25 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

SAİD NURSî, “CEMAAT ADINA SİYASET”İ DE TASVİP ETMİYOR

CEMAAT VE SİYASET

Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, 14.04.2009 tarihinde Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmasında, ordunun Peygamber Ocağı olarak bilindiğinin altını da çizip, “TSK hiçbir dönemde dine karşı olmamıştır” diyerek şu açıklamayı yaptı: “Bugün bazı din eksenli cemaatler kendilerini demokratik alanın bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadır… Bunun için de her fırsattan istifade ederek destekleyicilerinin de yardımıyla TSK aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar.”

Taraf Gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, Başbuğ’un bu konuşması üzerine köşesinde şunları yazdı: “Genelkurmay’ın Gülen hareketine yönelik bu düşmanca tavrını hiçbir vicdan sahibi onaylayamaz... Başbuğ’un son konuşmasında bir sürü şey muğlaktı, ama tek şey netti... Başbuğ yönetimindeki Türk genelkurmayının şu an başlıca hedefi Gülen hareketinin nüfuz alanının daraltılması ve faaliyetlerinin olabildiğince iğdiş edilmesidir...” (18.04.2009)

Konuşmanın akabinde medyada başlayan bu tarz yorum ve tartışmalar, ‘Cemaat-Siyaset’ konusunu gündemin üst sıralarına taşıdı. Ancak bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak için biraz gerilere gitmek îcab etmektedir.

Partilere eşit yakınlık

ABD’de tedavisi sürmekte olan Fethullah Gülen, 3 Kasım Seçimlerinden iki gün önce, “Sizi sevenler oylarını hangi partiye verecek?” şeklindeki soruya; “ Herhangi bir partinin desteklenmesi ya da engellenmesi gibi bir düşünce ve davranış içinde değilim. Bundan sonra da asla olmayacağım” diye cevap vermişti. “Bütün partilere ‘eşit uzaklıkta’ demiyorum, ‘eşit yakınlıktayız ” diyen Gülen; “Demek ki bunlar da makam–mansıp sevdasına tutulmuş; meğer bunca gayret iktidar içinmiş; şimdiye kadarki sevgi ve hoşgörü mesajları yalanmış” dedirtmemek için baştanberi siyasetin dışında kaldıklarını beyân etmişti. Aynı açıklamasında; müşevviki olduğu eğitim faaliyetlerine gönül vermiş insanları ‘cemaat’ şeklinde değerlendirmenin yanlış olduğunu, ‘Gönüllüler Hareketi’ şeklinde ifade etmenin daha doğru olacağını da beyân etti. (Zaman-01.11.2002)

Fethullah Gülen'e yakınlığı bilinen çeşitli gazete ve dergilerin Ak Parti dönemindeki neşriyatının çeşitli siyasî tartışmalara sebep olması ve “Gülen'in hararetle AKP'yi desteklediğinin” ileri sürülmesi üzerine, avukatı Orhan Erdemli bir açıklama yaparak, haberlerin gerçek dışı iddialar olduğunu belirtti. “Gülen'in, 'aracı gazetecisi' olmadığı, çeşitli konularda fikirlerini bizzat kendi yazıları veya konuşmaları ile kamuoyuna duyurduğu herkesin malûmudur... Belli kurumların karşısında olma veya belli bir siyasî hareketin yanında olma şeklindeki iddialar yanlış bir algılamanın ürünüdür” diyen Erdemli, müvekkilinin siyasî tavrını tavzih etti. (Zaman-11.06.2007)

Gülen'in bizzat kendisi ve avukatı vasıtasıyla yaptığı bu açıklamalara rağmen bu konudaki tartışmalar, özellikle de Ergenekon Dâvâsı sürecinde artarak devam etti. Hareket hakkında ortaya konulan menfi tavırların ve yapılan değerlendirmelerin, peşin hükümlerden kaynaklandığını ve gerçeği yansıtmadığını ifade eden Avni Özgürel; “Dindarlık gayretiyle yapılmış her davranışın ‘Fetullahçılık’ diye anılmasının sebebini” de şu şekilde açıkladı: “2007 senesi bu bakımdan önemli... Gülen Cemaati, hareketin ortaya çıkışından itibaren ilk kez, o güne kadar titizlikle izlediği siyasette yansızlık tavrını terk edip kontrol ettiği bütün yayın organları üzerinden ‘taraf’ olduğunu gösterdi.” (Radikal-28.01.2009)

Gata-Kulli

Bu minval üzere muhtelif zamanlarda yapılan tartışmalar, Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür'ün 06.03.2009 tarihli, “Ergenekon'da bir GATAkulli var” başlığıyla kaleme aldığı makalesi üzerine birden alevlendi. Mahmut Övür makalesinde, Ergenekon Dâvâsıyla ilgili olarak Fethullah Gülen'in kendisine; “Bu işlerin sulandırıldığı gibi bir kaygı var. Bana da öyle geliyor. Baksanıza sürekli Silivri Cezaevi'yle GATA arasında, yatay geçiş var. Bizim Erzurumlular bunu şöyle yorumluyor; bu işin içinde bir GATAkulli var. Hükümete karşı da bazı hesaplar seziliyor. Bunlar iyi şeyler değil” dediğini anlatıyordu.

Nuray Mert; “Türkiye’de siyaset üzerinde öteden beri, bir ‘Gata-kulli’ olduğunu biliyor, yani askerlerin -sivil siyasete müdahalesi, bu müdahalenin derecesini, mahiyetini tartışıyoruz. Tartışıyoruz, ama ‘Asker’ veya ‘Ordu’ dediğimiz kurum, kapalı bir kutu, sonuna kadar gidemiyoruz. Buna karşın, Fethullah Gülen vak'ası da, az kapalı bir kutu değil. O nedenle, işin içine Fethullah Hoca konusu girdiği anda, mesele sivil siyasetin askerî müdahale meselesini sorgulaması olmaktan çıkıyor. İnsan, ‘bu kapalı kutuların birbirleri ile meseleleri nedir?’ sorusunun cevabını kolaylıkla veremiyor” şeklindeki ifadeleriyle tartışmaya iştirak etti. (Radikal-10.03.2009)

Cemaat, hareket ve Ergenekon

Daha önce muhtelif vesilelerle bu konudaki görüşlerini köşesinde açıklayan Avni Özgürel bu defa, “Cemaat, hareket ve Ergenekon” başlıklı bir makale kaleme aldı: “Fetullah Gülen Hocaefendi’yi tanıdım; kendisine saygımı, samimiyetine inancımı her vesileyle yazageldim… Yurt dışında ve yurt içinde himmet faaliyeti kapsamında açtıkları eğitim kurumlarının övgüye lâyık olduğu kanısındayım...” diyerek, harekete karşı olan müsbet tavrını öncelikle ifade ettikten sonra, değerlendirmesini şu şekilde sürdürdü:

“Hocaefendi’nin ağzından yayılan ılımlı söylem hiç değişmedi. 28 Şubat döneminde hücumların hedefi haline getirildiğinde bile gerek Hocaefendi gerekse çevresi itidalini korudu... Her siyasî harekete, her düşünceden insana saygılıydı camaate yakın yayın organları… Ancak Türkiye’nin siyaset tablosunda meydana gelen değişiklikle birlikte cemaate ‘Bi-taraf olan bertaraf olur’ düşüncesi hakim olmaya başladı... Hocaefendi’nin yurtdışına çıkmasından sonra çevresinde oluşan halkadaki anlayış değişikliği, geçmişte örneği bulunmayan bir üslûp kaymasıyla magazin gazetecisi ağzıyla yapılmış nitelemelerin kamoyuna yansımasında sakınca görmemeye yol açtı.” Avni Özgürel bu tesbitlerinden sonra satırlarına bir dost tavsiyesiyle son veriyordu: “ Sütre gerisinden siyaset sahnesine dahil olmak da bir tercihtir nihayetinde; ama politikada perdenin gerisinde olmakla önünde olmak arasında fark olmadığını bilmek kaydıyla.” (Radikal-22.04.2009)

Bu arada Erzincan başsavcısı tarafından başlatılan -daha sonra Erzurum’daki özel yetkili savcıların devraldığı- bir soruşturmayla birlikte, ‘İsmailağa Cemaati’nin adı da tartışmalara konu olmaya başladı. Son dönemlerde bazı TV kanallarında sıkça rastlanılan ve ‘Cüppeli Ahmet Hoca’ diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü de soruşturulanlar arasındaydı. Şamil Tayyar; “Aczmendilerde olduğu gibi İsmailağa üzerinde de ince işçilik yapılıyor” diyerek, İsmailağa Cemaati üzerinden "tüm inançlı kesime yönelik” bir operasyonun başlatıldığını yazıyordu. (Star-05.03.2010)

Cemaat-Siyaset tartışmalarının Ergenekon Dâvâsı sürecinde gündeme nasıl geldiği ve ne tarz münakaşalara sebep olduğunu ortaya koymak maksadıyla yaptığımız bu kısa özetlemeden sonra, güncel tartışmalardan uzaklaşarak, Bediüzzaman Said Nursî'nin bu husustaki bazı temel değerlendirmelerine geçebiliriz. Bu arada, Cemaat, Hareket, Tarikat ya da Kur'ân Kursu, adı her ne olursa olsun, darbe heveslisi çevreler açısından bunların arasında herhangi bir fark görülmediğini de ifade edelim.

RİSÂLE-İ NUR'DA

CEMAAT VE SİYASET*

Bediüzzaman, “ İman ve Kur’ân dersinde hâlis bir dostluk ve hakîkat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesânüd” olarak tarif ettiği beraberliği, “cemaat” olarak adlandırmıştır. Böyle bir cemaatin hedef ve maksadını da özetle; îmân hakikatlerini tahsil ve tebliğ ederek evvelâ kendisinin sonra da milletin diğer fertlerinin îmânlarının kurtulmasına ve takviye edilmesine gayret etmek, dinsizliğe karşı îmân hakîkatleriyle çalışmak olarak ortaya koymuştur.

Cemaat ile Cemiyet arasındaki farklılığa önemle dikkat çekerek bu hususta mükerrer izahlar getiren Bediüzzaman; “Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle” münasebetleri olmadığını ifade etmiştir. Bu sebeple de, ‘cemaat’ şeklindeki uhrevî kardeşliği ve münasebeti izhar ve ifadeden çekinmediklerini, “hile ile, dalkavuklukla ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül” etmediklerini belirtmiştir. Nur Talebeleri'nin, “siyâsî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite” olmadıklarını ve olamayacaklarını, bu sebeple de “ehl-i dünya ile mübâreze” den özellikle içtinab ettiklerini söylemiştir.

Hàkimiyet-i millet

Bediüzzaman'ın, “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım” şeklindeki ifadesi meşhurdur. Eserlerinde birçok yerde tekrarladığı bu ifadenin ve talebelerine mükerreren siyasetten uzak durmalarını tavsiye eden sözlerinin doğru anlaşılması önemlidir. Bediüzzaman, Münâzarât adlı eserinde, anayasaya istinad eden parlamenter bir sistem olarak Meşrûtiyeti, “hâkimiyet-i millet” olarak telâkki etmiştir. Hâkimiyet-i milletin de; insaniyetin esası olan cüz-i ihtiyariyi/ hür iradeyi temin ettiğini ve bu suretle milletin beka bulacağını ve milletin bekasıyla da devletin bekaya mazhar olacağını ifade etmiştir.

Çok partili hayata geçildikten sonra da siyasî tercihini Demokrat Parti istikametinde ortaya koyan Bediüzzaman, seçimlerde reyini aleni olarak kullanmış ve DP'yi neden desteklediğine dair dersler vermiştir. Dolayısıyla, gerek Meşrûtiyete yüklediği mânâ ve gerekse çok partili siyasete geçildiği zamanki tavrı, siyasetten sakınmaktan kastedilenin, en temel demokratik bir hak olan siyasî bir tercihte bulunmak olmadığını göstermektedir.

İdare işine karışmamak

Bediüzzaman, Afyon Mahkemesi’nde yaptığı müdafaalarında, sakınılması gereken siyasetten kastedilen mânâyı tavzih eden açıklamalara yer vermiştir. Bu müdafaalarında; “İdare işine ve hükümetin icraatına karışmamak”, “siyaset yoluyla idare ve âsâyişin zararına hayat-ı içtimâiyeye karışmamak” ve “maddî mübârezeyi tam bırakmak” ifadelerini mükerreren kullanmıştır.

Anlaşılmaktadır ki, kaçınılması ve sakınılması gereken; ‘cemaat’ olmakla iktifa edilmeyip, cemiyet/örgüt tarzı bir teşkilâtlanmaya giderek idareye ve hükümet işlerine müdahale etmek, sistemli bir tarzda cemaat adına siyasete müdahil olmak, siyasî yollardan içtimaî hayata şekil vermeye ve toplumu dönüştürmeye teşebbüs etmektir. Bediüzzaman’ın, demokratik sistem içerisinde doğrudan bir parti teşkil ederek siyaset yoluyla dine hizmet etme kapısını ise, şüpheye meydan bırakmayacak bir tarzda kapattığı bilinen bir hakikattir. Netice olarak; gerek doğrudan din adına siyaset yapmak ve gerekse cemaat adına idareye ve icraya karışarak dolaylı yoldan siyasete müdâhil olmak, Bediüzzaman tarafından tasvip görmemektedir.

Bu iki faaliyet tarzından da şiddetle sakınmanın en temel sebebi; “Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini, ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymettar hakîkatlere ihanet etmemek” olarak ortaya konulmuştur.

Kuvvetli ve hâkim cereyanlar

İdareye ve siyasete karışmamasının bir diğer önemli sebebini de Bediüzzaman; “Şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhâfaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesâbına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak” sözleriyle izah etmiştir. Kuvvetli ve hâkim cereyanlara alet olmamanın ve dine hizmetin kudsiyetini muhafaza etmenin en emin yolu, o alanlardan uzak durmak ve iktidar sahibi olmanın câzibesine kapılmamaktır. Aksi halde, her halükârda dâhili ya da hârici kuvvetli cereyanlardan herhangi birine alet olmak durumunda kalınacaktır.

İfsad komitesi

Said Nursî Tek-Parti devrinde dahi, gerek şahsının ve gerekse milletin maruz kaldığı bütün maddî ve mânevî zulümlere mukabil, herhangi bir müesseseyi bir bütün olarak itham etmemiştir. Devamlı bir surette; “ Ecnebî hesabına ve küfür ve ilhâd nâmına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesi”nden bahsetmiştir. Bu gizli komitenin, “Hükûmeti ve Adliyeyi şaşırtarak aleyhlerine sevk ettiğini, vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eylediğini ve ecnebi hesabına darbeler vurduğunu” ifade etmiştir.

“Ecnebî hesabına bu milletin can damarını kesmeye ve bozmaya çalışan” bu komitenin, insafsızca zulümlerini ısrarla sürdürmekteki maksadını ise, millet ile devlet arasında bir husûmet meydana getirmek ve toplumda tefrikaya sebep olmak olduğunu ifade etmiştir.

Maruz kalınan zulümlerin sebep olduğu sıkıntıyla, ele geçen ilk fırsatta “müsbet hareket” etme prensibini terk ederek intikam hırsıyla menfi bir yola tevessül etmek ve toplumda ittihadı ve birliği bozacak bir tavır almak doğru değildir. Bediüzzaman îmân hakikatlerinin ve îmân hizmetinin selâmeti için; “Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefâlar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musîbetler hep helâl olsun” diyerek, kendisiyle beraber benzeri ezâ ve cefâlara mâruz kalan talebelerine de aynı şekilde haklarını helâl etmelerini vasiyet etmiştir. Bu tesbit ve tavsiyeler, “Öğrenilmiş ve Öğretilmiş Çaresizlik” olarak geçiştirilebilecek türden tavsiyeler değildir.

*Bu kısımdaki iktibaslar Şuâlar, Emirdağ Lâhikası

ve Eski Said Dönemi Eserleri’nden alınmıştır.

ORHAN DİNDAR

SON

25.07.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (24.07.2010) - BEDİÜZZAMAN “BEN BU ORDUYA KARŞI KILIÇ ÇEKMEM” DEMİŞTİ

  (23.07.2010) - ORDUDAKİ DEĞİŞİMİ YÖNETMEK KOLAY DEĞİL

  (22.07.2010) - İTTİHATÇILARIN MENFî KISMI KEMALİZM VE CHP İLE DEVAM ETTİ

  (21.07.2010) - Artık Kemalizmle yüzleşmeliyiz

  (20.07.2010) - Adalet hakikati

  (19.07.2010) - Balyoz ve Kafes’te tutuklu kalmadı

  (18.07.2010) - O rütbelere nasıl yükselebildiler?

  (17.07.2010) - Heryerekon mu, sessiz devrim mi?

  (16.07.2010) - 3 yılda 8 İddİaname

  (05.07.2010) - ‘Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır’


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.