"Gerçekten" haber verir 15 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Belediyeler ve...

“Ak Parti dönemi ve belediyeler” denince çok şey söylenebilir.

Daha yeni Konya’da idim. Konya bambaşka bir şehir haline gelmiş, üstelik hamleler sürüyor. Büyükşehir ve ilçe belediyeleri dört bir koldan şehri güzelleştirmek için adeta yarışıyorlar.

Benzeri şeyleri, aşağı yukarı hangi şehre gitseniz görebilirsiniz.

Ankara klasiği, Kayseri standardı, Antalya hamleleri, Kocaeli tırmanışı, Bursa gayreti... hemen aklıma gelenler... İstanbul, büyük hacim sebebiyle içine düştüğü büyük sorunlardan henüz kurtulamamış olsa bile, her yanındaki imar hamlesi ile kendini aşmaya çalıştığı söylenebilir.

Belediye yönetiminden gelen Başbakan, adeta, şehirlerde seferberlik ilan etmiş ve herkesi birbiriyle yarışa sokmuş durumda...

Belli ki imkan ve kaynak da aktarılıyor ve şehirler yaşanır hale geliyor.

Ak Parti’nin halkla ilişkiler başarısında belediyelerin ihmal edilmez bir katkısının olduğu kuşkusuz.

Ama “belediyeler” denince söyleneceklerin “imar”la sınırlı olmadığı da bir gerçek.

Bir kere bu kadar yoğun imar faaliyetinin bulunduğu bir yerde, rantların oluşmaması ve bu rantların yönetiminin de, farklı iddialara konu olmaması imkansız.

Belediyelerdeki “Yolsuzluk” iddiaları öteden beri buradan çıktı, çıkıyor, çıkacak.

Muhalefetin, Ak Parti’nin belediyelerle kazandığı başarıyı gölgeleyebilmek için buradan vuracağı ve elde edilen toplumsal tabanı buradan yola çıkarak aşındırmak isteyeceği de kesin.

Öyleyse Ak Parti liderliğinin bu konuya özel bir önem vermesi ve “Gölge”den kurtulmak için özel bir itina göstermesi gerekiyor.

Şu Şaban Dişli meselesi...

Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Sakarya Milletvekili Şaban Dişli para karşılığı “iş takibi” yapmakla suçlanıyor. Suç alanı: Belediyeler... Suçlama: Bir arsada plan değişikliği yaptırıp, arsa bedelini milyon dolarlarca yükseltmek ve bundan 1 milyon dolar karşılık almak.

Şaban Dişli suçlamayı reddediyor ve bu paranın aslında kendi parası olduğunu iddia ediyor.

Kime inanmalı?

Doğrusu, Belediyelere imar değişikliğinden rant üretme ve bunu paylaşma konusunda o kadar çok suçlama geliyor ki, ve bu, toplumda o kadar çok biliniyor ki, bu haberin tek orijinal yanı, Şaban Dişli ile ilgili olması oluyor.

Şaban Dişli konusunu uzatmayacağım, çünkü neyin ne olduğunu bilmiyorum.

İddiayı araştırma imkanım yok, düşüncelerim, medyadaki bilgilerle sınırlı ve ben “bu işte pis kokular var veya yok” diyemiyorum.

Ama, kuşkularım da kalkmış değil.

Bu iş genelde olabildiği için, ve çok çok olabildiği için ve bu işte çok büyük rantlar tedavül ettiği için “kuşku” ağır basıyor.

Sanırım, bu haberi okuyan, duyan herkeste oluşacak his de “kuşku”dur.

Şaban Dişli’nin izahı, oldukça girift ilişkileri anlatmaya çalışıyor. Bunu halkın anlaması çok mümkün değil.

Şu ana kadar, AK Parti ve hükümet cenahından – ki bu Başbakan demek- kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama da gelmiş değil.

O zaman “kuşku” yoğunlaşıyor.

Ben olaya, gerçeklik açısından değil, - çünkü halk açısından gerçekliğin test edilmesi mümkün değil- halkta bırakılan izlenim açısından bakıyorum.

Eğer siz, halkı gerçekten tatmin edecek bir netlikle, “Bu iş tertemizdir, hiçbir yolsuzluk izi yoktur” açıklamasını yapamaz, belgeleri ortaya koyamazsanız, “kuşku”yu gidermek mümkün olmayacaktır.

Bundan sonrasına gelirsek...

Önümüzde mahalli seçimler var ve benzer iddiaların, mahalli seçim propagandalarının eksenini oluşturmak üzere devreye sokulacağı kesin.

Mesela CHP’nin “Biz daha iyi belediyecilik yaparız” diyerek meydana çıkması ve halkı buna inandırması kolay gözükmüyor. Hatta “Biz daha temiz bir yönetim vaat ediyoruz” denmesi bile -eski dosyalar sebebiyle- inandırıcı bulunmayabilir. Ama, mevcut yönetimlere yönelik “Yolsuzluk” suçlaması etkili olabilir. Benim kanaatim bu.

Hiç olmazsa bu açıdan AK Parti yönetimi, -tabii Başbakan Erdoğan- önümüzdeki kısalmış zaman içinde, mahalli yönetimlerde temizliği sağlayacak bir girişimi devreye sokmalıdır. Bir “Etik komisyon” ve sonunda Başbakan Erdoğan’ın onayını sağlamış bir “Temizlik Raporu” gibi mesela...

Ama böylesine seçim bağlantılı bir temizlik girişiminden öte, Erdoğan’ın dünya görüşü ve hayat telakkisine temizliği ilke olarak sahip çıkmak yakışır.

Sonuçta bir şehirdeki tüm rant, topluma aittir. Onu şu veya bu alana akıtmak için özel çabalar içine girilmesi, dini bir dille söylersek “Kul hakkı” oluşturur. Ben, “Kul hakkı” kavramını, şehirlerin rantının dağıtılması veya kullanılması açısından bir kere daha düşünmek gerektiğine inanırım.

Ben diyorum ki, parktaki çiçeği yolmak da kul hakkını ihlaldir, havayı kirletmek de, kaçak kat çıkmak da, arazi işgali de, gerekli olmadığı halde plan tadilatı da, kaldırımı şu veya bu şekilde işgal etmek de...

Temiz kalın dostlar, temiz kalın!

Bugün, 14.8.2008

Ahmet Taşgetiren

15.08.2008


 

Türkiye’yi kritik dönem bekliyor

Kafkaslarda durumun hala netlik kazanmaması Türkiye açısından çok riskli gelişmeleri tetikleyebilecek nitelikte.. Gelinen bu noktada “Türkiye ne yapmalıydı, nerede hata yaptı” türünden sorulara verilecek cevap çok seçenekli olmasa da bazı stratejik hataları hatırlatmakta yarar var. Gürcistan’a verilen Batı desteğini sorgulamayan Türkiye, ‘Panayır Devrimleri’ni çok sahiplendi. Stratejik tercihlerini yaparken tepe diplomasisinin dışında alternatif ilişkiler geliştirmedi. Bu konuda gerek Abhazya’da, Acaristan’da, G. Osetya’daki unsurlarla farklı ilişkiler kurulabilirdi. Gürcistan’ın aşırı milliyetçi politikaları ve Hristiyan fanatizmine varan Müslümanlara yönelik baskı ve asimilasyon politikalarına ses çıkarmadı. Acaristan’a karşı 1992-93 yıllarında askeri güç kullanarak kan döken Gürcü yönetimine karşı tarihi anlaşmaları ne hatırlattı ne de kendisi hatırladı. Sovyetlerle Ankara hükümeti arasında yapılan 1921 Kars anlaşmasına göre Acaristan otonomi karşılığında Sovyetlere bırakılıyor ve Türkiye’ye de garantör hakkı tanınıyordu. Gürcistan’daki Müslümanlara yönelik baskıları görmezden gelen Türkiye ve medyadaki panayır devrimcileri (bunların arasında muhafazakar yazarlar da var) “Soros devrim yaptı da kötü mü oldu” türünden yazılar yazmaktan çekinmediler. Gürcistan’a gelen demokrasinin ve özgürlüğün ne türden bir demokrasi olduğunu görmezlikten gelmeyi yeğlediler.

“Bundan sonra ne olabilir” sorusuna, şimdiye kadar “gerçekte ne olmuştu” sorusunu sorarak cevap verebiliriz. Görünen o ki, Saddam’ı kışkırtanlar Gürcü lideri de kışkırtarak olimpiyat öncesi mükemmel zamanlamayla Rusya’nın müdahalesine zemin hazırladı.

Saddam’dan farklı olarak burada kışkırtanla işgal edenin farklı aktörler olduğu izlenimi veriyor. Amerika’nın Rus saldırısına karşı çıkmak yerine “aşırı güç kullanılması”na karşı çıkması önemli bir ayrıntı.

Amerika’nın bu tür bir tahrik karşısında Rusya’nın nasıl hareket edeceğini kestirmemiş olması düşünülemez. Rusya’nın küresel aktör olarak sahneye çıkışının tescili olan askeri hareket Amerika’nın karşı hamlelerine gerekçe hazırlaması açısından önemli. Bundan sonraki süreç Türkiye’yi çok daha zor bir tercihle karşı karşıya bırakacak gelişmelere kapı açabilir.

Rusya’nın Karadeniz’de hesaplaşması gereken en önemli sorun Ukrayna ve Kırım Sivastopol’daki Karadeniz Filosu’nun geleceğinin ne olacağıdır. Rusya açısından stratejik öneme sahip Karadeniz Filosu ve Ukrayna ile ilişkiler konusu, Amerika’nın Gürcistan’a verdiği stratejik değerden daha büyük öneme sahip.

Tam burada Ankara, çok yakından ilgilendiren bir taleple karşı karşıya kalabilir. Amerika’nın savaş gemilerini Karadeniz’e çıkartma isteği daha önce gündeme gelmişti. Rus tehlikesini göstererek Amerikan gemilerinin Karadeniz’e çıkma talebi her şeyden önce Boğazlar nedeniyle Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirecek bir durum oluşturacak demektir. Amerika’nın sıkı denetimine giren Karadeniz ülkelerinin bu talebe hayır demeleri beklenemeyeceğine göre en zor durumda kalacak olan yine Ankara olacaktır. Tarih biraz da bu tür sembolik değeri hayli yüksek olayları kaydetmek için vardır. Rusya küresel aktörlerden bir aktör olarak sahneye çıktığını, adeta bu anlamda rüştünü ispatlamak için güç gösterisinde bulundu. Balkanlara karşılık Kafkaslara el koyarak denge kurması kadar bundan böyle küresel sorunlarda taraf olduğunu göstermesi daha önemli bir gelişme. “Bu yüzyılda bir ülkenin işgal edilmesini kabul edilemez” bulan Bush’un kara mizahı da aşan beyanatının ardında yatan ‘daha gerçek’ gelişmeleri görmek zorundayız.

Unutmamak gerekir ki Rusya küresel aktörlerden sadece biri olarak sahneye çıkmaktadır. Diğer aktörler sahne gerisinde hazırlıklarını yapadursun. Amerika’nın tek başına küresel güç olduğu dönem kapanmak üzere. Defalarca yazdığımız gibi, Ortadoğuyu işgal ederek askeri gücünü gösteren, klasik sömürge yöntemlerine başvuran ABD en güçlü göründüğü dönemde en büyük zaafiyetini dışa vuruyordu. Tüm çabası, düşüşten önce gücünü korumaya, önümüzdeki dönem muhtemel rakiplari karşısında pazarlık gücünü korumaya yönelikti.

Yeni Şafak, 14.8.2008

Akif Emre

15.08.2008


 

Ahmedinecad ve Anıtkabir

DIŞİŞLERİ Bakanı Babacan İran Cumhurbaşkanı’nın Anıtkabir’i ziyaret etmemesini ayrıntı olarak nitelemişti. Mümtaz Soysal Hoca, Cumhuriyet‘teki yazısında, Babacan’ı “cehalet”le suçlayarak şu soruyu sordu:

“Bu ayrıntıysa esas olan nedir?”

Şimdi size 19 Aralık 1996 tarihli Milliyet‘ten bir haber: “Türkiye’ye bugün resmi ziyarette bulunacak İran Devlet Başkanı Haşimi Rafsancani’nin onuruna Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Çankaya Köşkü’nde vereceği yemekte harem-selamlık uygulanacağı, içki servisi yapılmayacağı bildirildi. Söz konusu uygulamanın Rafsancani’nin isteği üzerine gerçekleştirileceği belirtilirken, konuk devlet başkanının Anıtkabir’i de ziyaret etmeyeceği kaydedildi.”

Hatta Demirel, Rafsancani’yi ve çarşaflı eşini, mutat protokolle Çankaya’da değil, askeri törenle havaalanında karşılamış, sonra, Rafsancani’yi GAP’a götürmüştü. Peki, bu konuda Soysal’ın yazdıkları mı akılcıdır, Demirel’in yaptıkları mı?

ESAS OLAN NEDİR?

Soysal Hoca, Rafsancani’nin ziyaretini de eleştirmiş miydi, bilmiyorum. Benim bulduğum, sadece Ecevit eleştirmişti: İran Cumhurbaşkanı’nın Anıtkabir’e gitmemesini “doğrudan doğruya Atatürk’e ve onun kurduğu devlete saldırı” diye niteleyen Ecevit, “Türkiye’nin kararlı davranmasını” istemişti.

O zaman Ecevit muhalefettedir; sırtında yumurta küfesi yoktur! Aynı Ecevit Başbakan olduğunda, 21 Ocak 2000’de Ankara’ya gelen İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi’nin Anıtkabir’i ziyaret etmemesini hiç sorun yapmayacak, oturup görüşecekti!

Cumhurbaşkanı Demirel’in de Başbakan Ecevit’in de İranlılarla görüşmesinde temel konu PKK idi.

Demirel’in Rafsancani’yi GAP’a götürmesi de Hafız Esad’ın Suriye’sine mesajdı!.. Anıtkabir’e gitmediler diye, Türkiye, terör ve milli güvenlik gibi hayati konuları İranlılarla görüşmese miydi?! Mümtaz Soysal’ın “Esas olan nedir?” sorusunun cevabı da buradadır: Esas olan, Türkiye’nin çıkarlarıdır! Dış politika milli çıkarı hesaplama sanatıdır.

‘AKILCI’ DAVRANIŞ?

Ankara-Tahran ilişkileri geliştiği içindir ki, bugün Türkiye ile İran arasında terör, enerji ve Irak konularında ciddi işbirliği var.

Demek ki, ‘akılcı’ olan, Demirel’in Rafsancani’ye yaklaşımıydı; kısa vadede bir şey çıkmamıştı ama uzun vade için zemin hazırlamıştı.

Bugün de Cumhurbaşkanı Gül’ün Ahmedinecad’la görüşmesinden ciddi bir şey çıkmayacaktır ama Türkiye’nin ‘devrede’ olması, dünyaya bu mesajı vermesi uzun vade açısından ‘akılcı’ bir tavırdır.

Milliyet, 14.8.2008

Taha Akyol

15.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır