Şimdi size, musibet yüzünden bir inayet-i hassayı faz-
        
        
          la dua etmenize vesile olmak için yazıyorum:
        
        
          Bugün, dört saat evvel ben, yalnız, karadağ’ın hâlî or-
        
        
          manları içinde idim. gayet titiz bir ata binmiştim. Ben bi-
        
        
          nerken, birden dizgin kayışı koptu. o da fena ürktü,
        
        
          ma’reke takıldı. Beni öyle fena bir tarzda çiftelerle yere
        
        
          düşürdü. Ben o hâlde sağ elim, sol ayağım kırılmış gibi
        
        
          ihtimal verdiğim gibi, vaziyet de öyle gösteriyordu. At da
        
        
          başkasının malı. o hâlî orman içine daldı. etrafta hiç
        
        
          kimse yok ki, imdada yetişsin. Cenab-ı Hakka hadsiz şü-
        
        
          kür ediyorum; el, ayağım kırılmamış, çok ziyade incitmiş
        
        
          iken, yine şemsiye ile yürüyebildim. o titiz at da orma-
        
        
          na dalıp, yolsuz bir istikamete, benim yürüyüşümle yürü-
        
        
          yerek, on beş dakikalık bir mesafeyi bir saatte yetiştik.
        
        
          At su içmekte iken, nuriye isminde bir kadın geldi. elin-
        
        
          de ekmek; bir parça ekmeği ata verip, tutuldu. Ben de
        
        
          Cenab-ı Hakka şükür, o vakit binebildim, odaya geldim.
        
        
          Birden öyle bir tûfanlı yağmur oldu, hücremin önünde
        
        
          bir sel olarak gördük. eğer o su, o nuriye’ye rast gelme-
        
        
          seydi, o hâlî yerde, o yağmur altında, at da başkasının
        
        
          malı, kaybolmak gibi çok musibetlerden Cenab-ı Hak
        
        
          muhafaza eyledi.
        
        
          Bu küçük musibette dokuz cihette nimet olduğunu
        
        
          tasdik ettik. Ve bu nevi hıfzuhimayet, sizlerin samimî
        
        
          dualarınızın bir neticesi olduğu kanaatindeyiz. Ve bu
        
        
          dokuz cihetle medar-ı şükran hâdise, dün aldığımız
        
        
          hediye-i nuriyenin çok faideli olduğuna işarettir. Çünkü,
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            dizgin:
          
        
        
          binek hayvanlarının ağzı-
        
        
          na geçirilen gemin iki ucuna bağ-
        
        
          lanan ve hayvan idare etmeye
        
        
          yarayan kayış.
        
        
          
            dua:
          
        
        
          Allah’a yalvarma, niyaz.
        
        
          
            evvel:
          
        
        
          önce.
        
        
          
            faide:
          
        
        
          fayda.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hâdise:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hâlî:
          
        
        
          tenha, boş, ıssız.
        
        
          
            hediye-i nuriye:
          
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          hizmetiyle ilgili hediye.
        
        
          
            hıfzuhimayet:
          
        
        
          koruma ve hi-
        
        
          maye etme.
        
        
          
            hücre:
          
        
        
          küçük oda, tek oda-
        
        
          dan oluşan ev.
        
        
          
            ihtimal:
          
        
        
          olabilirlik.
        
        
          
            imdat:
          
        
        
          yardım.
        
        
          
            inayet-i hassa:
          
        
        
          özel yardım,
        
        
          Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kulla-
        
        
          rına yapmış olduğu hususî hi-
        
        
          mayesi ve yardımı.
        
        
          
            istikamet:
          
        
        
          yön, cihet.
        
        
          
            kanaat:
          
        
        
          inanma, görüş, fikir.
        
        
          
            ma’rek:
          
        
        
          çalılık.
        
        
          
            medar-ı şükran:
          
        
        
          şükrü ge-
        
        
          rektiren, şükre sebep.
        
        
          
            mesafe:
          
        
        
          uzaklık, ara.
        
        
          
            muhafaza:
          
        
        
          koruma.
        
        
          
            musibet:
          
        
        
          felaket, bela.
        
        
          
            nevî:
          
        
        
          çeşit, tür.
        
        
          
            nimet:
          
        
        
          lütuf, ihsan, bağış.
        
        
          
            samimî:
          
        
        
          içten, candan, gönül-
        
        
          den.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          Allah’ın nimetlerine
        
        
          karşı memnunluk gösterme,
        
        
          gerek dil ile gerekse hal ile
        
        
          Allah’ı hamd etme.
        
        
          
            tarz:
          
        
        
          biçim, şekil.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          doğrulama, onayla-
        
        
          ma.
        
        
          
            tufan:
          
        
        
          çok şiddetli yağmur ve
        
        
          sel.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            vesile:
          
        
        
          aracı, vasıta.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla, fazlasıyla.
        
        
          
            | 372 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası