22 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Anne babaya iyilik, ömrü uzatır. Yalan rızkı azaltır. Duâ kazayı geri çevirir.

Câmiü's-Sağîr, No: 1701

22.03.2010


Bahar da bir çiçektir

Bahar da bir çiçektir. Semâ da bir çiçektir; yıldızlar, o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir; ziyâsındaki yedi rengi, o çiçeğin nakışlı boyalarıdır.

Yedinci sahife: O ni’metlerde, o neticelerde, öyle lemeât-ı hüsün ve cemâl görünüyor ki, hakiki bir şevk ve şefkatle yoğrulmuş hâlis bir şükür ve sâfî bir muhabbete lâyık olur. O sahifede, yâ Cemîl-i Zülkemâl, yâ Kâmil-i Zülcemâl isimleri yazılı okunuyor.

İşte, yalnız bir güzel çiçek ve hasnâ bir insan ve yalnız maddî ve zâhir sûretinde bu kadar esmâyı gösterirse, acaba umum çiçekler ve bütün zîhayat ve büyük ve küllî mevcudât ne derece ulvî ve küllî esmâyı okutuyor, kıyas edebilirsin.

Hem insan ruh, kalb, akıl cihetiyle hayat ve letâif sahifeleriyle Hayy, Kayyûm ve Muhyî gibi ne kadar esmâ-i kudsiye-i nurâniyeyi okur ve okutturur, kıyas edebilirsin.

İşte, Cennet bir çiçektir. Hûri tâifesi dahi bir çiçektir. Rûy-i zemin dahi bir çiçektir. Bahar da bir çiçektir. Semâ da bir çiçektir; yıldızlar, o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir; ziyâsındaki yedi rengi, o çiçeğin nakışlı boyalarıdır. Âlem, güzel ve büyük bir insandır; nasıl ki insan, küçük bir âlemdir.

Hûriler nevî ve ruhânîler cemaati ve melek cinsi ve cin tâifesi ve insan nevî, birer güzel şahıs hükmünde tasvir ve tanzim ve icad edilmiştir. Hem herbiri, külliyetiyle, hem herbir ferdi tek başıyla, Sâni-i Zülcemâlinin esmâsını gösterdikleri gibi, Onun cemâline, kemâline, rahmetine ve muhabbetine birer ayrı ayrı aynalardır. Ve nihayetsiz cemâl ve kemâline ve rahmet ve muhabbetine birer şâhid-i sâdıktır. Ve o cemâl ve kemâlin ve rahmet ve muhabbetin birer âyâtıdır, birer emârâtıdır. İşte, şu nihayetsiz envâ-ı kemâlât, daire-i vâhidiyette ve ehadiyette hâsıldır. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemâlât, kemâlât değildir.

İşte, hakàik-ı eşyanın esmâ-i İlâhiyeye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakiki hakàik o esmânın cilveleri olduğunu ve herşeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâniini zikir ve tesbih ettiğini anla, “Hiçbir şey yoktur ki O'nu övüp O'nu tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi: 44.)’in bir mânâsını bil ve “Şiddetli zuhurunda gizlenmiş olan Allah’ı her türlü noksandan tenzih ederiz” de. Ve âyetlerin âhirlerinde olan “O’nun kuvveti her şeye gàliptir ve O herşeyi hikmetle yapar.” (İbrâhim Sûresi: 4.) “Çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olan da ancak O’dur.” (Yûnus Sûresi: 107.) “O herşeyi hakkıyla bilir; O her şeye hakkıyla kàdirdir” (Rum Sûresi: 54.) gibi zikir ve tekrarlarındaki bir sırrı fehmet.

Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı, vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün.

Sözler, s. 576, (yeni tanzim, s. 1027)

LÜGATÇE:

lemeât-ı hüsün ve cemâl: Güzellik parıltıları.

Cemîl-i Zülkemâl: Mükemmellik ve güzellik sahibi olan Cenâb-ı Hak.

Kâmil-i Zülcemâl: Bütün güzelliklerin ve mükemmelliklerin sâhibi olan Allah.

hasnâ: İzzetine ve iffetine düşkün kadın.

esmâ: Allah’ın isimleri.

mevcudât: Mevcutlar, varlıklar.

küllî: Bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün.

letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler.

Hayy: Gerçek hayat sahibi olan Allah.

Kayyûm: Varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, dâimî herşeye her hususta iktidarı olan Allah.

Muhyî: Dirilten, hayat veren Allah.

esmâ-i kudsiye-i nurâniye: Cenâb-ı Allah`ın parlak ve kusursuz isimleri.

rûy-i zemin: Yeryüzü.

tasvir: Bir şeyin özelliklerini anlatarak, gözönünde canlandırma.

tanzim: Düzenleme.

külliyet: Umumilik, çokluk.

Sâni-i Zülcemâl: Sonsuz güzelilk sahibi ve herşeyi san'atla yapan Allah.

şâhid-i sâdık: Doğru sözlü şâhid.

lemeât: Parıltılar.

zîhayat: Hayat sabihi.

âyât: Âyetler, deliller.

tevehhüm: Zannetme, evhamlanma.

vâzıhan: Açıkça.

emârât: Emareler, işaretler.

22.03.2010


“Perişan vaziyet”in getirdiği

Risâle-i Nur’ların satırları arasında dolaşırken kimi bahisler, kimi cümleler kendini hemen ele vermez. Bu tür yerler üzerinde biraz zihnimizin yorulması gerekebilir. Yine aynı Risâle-i Nur’da bu durumun tersine de rastlanabilir. Bazı cümleler çok açık ve nettir. Bazı bahisler çok rahat anlaşılabilir.

Gelin görün ki bazı okumalarda bu rahatlık bir rehavete dönüşebilir. Açık ve net cümlelerin ardına gizlenmiş, ya da insanın değişik bir bakışla çok daha güzel dersler çıkarabileceği bahisler bu güzel mesajlar alınmadan, bu dersler anlaşılamadan okunup geçilir.

İşte o gün okunan Meyve Risâlesinden 10. Mesele’yi dinlerken böyle bir durumla karşılaşmıştım. Kur’ân’da yer alan tekrarların ne kadar yerinde ve ne kadar isabetli olduğunu anlatan bu küçük ve etkileyici risâlenin en başında müellif kendi durumundan, “perişan vaziyet”inden bahsediyordu. İçinde bulunduğu şartların yetersizliği ya da kötü olması sebebiyle 10. Mesele’de ifadelerin ve anlatımın karışık olabileceği gibi bir hatırlatmada bulunuyordu. Görülebilecek kusurlara bakılmamasını istiyordu. Bu kısacık uyarı açık ve netti. İlk bakışta mesajı da anlıyordu insan.

Bu bir paragraflık hatırlatma okunup geçilebilirdi. Açıkçası, çoğu kez bunun bir sakıncası yoktu, ve çoğu kez zaten öyle oluyordu. Ama o gün için benim içimde bulunduğum şartlar zihnimin bir köşesinin o hatırlatmada takılmasına sebep oldu. Bu noktaya takılınca düşünmeye koyuldum. Zihnimi biraz zorlayınca bu defa Risâlelerin içinde birer şaheser olarak nitelendirebilecek birçok yerde bu tür uyarıların yer aldığı gerçeğiyle karşılaştım. Meselâ 30. Lema, “Eskişehir hapishanesinin bir meyvesi” olduğunu ifadeyle başlıyordu. Zaten hayatı boyunca rahat yüzü görmeyen Müellif, pek çok Risâleyi “hasta ve perişan bir vaziyette“ yazdığını ifade ediyordu. Hatta bazen şartlar zorlaştıkça, ortaya çıkan eserler daha muhteşem oluyordu! Müşevveş ya da dağınık olması bile bu hakikati değiştirmiyordu! Bu durumdan elbette Risâle-i Nur’un ilham-ı İlâhî olduğu, Müellifin Risâle-i Nur’un yalnızca dellâlı olduğu, asıl sahibi olmadığı gibi çok önemli hakikatlere dair ipuçları bulmak da mümkündü. Ama benim ve nefsimin o gün için aldığı ders başkaydı.

Çünkü Bediüzzaman’ın perişaniyeti gibi olmasa da ben de bir nevî perişan vaziyetteydim. Sıkıntılıydım... Meselâ; vaktinde üç beş şey karalamış biri olarak yazmayalı oldukça uzun zaman olmuştu. Yine yaz(a)madığım günlerden biriydi. Pek çok yakınımın benden haklı olarak yazı bekledikleri bir dönemdeydim. Yazılmayı bekleyen daha doğrusu yazıya dönüşmeyi bekleyen notlarım her geçen gün artıyordu. Hatta bazıları zamanında yazılmadığı için kaybolmaya bile başlamıştı. Zihnim başka işlerle meşguldü, yeni işim yoğundu, çeşitli hastalıklarla içiçeydim vs...

İşte böyle bir durumda bu Emirdağ Çiçeği diye adlandırılan risâleciğin hemen başındaki hatırlatma cümleleri tokat gibi etkili bir derse dönüştü.

Bu hatırlatma adeta “En kötü şartlarda bile en güzel şeyler yapılabilir” diyordu. Şartların kötü olması olsa olsa yaptığımız hizmetin, yazdığımız yazının bir derece karışık olması için haklı bir bahane olabilirdi. Ama o hizmetin yapılmamasına, bu yazının yazılmamasına bir bahane olamazdı. Sanki bu hatıra ve hatırlatma diliyle Üstad bizlere “Şartların kötü olması sizi tembelliğe itmesin, şevkinizi kırmasın” mesajını gönderiyordu.

Hayat hepimizin karşısına zorluklar çıkartır. Hemen hepimiz zamanın daralttığı koridorlardan geçerken zamanın kendisinden şikâyetçiyiz. Zaman bulamıyoruz güya... Oysa her şartta birşeyler yapmak, bir şekilde hizmet etmenin bir yolunu bulmak mümkün... Bu uyarılar ve hatırlatmalar, kimbilir biraz da bu yüzden Risâlelerin sayfaları arasında yerini almış. Fakat bütün bu şartları tembelliğimize perde, şevksiz olmamıza bahane yapmaya kalkarsak,—tıpkı benim bir dönem yaptığım gibi—yanlış yapmış oluruz.

Çünkü Bediüzzaman da benim gibi yapsaydı biz bugün bir Emirdağ Çiçeği’ni koklayamıyor olacaktık. Çünkü Risâlelerin müellifi de benim gibi olsaydı, biz bugün 30. Lem’a gibi bir Esmâ hazinesine sahip olamayabilirdik. Neyse ki o benim gibi yapmadı!

Biraz da bu düşüncelerin ışığında şimdi dönüyorum ve tekrar tekrar bu hatırlatmaları, bu küçük ve kısa uyarıları okuyorum. Bir de bu gözle okuyunca daha farklı hislere bürünüyor insan... Boşa geçen zamanlarına yanıyor, bir de iyi zamanlar ise...

Neyse ki elimizde Risâlelerin, sapasağlam Kur’ânî ölçüleri var. Neyse ki önümüzde Bediüzzaman’ın hayatı gibi bir hayat örneği var. Neyse ki; biz Bediüzzaman’ın içinde bulunduğu şartlara göre çok iyi bir durumda olmamıza rağmen, o bize, nefislerimize hiç ummadığımız zamanlarda yine Üstad oluyor. Neyse ki Risâle-i Nur’ları okumak için, o eserlerin yolunda hizmet etmek için şevke ihtiyaç duyduğumuz bir anda bize yine Risâle-i Nurlar şevk kaynağı oluveriyor.

Çok şükür...

Not: Biraz şahsî gibi algılanabilecek kendi hallerimi umarım okuyanlar, uzun ve gereksiz görmezler. Umarım bu yazıyı ve hallerimi okuyanlar, gönüllerinin bir köşesinde bize de bir duâlık yer açarlar...

AHMET TAHİR UÇKUN

[email protected]

22.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl