Sekizinci faydası:
        
        
          gayet incedir, izah edilmez; yalnız,
        
        
          kısa bir işaret ederiz. nasıl ki Hüsrev, yazdığı kur’ân’ı,
        
        
          fotoğrafla tab’ını kabul etmeyerek binler cazibedar
        
        
          kur’ân’lar kendi hattı ile âlem-i İslâmda intişarıyla, kutbi-
        
        
          yet derecesinde bir mertebe-i ulviyeyi ve yüksek bir şe-
        
        
          ref-i imtiyâzı bırakıp,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          dairesindeki sırr-ı ihlâ-
        
        
          sı muhafaza ve hazz-ı nefisten teberri etmiştir; aynen öy-
        
        
          le de, bu hastalık, ruhumda öyle bir inkılâp yaptı ki,
        
        
          Ri-
        
        
          sale-i Nur
        
        
          ’un parlak fütuhatını müteşekkirâne temaşa et-
        
        
          mek ve sevaptarâne, mücahidâne, bir nevi kumandan
        
        
          hizmetinde bulunmaktan gelen uhrevî zevki ve şerefi ve
        
        
          dünyada uhrevî meyvesini gösteren hizmet-i imaniyenin
        
        
          şahsıma ait lezzeti ve imtiyazı, o sırr-ı ihlâs için bırakmak
        
        
          ve kardeşlerime havale etmek ve onların şeref ve zevkle-
        
        
          riyle iktifa etmeye nefs-i emmarem dahi muvafakat ede-
        
        
          rek, dünyanın bu uhrevî ve güzel yüzünde gözünü kapa-
        
        
          mak ve eceli ve mevti ferahla karşılamaya tam kabul et-
        
        
          mesidir.
        
        
          Dokuzuncu faydası:
        
        
          Çoktan beri benim hususi bir vir-
        
        
          dim ve hiç kaleme alınmayan ve mesleğimizin dört esa-
        
        
          sından en büyük esası olan şükrün en geniş ve en yüksek
        
        
          mertebesini ihata eden ve bende çok defa maddî ve ma-
        
        
          nevî hastalıkların bir nevi şifası olan ve İsm-i Azam ve
        
        
          Besmele ile dokuz âyât-ı uzmayı içine alan ve on dokuz
        
        
          defa şükür ve hamdi azamî bir tarzda ifade ile,
        
        
          Tahmi-
        
        
          dat’
        
        
          ın adetleriyle o eşyanın lisan-ı hâliyle ettikleri
        
        
          hamdüsenayı niyet ederek, o hadsiz hamdlerin yekûnu-
        
        
          nu kendi hamdleri içine alarak azametli ve geniş bir
        
        
          
            âlem-i islâm:
          
        
        
          İslâm âlemi, İslâm
        
        
          dünyası.
        
        
          
            ayat-ı uzma:
          
        
        
          muazzam, yüce
        
        
          ayetler.
        
        
          
            azamet:
          
        
        
          büyüklük.
        
        
          
            azamî:
          
        
        
          maksimum.
        
        
          
            Besmele:
          
        
        
          Bismillâhirrahmânirra-
        
        
          hîm (Rahman ve Rahim olan Al-
        
        
          lah’ın adıyla.) cümlesinin adı.
        
        
          
            cazibedar:
          
        
        
          çekici, cazibeli.
        
        
          
            ecel:
          
        
        
          her canlının Allah tarafından
        
        
          takdir edilen ölüm vakti.
        
        
          
            faide:
          
        
        
          fayda.
        
        
          
            ferah:
          
        
        
          gönül açıklığı, sevinç, se-
        
        
          vinme.
        
        
          
            fütuhat:
          
        
        
          zaferler, fetihler, galibi-
        
        
          yetler.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hamd:
          
        
        
          Allah’a karşı şükran ve
        
        
          memnuniyetini onu överek bil-
        
        
          dirme.
        
        
          
            hat:
          
        
        
          yazı, el yazısı.
        
        
          
            havale:
          
        
        
          bir şeyi başkasının üstü-
        
        
          ne bırakma.
        
        
          
            hazz-ı nefis:
          
        
        
          cismen, bedenen,
        
        
          duyularla bir şeyden lezzet alıp,
        
        
          haz duyma.
        
        
          
            hizmet-i imaniye:
          
        
        
          iman ve
        
        
          Kur’an hakikatlerinin ikna edici
        
        
          ve ilmî delillerle anlaşılmasına
        
        
          hizmet etme.
        
        
          
            hususî:
          
        
        
          özel.
        
        
          
            ihata:
          
        
        
          kuşatma, içine alma.
        
        
          
            iktifa:
          
        
        
          yeterli bulma, kâfi görme.
        
        
          
            imtiyaz:
          
        
        
          fark, ayrıcalık, üstünlük.
        
        
          
            inkılâp:
          
        
        
          değişme, dönüşme.
        
        
          
            intişar:
          
        
        
          yayılma, yaygınlaşma,
        
        
          neşrolunma.
        
        
          
            ism-i azam:
          
        
        
          Cenab-ı Hakkın bin
        
        
          bir isminden en büyük ve mana-
        
        
          ca diğer isimleri kuşatmış olanı.
        
        
          
            izah:
          
        
        
          açıklama, ayrıntıları ile an-
        
        
          latma.
        
        
          
            kumandan:
          
        
        
          komutan.
        
        
          
            kutbiyet:
          
        
        
          evliyalar arasında za-
        
        
          manın en büyük mürşidi olmak.
        
        
          
            lisan-ı hâl:
          
        
        
          hâl dili, bir şeyin duru-
        
        
          şu ve görünüşü ile bir mana ifade
        
        
          etmesi.
        
        
          
            maddî:
          
        
        
          madde ile alakalı, cisma-
        
        
          nî.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            mertebe:
          
        
        
          derece, basamak.
        
        
          
            mertebe-i ulviye:
          
        
        
          yüksek merte-
        
        
          be, derece.
        
        
          
            meslek:
          
        
        
          gidiş, tutulan yol, sistem.
        
        
          
            mevt:
          
        
        
          ölüm.
        
        
          
            muhafaza:
          
        
        
          koruma.
        
        
          
            muvafakat:
          
        
        
          müsaade etme, ka-
        
        
          bul etme.
        
        
          
            mücahidâne:
          
        
        
          mücahitçe, cihat
        
        
          ederek, gayret göstererek.
        
        
          
            müteşekkirâne:
          
        
        
          müteşekkir
        
        
          olarak, teşekkür edercesine.
        
        
          
            nefs-i emmare:
          
        
        
          insana kötü
        
        
          ve günah işlerin yapılmasını
        
        
          emreden nefis.
        
        
          
            nevi:
          
        
        
          çeşit, tür.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            ruh:
          
        
        
          dirilik kaynağı, hayatın
        
        
          temeli ve sebebi olan manevî
        
        
          varlık.
        
        
          
            senâ:
          
        
        
          methetme, övme.
        
        
          
            sevaptarane:
          
        
        
          sevaplı olarak,
        
        
          sevap kazandırarak.
        
        
          
            sırr-ı ihlâs:
          
        
        
          ihlas sırrı, samimi-
        
        
          yet ve doğruluğun sırrı.
        
        
          
            şeref:
          
        
        
          manevî büyüklük, yü-
        
        
          celik, onur.
        
        
          
            şeref-i imtiyaz:
          
        
        
          imtiyaz şere-
        
        
          fi, ayrıcalıklı olma şerefi.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          Allah’ın nimetlerine
        
        
          karşı memnunluk gösterme,
        
        
          gerek dil ile gerekse hal ile
        
        
          Allah’ı hamd etme.
        
        
          
            tâb:
          
        
        
          basma, baskı.
        
        
          
            tahmidat:
          
        
        
          hamd etmeler,
        
        
          şükretmeler.
        
        
          
            tarz:
          
        
        
          biçim, şekil.
        
        
          
            teberri:
          
        
        
          sevmeyip yüz çevir-
        
        
          me, uzaklaşma.
        
        
          
            temaşa:
          
        
        
          hayretle ve dikkatle
        
        
          bakıp seyretme.
        
        
          
            uhrevî:
          
        
        
          ahirete dair, ahirete
        
        
          ait.
        
        
          
            virt:
          
        
        
          zikir; belli zamanlarda,
        
        
          belli sayıda, belli duaların zi-
        
        
          kir olarak belli biçimde ve dü-
        
        
          zenli şekilde okunması.
        
        
          
            yekûn:
          
        
        
          toplam.
        
        
          
            | 380 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası