"Gerçekten" haber verir 18 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

H. Hüseyin Kemal

“MİZANSEN Mİ?” ŞÜPHESİ ORTAYA ÇIKTI

“Eruygur’un düşme ve hastaneye sevk edilme sürecinin ayrıntıları basından gizlendi. Eruygur’la ilgili ortaya çıkan ses kaydı, jandarmaların etten duvar örerek hastaneye getirdiği Eruygur için yapılan bu muamelenin mizansen olup olmadığı konusunda şüpheler uyandırdı. Tolon’un benzer sağlık problemleri yüzünden tahliye edilmesi de kamuoyunda bazı iddialara neden oldu.”

TEREDDÜTLERİN GİDERİLMESİ LÂZIM

“Bu aşamadan sonra bağımsız bir sağlık kurulunun Eruygur ve Tolon’un sağlık durumu konusunda rapor hazırlaması gerekir. Yoksa ‘GATA iki emekli paşayı tahliye ettirmek iç gerçek dışı rapor düzenledi mi? Görevi kötüye kullanma var mıdır?’ soruları gündemde kalacaktır. Bu tereddütlerin giderilmesi gerekiyor. Kamuoyu suskun kalmamalı.”

Geçen hafta, Jandarma emekli Genel Komutanı ve Ergenekon zanlısı Orgeneral Şener Eruygur’un eşiyle GATA’da görev yapan bir doktor arasında geçen konuşma herkesi şoke edecek düzeyde idi. Konuşmada Eruygur’un mahkemeye çıkarılmaması için sahte raporlar hazırlandığına dair iddialar vardı. Bu tür iddialar Batılı ülkelerde olsa yer yerinden oynar, ancak anlaşılmaz bir vaziyettir ki Türkiye’de hayatın normal bir ritmi olarak algılandı. Biz de bu konuyu, askerîn sistem üzerindeki etkisini, askerî yargının basın üzerine baskı kurup kurmayacağını insan hakları savunucusu Avukat Kadir Akbaş’a sorduk. Akbaş, GATA’nın hazırladığı raporlar dışında bağımsız bir sağlık kurulunun paşaları tekrar muayene etmesini istiyor. Bu istek aylar önce Adlî Tıp uzmanı Şebnem Korur Fincancı tarafından Şener Eruygur hakkındaki adlî tıp raporunun açıklanması yönündeydi. Bakalım bu sefer, gereken yerine getirilip kamuoyu şüphelerinden izale edilecek mi?

Gözaltına alınmış paşaların sağlık problemleri dolayısıyla cezaevlerinden tahliye edilmesi konusundaki hukukî tavır doğru mu?

Şener Eruygur’un cezaevinde düşmesiyle birlikte başlayan süreç herkesi tedirgin etti. Elbette ki gözaltına alınmış insanların sağlık durumlarının korunması hukuk devletinin en temel özelliklerinden biridir. Ama Eruygur’un düşmesiyle başlayıp, hastaneye sevk edilmesi sürecinin ayrıntıları basından gizlendi. Şener Eruygur’la ilgili ortaya çıkan ses kaydı, jandarmaların etten duvar örerek hastaneye getirdiği Eruygur için yapılan bu muamelenin mizansen olup olmadığı konusunda şüpheler uyandırdı. Bunun yanında Hurşit Tolon’un benzer sağlık problemleri yüzünden tahliye edilmesi de kamuoyunda bazı iddialara neden oldu. Basında bu yönde çıkan haberleri soruşturmayı yürüten savcılar dikkate almalıdır.

Eruygur’un düşmesinden sonra adlî tıp uzmanı Şebnem Korur Fincancı ile yaptığımız röportajda Eruygur’un düşmesiyle ilgili tutulan adlî tıp raporunun açıklanması gerektiğini dile getirmiştik. Bu olaydan sonra bu raporlarında önemi arttı galiba?

Bu aşamadan sonra raporların ortaya çıkıp çıkmamasının ötesinde bağımsız bir sağlık kurulunun Eruygur ve Tolon’un sağlık durumunun cezaevinde kalmaya elverişliliği konusunda rapor hazırlaması gerekir. Yoksa kamuoyundaki “GATA iki emekli paşayı tahliye ettirmek iç gerçek dışı rapor düzenledi mi? Görevi kötüye kullanma var mıdır?” soruları gündemde kalacaktır. Bu tereddütlerin giderilmesi gerekiyor. Şener Eruygur’un eşiyle klinik şefi arasında geçen konuşma bu konuda büyük zafiyetler içermekte. Zaten Eruygur hanımefendi bu konuşmayı kabul etti. Türkiye kamuoyu bunu suskunlukla geçirmemeli...

Susurluk dâvâsında da İbrahim Şahin’in geçirdiği kazayla hafızasını yitirdiği söylendi, ancak daha sonra hafızasının gayet sağlıklı işlediğini gördük. Sizin öneriniz olan bağımsız sağlık kurulu nasıl kurulabilir?

Türk Tabipler Birliği aracılığıyla seçilebilir. Farklı alanlarda uzmanlaşmış doktorlar iki paşayı muayene edip kamuoyuyla tesbitlerini paylaşabilirler. Bu askerî sağlık kurumlarının yargıyı manipüle edip etmediği, konumları nedeniyle iki emekli paşaya farklı muamele yapılıp yapılmadığı konusundaki iddialara cevap olacaktır. Bunun yanında üniversite, eğitim hastaneleri de bu raporu hazırlayabilir. Aksi takdirde hakikaten sağlık sebebiyle tahliye edilmesi gereken insanlar da zan altında kalacaktır.

Eruygur’un eşiyle klinik şefi arasında geçen konuşmanın niteliği suç oluşturacak boyutta ise, bu olaya sadece Ergenekon savcısı mı müdahale edebilir?

Bence GATA’nın bağlı bulunduğu askerî savcılık telefon konuşmasına yansıyan unsurların gerçek olup olmadığına dair re’sen bir soruşturma başlatmalıdır. Hakikaten konuşmada geçtiği gibi Emekli Sandığı’na verilecek tahlil ve röntgen yoksa, bu GATA’daki hekimler açısından görevi kötüye kullanma, adlî mercileri yanıltma suçlarını içerebilir. Eğer bu suçlar askerî görevler kapsamının dışına çıkıyorsa, sivil savcılık da gazetelere yansıyan haberleri ihbar kabul edip soruşturma başlatabilir.

Yargılanma sürecinde hakkında yanlış rapor düzenlendiği söylenen kişi asker, bu raporu hazırladığı iddia edilen makam askerî, bir de bu konuları araştırsın dediğiniz makam askerî savcılık. Burada bir tuhaflık yok mu?

Askerî yargıçların, savcıların da sicil amirleri komutanlar. Dolayısıyla emir-komuta zinciri içinde hareket eden bir sistem olduğundan kamuoyunda sağlıklı karar çıkmayacağı yönünde şüpheler ortaya çıkıyor. 28 Şubat döneminde Bülent Orakoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi’nde “devletin güvenliğiyle ilgili belgeleri çalmaya azmettirmek” suçundan yargılanırken beraat etmişti. Bu kararı veren hakimlerden biri daha sonra YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilmişti. Askerî yargıçlar beklenenin aksine bağımsız hareket edebiliyorlar. Demokrasilerde askerî yargı kabul edilir olmasa da mevcut şartlarda askerî yargıçların hukuk ilkelerine bağlı kalacaklarını düşünmek en doğrusu olacaktır.

Şemdinli dâvâsında sivil mahkemenin astsubaylara verdiği 39 yıllık mahkûmiyet kararı dâvâ askerî mahkemeye sevk edilince beraatle sonuçlandı. Bunu da mı unutmamız ve askerî yargıya güvenmemiz gerekiyor?

Böyle bir Polyannacılık Türkiye şartlarında fazla iyimserlik olur. Şemdinli dâvâsının asıl zafiyeti; iddianamesi mahkeme tarafından kabul görmüş, iddianamesi hukuku geçerlilik kazanmış Şemdinli savcısı ihraç edilerek sergilendi. Kamuoyunu hiçe sayarken, hukuka aykırı karar alırken askerî yargıdan farklı bir davranış beklemek doğru değil. Tek başına sivil olmak, hukuka uygun hareket etmek bağımsız olmak anlamına gelmiyor. Şemdinli dâvâsında mahkûmiyet kararı veren Van Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri daha sonra HSYK tarafından dağıtıldı. Yargıtay dâvânın askerî alana girdiğini söyleyerek görevsizlik kararı verdi. Sivil mahkeme tarafından ağır mahkûmiyet verilen bir dâvâ askerî mahkeme tarafından beraat ettiriliyorsa, karşımızda son derece ağır vahamet doğuracak bir olay var demektir.

Bu vahamet nedir?

Susurluk’la birlikte devletin rutin dışına çıkabileceği ifade edildi. Bu rutin dışına çıkışın yargı tarafından hoş görülebildiği konusunda bir kanaat uyandı. Ergenekon dâvâsında da gördüğümüz, birileri devlet görevlilerinin gerek gördüklerinde hukuk kurallarına bağlı kalmayıp rutin dışına çıkmalarının hoş görülmesini istiyor. “Devletin çıkarları gerektirdiğinde, mensubu olduğumuz bürokrasi gerek gördüğünde rutin dışına çıkabilelim. Bu da kamuoyu ve yargı tarafından kabul edilsin” deniyor. Devletin rutin dışına çıkabileceğinin resmî belgelerde yerini alması bir utanç belgesi olarak kayıtlara geçmiştir. Ergenekon dâvâsında alacağımız tavır, devletin rutin dışına çıkıp çıkmaması, ya da hukuk üzerinden işlerini yürütüp yürütmemesiyle ilgilidir.

Ergenekon sürecinde askerî yargıyı yeniden tartışmaya açmak gerekmiyor mu?

Türkiye’de silâhlı kuvvetler sadece ordu değil. Yakın zamana kadar bankası olan, yardım kuruluşu tarafından işlettiği holding aracılığıyla önemli bir iktisadî figür olarak serbest piyasada faaliyet gösteren, bir taraftan da toplumu yönlendirme iddiasına ve potansiyeline sahip bir güç. Bunun yanında yargı erkini de bünyesinde bulunduruyor. Aslına bakarsanız, devlet içinde devlet tanımı, kendini silâhlı kuvvetlerde buluyor. Bir siyasî programın sahibi olan ordu, cumhuriyetin kuruluşundaki rolünü koruyarak toplumu belli sınırlar içinde tutmaya çalışıyor. Askerî yargıya sahip oluşunun temelinde de bu var. Sivil işlediği suçlar yüzünden askerî mahkemede yargılanabiliyor, aynı zamanda kendi içindeki hiyerarşik yapıyı askerî mahkemelerle sağlayabiliyor. Askerî yargı, dünyanın birkaç ülkesinde görülecek düzeyde, sivil yargıya paralel bir sistem geliştirmiş durumda. Askerî yargı da kendi yapısını günümüz şartlarında devam ettiremeyecektir. Yeni bir anayasa hazırlığında, Batılı demokrasilerde olduğu gibi, askerî yargı sınırlanacak, belki tümüyle kaldırılabilecektir.

Az önceki ifadenizden asker siyaset yapıyor anlamı çıkar mı?

Siyaset yapmak değil, belki siyasî bir programı var, rolü var...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Kürt meselesi üzerinde fikir beyan etmesi, Diyarbakır’da sivil toplum örgütleriyle görüşmesi siyaset değil midir?

Türkiye’de gerçek mânâda siyaset yapan tek kuruluş askerdir. Siyasî partilerin programları birbirinin kopyasının ötesine geçmeyecek derecede az farklılık içeriyor. Burada siyasete biçilen alan düşünüldüğünde, siyasî görüşün sahibi askerdir. Gerektiğinde bunu silâh gücüyle dikta etmiştir. Ergenekon, ordunun son zamanlardaki geri duruşundan kurtulup aktif rol alması gerektiğini düşünenlerin kurguladığı planın bir parçasıydı. TSK da bu konuda gel gitler yaşıyor. 27 Nisan muhtırası ve sonrasında yaşananlar o gelgitlerin devam ettiğini gösteriyor. Sanıyorum, TSK eski etkin konumunu sürdüremeyeceğinin bilincinde, ancak bu geri çekilmenin nasıl ve hangi hızda yapılacağı konusunda belirsizlikler var.

Az önce askerin ekonomik olarak bir güç olduğundan, siyaset yaptığından bahsettiniz. Peki askerin medyayla ilişkisi nasıl?

28 Şubat ve 12 Eylül gibi sıkıyönetim dönemlerinde komutanlar genel yayın yönetmeni gibi hareket edip, neyin haber olacağı konusunda son derece etkin rol oynadılar. 28 Şubat sürecinde asker yazılı ve görsel basını en etkin biçimde kullandı. Meydana getirilmek istenen psikolojik zeminin hazırlanmasında medya rolünü başarıyla yerine getirdi. Bugün basın iki grubun tekelinde değil. Son derece çeşitlendi. İnternet haberciliğinin gelişmesiyle artık kamuoyu farklı kanallardan sansürsüz bilgiye ulaşabiliyor. Bu da basını kullanmak isteyen bazı çevreleri güçsüz ve zayıf düşürüyor.

Bugün komutanlar genel yayın yönetmeni gibi davranabiliyor mu?

Silâhlı bürokrasinin gücünü kullanarak haber yaptırmasından ziyade, bazı medyanın paralel düşündükleri için askerin isteğini karşılayacak türden haberler yaptıklarını düşünüyorum.

Askerî yargının basına yayın yasağı getirmek gibi bir hakkı var mı?

TCK’nın 288. maddesi adil yargılamayı etkilemeye yönelik teşebbüsü cezalandırıyor. Kişinin suçlamaya muhatap olmasından sonra başlayan yargılama süreci boyunca suçluluğu ya da suçsuzluğu sabit olmadığından, basından beklenen kişileri mahkûm veya masum göstermemeleridir. Ergenekon soruşturması süresinde gözaltına alının kişilerin masum olduğuna yönelik haberler de yargıyı etkileme suçu kapsamına giriyor. Türkiye ilk defa karanlık geçmişiyle yüzleşme fırsatı yakalıyor, dolayısıyla basının dâvânın safahatıyla ilgili haber yapmaması beklenemez. Yargılama televizyon ve gazete köşelerinde değil, mahkeme salonlarında yapılacak. Mahkeme salonlarına herkes sığmayacağına göre, insanlar gelişmeleri basından öğrenecektir.

Silâhlı kuvvetlerin demokrasilerde olmayacak şekilde siyaset yaptığını, gerektiğinde silâh kullandığını söylediniz. Böyle bir Türkiye’de basına daha büyük bir görev düşmüyor mu? Basın demokrasinin tarafı ise, sadece “Ergenekon’da şu gelişme var” şeklinde mi haber vermeli?

Yeni Asya gazetesinin o dönemki yazı işleri müdürü Faruk Çakır’a Ergenekon dâvâsına yönelik adil yargılamayı etkilemeye yönelik yazısı yüzünden hakkında dâvâ açıldı. Bağcılar Asliye Ceza Mahkemesi’nin mahkûmiyet verdiği dâvâda Yargıtay başsavcılığı verdiği mütalâayla hükmün bozulmasını istedi. Yapılan haberin, yazılan yazının maddî gerçekle uyuştuğu ve suçlayıcı bir yönünün bulunmadığı ifade edildi. Bu beraat kararı yüksek yargının bu noktada sağlıklı bir yol çizebileceğini gösterdi. Yargı, “siz Ergenekon konusuna gözlerinizi yumunuz” demiyor.

Az önce askerî yargının basına yasak getirip getiremeyeceği noktasındaki soruma tam cevap vermediniz?

Askerî savcılık yürüttüğü soruşturmayla ilgili gizlilik kararı alabilir. Hazırlık soruşturması ister askerî, ister sivil savcılık tarafından yürütülüyor olsun, zaten yasa gereği gizlidir. Soruşturmaya yönelik haber yapılması suç teşkil eder. Soruşturmanın gizliliği ifa edildiğinde buradan yola çıkıp ulaşılması istenen deliller yok edilebilir. Yoksa gözaltına alınmış, evi aranmış biri tabiatiyle gizli kalamaz.

Ben gazeteciyim, demokratik hukuk devletinde yaşıyorum. Ben askerî disiplin suçları kapsamına girecek biri değilim, onun için bir yayın yasağı isteniyorsa sivil mahkeme benim için bağlayıcı olmalı. Askerî yargıdan basına yönelik engelleyici kararlar çıkmasını tasvip etmiyorum. Sizin kadar rahat düşünmüyorum açıkçası...

Sorun askerî yargının alanında... DGM hayatiyetini sürdürdüğü dönemde yargıçlardan biri askerdi. Bende askerî yargı sivil yargıyı denetlemek istiyor hissi oluşmuştu. Yargılama süreci içinde istenilen neticenin çıkması için askerî yargıcın bulundurulduğu inancı vardı. Türkiye gözetim altında bu yargılamaları sürdürdü. Öcalan dâvâsında mahkemede yer alan askerî üyenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından adil yargılama ilkelerine aykırı düşeceği için kanun değişikliğiyle çıkarıldığına tanıklık ettik. Türkiye bırakın askerî yargıyı sonlandırmayı sivil mahkemelerin askerî gözetiminde kalmasına seyirci kaldı. Dünya ülkelerinin kısa zamanda katediği yolu Türkiye uzun yıllara yayıyor.

Ordunun, bir de basın üzerinde uyguladığı akreditasyon uygulaması var. Bir hukukçu olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir uygulamanın olmaması gerekir derken, başbakanlığın da benzer bir tavır sergilediğini söylemek gerekir. Vatandaşın haber alma ve basının haber vermek özgürlüğünün bu tür keyfî sınırlandırmalarla engellenemeyeceği ilkesini benimsememiz gerekiyor. Eğer yapılacak haberde bir yanlışlık varsa, haberin tarafı olan merci ilgili medyaya karşı tekzip hakkını kullanmalıdır. Bunun ötesine geçerek bazı medya kuruluşlarına yasak konamaz.

Her halde özgürce soru soracak gazetecilerin varlığından rahatsızlık duyuluyor?

Akreditasyon sansürün biraz daha ehlîleştirilmiş hali. Haberi sansürlemek yerine, daha baştan haberin ortaya çıkmasına engel olunmaya çalışılıyor. Bu duruma direnmek gerekiyor.

H. Hüseyin Kemal

18.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (17.02.2009) - Ergenekon’u bekleyen tehlikeler

  (16.02.2009) - 99'DAN SONRA SİVİLLEŞME

  (09.02.2009) - RESMî İDEOLOJİ SORGULANMALI

  (03.02.2009) - İTİRAFÇININ SÖZLERİ YENİ DEĞİL

  (29.01.2009) - ‘Muavenet gemisi, Türkiye’ye gözdağı vermek için vuruldu’

  (27.01.2009) - CLINTON, LOBİYİ DIŞLAMIŞTI

  (19.01.2009) - YAPILANLAR “SINIR BELİRLEME”YDİ

  (12.01.2009) - Askerî anlaşmalarda hükümet dışlanamaz

  (05.01.2009) - ÖLENLERİN YARIDAN FAZLASI SİVİL HALK

  (29.12.2008) - Hepimizin yaşadığı acılar değerli

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır