarına birlikte yürümeyi denemediler.

Bugün herkesin sorunu da, çıkarı da aynı yerde buluşmuş vaziyette.

Hepimizin sorununu çözecek gerçek bir demokrasiyi yaratamadığımız sürece hepimizin derdi devam edecek.

Artık sadece “kendini düşünerek” plan yapmanın bir sonuç alamayacağını biliyoruz.

Her şeyi bir bütün olarak düşünmek zorundayız.

Demokrasi isteyip, istemediğimize karar vermeliyiz.

PKK, Kürt halkı adına dövüştüğünü söylüyorsa, Kürt halkı için demokrasi isteyip istemediğine karar vermeli.

Demokrasi istiyorsa ona uygun davranmalı. Silahla demokrasi sağlanmaz bu ülkede. En fazla silah, aralarından darbecilerin çıktığı orduda.

İş silaha dökülünce, bu, darbecilerin işine yarıyor.

Silahı susturmak, bazen silahın kendisinden daha etkili olur.

Bu ülkede adalet ve hukuk isteyenler için demokrasiden başka çare gözükmüyor. Ve hepimiz derin bir çatışmanın içindeyiz. Demokrasiye hizmet etmeyen, mutlaka demokrasi karşıtlarına yardım ediyordur.

Herkesin yerini belirleyeceği zaman, bu zaman.

Taraf, 13 Ağustos 2008

Ahmet Altan

14.08.2008


 

Bir test 2 bin ölü

Basında yer alan haber ve yorumlar ne derse desin; Gürcistan Cumhurbaşkanı’nın adrenalin meraklısı bir şapşal olduğuna ve ‘Dur bakalım ne olacak’ diyerek Osetya için zar attığına inanıyor olamazsınız. Mihail Saakaşvili’nin Washington’un izni olmadan, C. W. Bush’tan habersiz değil Güney Osetya’ya askeri operasyon düzenlemek, gezmek için Tiflis’ten Grozni’ye gidebileceğini bile düşünmek akla ziyan.

Önümüzde Irak örneği duruyor. Amerika’nın Bağdat Büyükelçisi April Glaspie’in Kuveyt’in işgalinden bir hafta önce, yani 25 Temmuz 1990 günü Bağdat’ta Saddam’la görüşmesine içeriğine ilişkin ABD Kongresi’ne bilgi verdiği konuşmasında söylediklerini hatırlamak sanırım yeterli:

GLASPIE: Başkan Bush’tan Irak’la ilişkilerimizi geliştirmek yönünde kesin talimat aldım. Kuveyt sınırınıza asker yığınağı yapıyorsunuz. Normal şartlarda bu bizi ilgilendirmez. Ancak, Kuveyt’e yönelttiğiniz sözlü tehditler var. Onun için bunun sebebini size sormalıyım. Ama, bir muhalif olarak değil, bir dost olarak soruyorum.

SADDAM: Kuveyt’le anlaşmak için yıllardır her yolu denedim. İki gün sonra onlarla yeniden görüşeceğim. Anlaşırsak, iyi. Ama anlaşamazsak, Irak ölümü kabul etmeyecektir.

GLASPIE: Kabul edebileceğiniz çözüm nasıl olmalı?..

SADDAM: Kuveyt Irak’ın parçasıdır...

GLASPIE: Sizin Kuveyt’le olan sorununuz ya da Arap dünyası ile çekişmeleriniz bizi ilgilendirmez. Dışişleri Bakanımız Baker, bunu size açıkça bildirmemi istedi. Kuveyt ABD’nin müttefiki değildir.

İşgalden iki gün önce yani 31 Temmuz 1990 günü de ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı John Kelly Kongre’de konuşuyor: “Amerika’nın Kuveyt’i korumak gibi bir taahhüdü yoktur.

Eğer, Kuveyt Irak’ın saldırısına uğrarsa, Kuveyt’i savunmak gibi bir düşüncemiz yoktur!..”

ABD ipiyle kuyuya inen Saddam Huseyin’in akıbetini biliyorsunuz..

Osetya’da test edilen ne?

Saakaşvili’nin izlediği siyasetin hedefi sır değil. Acara, Abhazya ve birleşik Osetya’yı topraklarına katarak tarihi coğrafyasına kavuşmuş bir Gürcistan. Acara sorununu hallederken aklın gerektirdiği yolu izleyip siyasi çözüm üretmeyi beceren Saakaşvili’nin, Güney Osetya söz konusu olduğunda birden aşka gelip orduya hücum emri verdiğine inanmak mümkün mü? Keza; Putin’in olimpiyatlar için Çin’de bulunmasını fırsat bildiğine ya da Rusya’nın yeni dönem siyasetine uyarlanmış askeri stratejinin ABD’nin ‘Füze Kalkanı’ projesine kapı açan doğu Avrupa ülkeleri üzerine kurulu olduğu yorumlarından cesaret aldığına.

Görünen o ki Bush yönetimi Saakaşvili üzerinden Rusya’nın bölgeye dönük askeri harekatlar karşısında olası tepkisini test etti. Moskova’nın kararsız kalması, itirazlarını diplomatik tepki düzeyinde tutması ya da Gürcistan’ın harekatını sınırlayacak seviyede müdahale etmesi; pekala ABD’nin İran konusundaki planlarını netleştirmesine hizmet etmiş olabilir.

Moskova’nın uluslar arası tepkinin en üst seviyede olmasına aldırmaksızın ve Gürcistan’ı caydırma maksadını aşan sertlikte orantısız güç kullanarak karşılık vermesini de, bu konudaki düşüncelerini yorum gerektirmeyecek netlikte ABD’ye iletme maksadının ifadesi olarak okumak mümkün.

Yazıya nokta koyarken tanzimatın üç paşasından biri olan Ali Paşa’nın padişaha yazdığı vasiyetname/ mektuptaki sözlerini hatırladım:

“Ne kendilerine ne hiç kimseye bir yararı dokunmayan, insanlığın gelişmesine zararlı, dünya barışını tehdit eden anlamsız devletçikler, insanoğlunun eski çırpınışlarının antik kalıntıları olarak istikbalin fatihleri için av olmaktan öteye asla geçemeyeceklerdir.”

Radikal, 13 Ağustos 2008

Avni Özgürel

14.08.2008


 

Bu savaşı kim kazandı?

Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev, Gürcistan’daki Rus birliklerine, dün itibariyle, “oldukları yerde durmaları” talimatı verdi. Kafkasya’da bir anda parlayan savaş karşısında dünya çaresiz kaldı, bir pozisyon belirleme şansı bulamadı. Peki, Gürcistan’ın Güney Osetya’yı denetim altına almak için başlattığı savaş neden başladı, nasıl devam etti, nasıl sonuçlandı, bundan sonra ne olacak?

1- Öncelikle şu anki durum, savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Operasyonun durdurulduğu anlamına geliyor. Rusya, G. Osetya’dan çekilmeyeceği gibi bölgeyi Gürcü askerlerine tamamen kapattı.

2- Tiflis artık sorunlu bölgeleriyle hiç bir zaman birleşemeyecek. Abhazya’yı, G. Osetya’yı hükümranlık alanında tutamayacak. Muhtemelen Acaristan’da Tiflis baskısı artacağı için kriz yaşanacak ya da Rusya bu bölge üzerindeki etkisini de kullanacak.

3- Savaş bu haliyle durmuş sayılmıyor, tam aksine bölge çok daha gergin hale geldi. Olayı provoke eden Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili, ülkesinin Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan ayrılacağını açıkladı. Aynı anda NATO, Gürcistan’a üyelik teklifinin geçerli olduğunu duyurdu. Bu iki sonuç, Kafkaslar’da çok şiddetli gerilimlerin ilk açıklamaları olarak not edilmeli.

4- Saakaşvili, G. Osetya’ya girip adeta kıyım yaptı. Ardından Rusya bölgeye girdi. Moskova Osetya sınırlarını aşıp Gürcistan topraklarına geçti ve ülkenin bir çok bölgesini bombaladı. Olay, Gürcü-Oset krizinin dışına çıktı. Bu yönüyle olay, Gürcü-Rus krizi de değil. Rusya ile NATO arasında Kafkaslar üzerindeki rekabetin bir sonucuydu.

5- Moskova ilk bakışta amacına ulaştı. Bölgenin tek belirleyici gücü olduğunu ilan etti. Gürcistan’ın Batı’nın garnizon ülkesi olarak varolamayacağını, ne kadar savunmasız olduğunu gösterdi. Ancak bu kısa vadeli bir sonuç.

6- Rus saldırıları devam ederken hiçbir batılı ülke Gürcistan’a askeri yardımda bulunamadı. Bu, Gürcü halkı için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Batılı ülkeler Rusya karşısında pozisyon alamadı, sadece ateşkesi sağlamaya çalıştı.

7- Durum Avrupa Birliği-NATO arasında bile ayrışmaya neden oldu. Bazı AB ülkeleri, bölge konusundaki yaklaşımlarını NATO’nun Kafkas politikasından ayrıştırmayı, Rusya ile daha farklı işbirliği yöntemi geliştirmeyi tartışmaya başladılar.

8- Çünkü bölge enerji koridorlarından birini oluşturuyor. Rusya, Batı’nın enerji projelerini ne kadar kolay sabote edebileceğini de göstermiş oldu. Özellikle AB’nin bu kadar büyük risk alma imkanı neredeyse yok gibi. Baki-Ceyhan boru hattının, Rusya’nın işgal ettiği Gori’nin birkaç kilometre güneyinden geçtiği düşünülürse, manzara daha net anlaşılır.

9- Rusya’yı çevreleme politikasının son aşaması Gürcistan’da 2003 yılında yapılan Kadife Devrim’di. Saakaşvili, STK ve para gücüyle iktidara getirildi. Kendisinden istenen her şeyi yaptı. Moskova buna direnemedi. Ama Rusya son operasyonla neleri göze alacağını ortaya koydu.

10- Savaş, Batı’nın Kafkas politikasının açmazlarını ortaya koydu. Balkanlar’daki başarının Kafkaslarda sağlanamadığı görüldü. Batı bundan sonra daha uzun vadeli projelere yönelecek, Rusya’yı bölgedeki başka etnik yapılar üzerinden zorlamaya girişecektir. Bu, Çeçenler, İnguşlar ya da Dağıstan olabilir. Öyleyse Kafkasya’da yeni cephe açıldı diyebiliriz. 21. yüzyılın fay hattında açılan bu cephe tahminlerden çok daha hızlı genişleyebilir, Karadeniz’den Hazar’a ve Basra Körfezi’ne kadar uzayabilir.

11- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin Kafkaslar’daki pozisyonunu AGİT ve AB yaklaşımı olarak gösterdi. Dikkat ettim, ABD ya da NATO yaklaşımı denmedi. Bu ayırım çok önemli. Türkiye, ne kadar ince bir ip üzerinde oynamak zorunda olduğunu bir kez daha gördü. Saakaşvili, Türkiye’den askeri yardım isterken acaba bunun ne anlama geldiğini hiç düşünebildi mi? Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin kırılganlığı ortada. Batı perspektifine sahip oluşu da. Bir gerçek daha var, merkez ve bölgesel güçlerin Kafkaslara bakışının hiç de güncel yaklaşımlara göre olmadığı, devletlerin uzun vadeli stratejilerine göre olduğu bir kez daha netleşti.

12- Kriz devam ederse Karadeniz tartışması tırmanabilir. ABD’nin Karadeniz’e yönelik hesapları biliniyor. Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı, Türkiye’nin rezerv koyduğu ABD yaklaşımı Ukrayna, Romanya ve Gürcistan üzerinden gerçekleştirilecekti. Karadeniz artık enerji ile beraber tartışılacak. Doğu Karadeniz hızla Doğu Akdeniz’e dönüşüyor.

13- Son krizle taraflar birbirinin tepkisini tartmış oldu. Bedelini Gürcüler ve Osetyalılar ödedi. Kriz devam ederse Çeçenistan ve diğer Kafkas halkları üzerinden de bu tartmalar, reaksiyon ölçmeler devam edecektir.

14- Kaybeden Saakaşvili oldu. Ülkesinin ve halkı üzerinden büyük bir kumar oynadı. Ve ülkesine çok şey kaybettirdi. Bir süre sonra eşyalarını toplayıp ABD’ye taşınabilir. Taşınmalı da. Rusya istediği için değil. Ülkesinin iyiliği için Sakaşvili kesinlikle gitmeli. Türkiye’nin iyiliği için bile…

15- Büyük satrançta bir sonraki hamleyi bekleyelim…

Yeni Şafak, 13 Ağustos 2008

İbrahim Karagül

14.08.2008


 

Özkök’ün stratejisi

Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, sadece 2003-2004 yıllarında Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde hazırlanan darbenin önünü kesmekle kalmamış, aynı zamanda, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki askerlere de,

“halkla uyum sağlansın” talimatını vermiş.

Birkaç örnek:

“Bölge halkının gelenek ve göreneklerini asla yüzlerine karşı kötülemeyiniz. Terör meselelerine girmekten kaçınıp, havadan sudan konuşunuz. Kadınlara ölçülü davranınız. Bir yere girdiğinizde mutlaka selam veriniz. Bölge halkını, hiçbir zaman terör örgütü sempatizanı gibi önyargılı değerlendirmeyiniz. Vatandaşların malına zarar vermeyiniz. Cenazelerinin kaldırılmasında, gömülmesinde yardımcı olunuz. Bayram namazlarına gidiniz. Halkımızın bir kısmında içkiye karşı antipati vardır; içki içiyorsanız mümkün olduğu ölçüde halktan gizleyiniz. Ölü ele geçen teröristlerin parçalanmış cesetlerini köy veya kasabanın ortasında teşhir etmeyiniz.”

Halkın değerlerine saygılı davranan Hilmi Özkök’ü tebrik etmek gerekiyor. PKK ile mücadelede, faili meçhul cinayetler yerine, Özkök’ün tavsiye ettiği yöntem benimsenseydi, Türkiye bugün çok farklı noktada olurdu.

Bizim şansımız, Türklerle Kürtlerin zaten birbirlerini sevmiş olması ve kaynaşması. Meselâ Belçika’ya bakalım. Zengin olan Flamanlar, kendi maddi imkânlarını Fransızca konuşan Valonlarla paylaşmak istemediği için, ayrılmak peşinde. Aynı şekilde, İtalya’nın kuzeyindeki zengin halk, ülkenin fukaralaşmasına yol açan Sicilyalılardan kurtulmayı arzuluyor.

Doğrusu ben Türkiye’nin Batısında yaşayanların “fukara bölgeler kopup gitsin” dediğini hiç duymadım. Bu yüzden, işimiz daha kolay. Yalnız, Veli Küçük’ün değil, Hilmi Özkök Paşa’nın yöntemini benimsemeliyiz.

Sabah, 13 Ağustos 2008

Nazlı Ilıcak

14.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır