"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Adalet Peygamberi (asm)

Esin FİŞEK
04 Haziran 2017, Pazar
Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâmı anmak, kendi payımıza düştüğünce tarihe, ebedî ve bâki âleme bir not düşmek...

Konu Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm olunca; mezkûr cümlede söylenen “not düşmek”  bize mi kalmış? En büyük sözü O’nun (asm) hakkında Cenâb-ı Hak (cc) söylemiş, Kur’ân’a söyletmiş, meleklere söyletmiş, kâinat kitabına söyletmiş: “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah.”

İmam-ı Rabbani Hazretleri ise “Ben sözlerimle Hz. Muhammedi (asm) övmüş, güzel göstermiş olmadım; aksine Hz. Muhammed’den (asm) bahsetmekle sözlerimi güzelleştirmiş oldum” demiş.

Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâmdan bahsetmekle sözlerimizin güzelleşeceği satırlara şahitlik etmek...

 Bizim burada söyleyeceklerimiz Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâma biatımızı tazelemek, tekrarlamak kabilinden olacaktır. Yaklaşık 1450 senedir söyleniyor ve kıyamet kopuncaya kadar da söylenecektir. Ne söylense de az gelecektir.

Söyleyeceklerimiz tabiî ki ahirzamanın bediisi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan olacaktır:

 “Bize Rabbimizi tarif eden şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hatemü’l Enbiya Aleyhisselâtü Vesselâmdır. 

Evet o bürhanın şahs-ı manevisine bak:

Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; o bürhan-ı Bahir olan Peygamberimiz Aleyhisselâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya Seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki; herbir dâvâsını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira, o “la ilahe illlallah” der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel tarafında saf tutan o nuranî zahirler, aynı kelimeyi tekrar ederek icma ile manen “doğru dedin ve söylediğin haktır” derler.

Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeaya  parmak karıştırsın.

Peygamber Efendimiz (asm) geçmiş peygamberler ve kendisinden sonra gelen evliyaların icmasıyla teyid edildiği gibi; Tevrat, İncil ve Zeburun müjdelediği, İrhasat denilen, nübüvvetten evvel, doğumu vaktinde zuhur eden mu’cizeler,

Hatifler ve kâhinlerin şehadeti,

Şakk-ı Kamer mu’cizesi,

Çağırmasıyla ağaçların yanına gelmesi mu’cizesi,

Duâsıyla yağmurun sür’atle yağdığı,

Bulutun sıcaktan korunmak için başında gölge yaptığı,

Bir kilelik yiyeceğinden yüzlerce insanın doyduğu,

Parmakları arasından suyun üç defa Kevser gibi aktığı,

Allah’ın (cc) kertenkeleyi, ceylanı, kuru hurma direğini, koyun paçasını, deveyi, taşı ve çakıl taşlarını onun için konuşturduğu, Mi’racın ve “Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı” âyetinin sahibi ve satırlara sığmayacak kadar çok binlerce mu’cize ile peygamberliği ispat edilmiştir. 

Bunun yanında; zatında fevkâlâde takvası, fevkâlâde ubudiyeti, fevkâlâde ciddiyeti, fevkâlâde metaneti, dâvâsında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre göstermiştir. 

Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm “festakim kema umirte”, “Emredildiğin gibi dosdoğru ol” emrini bihakkın imtisal etmiştir. Kuvve-i Akliyesi ifrat ve tefritten müberra olarak hikmetle, Kuvve-i Gadabiyesi ifrat ve tefritten münezzeh olarak Şeceat-i kudsiye ile, Kuvve-i Şeheviyesi ifrat ve tefritten musaffa olarak iffetle bütün hayatı geçmiştir. Hikmet, şecaat, ve iffetten, adl ve adalet ve sırat-ı müstakim çıkmış. Ve Efendimiz (asm) “Adalet Peygamberi” olmuştur. 

Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm, getirdiği Nurla bütün akıl sahiplerinin sorduğu: Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun? Suallerine ikna edici cevaplar vermiştir. Ve getirdiği Nur ve bakış açısıyla bu kâinat “matemhane-i umumî olmaktan; şevk-u cezbe içinde bir zikirhaneye “inkilâp etmiştir.” Ve getirdiği Nur ile; içinde yaşadığımız kâinat hususan dünyamız manasızlıktan, abesiyetten, tesadüf oyuncağı olmaktan çıkmış; bir mektubat-ı Rabbaniyeye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer merayâ-i esma-i İlâhiye hükmüne geçmiştir. O Nur ile insanı hayvanın aşağısına düşüren acz, fakr ve ihtiyaçları, aklı; bütün mahlûkatın üstüne çıkıp; zeminin halifesi olmuştur.

Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâmın nuru karanlığı delip geçen bir şimşek gibi dünyanın her yerinde kana kana hırz-ı can etmişlerdir.

Sigara gibi tek bir kötü alışkanlığı “içmeyin sağlığa zararlıdır” diyen doktorların bile % 50, % 60’ı sigara içtiği bilinen çağımızda; medeniyetin getirdiği hiçbir kural, kaide, sistem insanlığı terbiye edememektedir. Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm, Arap Yarımadası gibi vahşi, mutaassıp, inatçı muhtelif kavimlerden oluşan milletlerin çok kısa bir zamanda zorla değil; akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri feth ve teshir ederek kalplerin sevgilisi, akılların muallimi, nefislerin terbiyecisi, ruhların sultanı olmuştur.

Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm hak bildiği yüce dâvâsını hiç kimseden korkmadan, serbestçe, bilâperva, bilâtereddüt, bilâhicap, telâşsız, samimî, ciddiyetle, hasımlarının damarına dokundurarak, şiddetli bir şekilde sürdürmüştür. Hatta çok sevdiği amcası Ebu Talib’in dâvândan vazgeç teklifine hiç tereddütsüz “bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz dâvâmdan vazgeçmem” demiştir.

Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm, insanların ve cinlerin en müşkül sorusu olan; Nereye gidiyorsun? sorusunu; ebedî saadet, Cennet ve Cehennemi göstererek cevaplamıştır.

Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm bütün ümmetini arkasına alarak Cenâb-ı Hakk’a yönelmiş, onların adına ebediyeti, Cenneti istemiştir. Ve bütün mevcudatı, mahlûkatı duâsına amin dedirtmiştir.

O zaman böyle bir peygamberin ümmeti olarak bize düşen nedir? Bize emanet bıraktığı Kur’ân’a, Âl-i Beyt’ine ve sünnetine sımsıkı sarılıp sahip çıkmaktır. Ahirzamanın savletli bidaları, şiddetli tazyikatları karşısında, dalâletler içerisinde bilfiil belki yerine getiremeyip, ama binniyet, bilkast, taraftarane ve iltizamkârâne tâlip olabiliriz. Onun arkasından; mayın tarlasında yürüyen, mayına basmamak için önündeki rehberi dikkatle takip ederek ayak izlerine basan bir asker hassasiyetinde olabiliriz. Bize bıraktığı sünnetini tembellik ederek yapmazsak hasaret-i azime, ehemmiyetsiz görürsek cinayet-i azime, tekzibini işmam eden tenkit edersek dalâlet-i azime içinde oluruz.  

Bu vadide söylenecek sözler baştada dediğimiz gibi bitmez. 

Ama sözlerimi yine Ahirzamanın bediisi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin sözleriyle bitirmek istiyorum:

“İ’lem Eyyühel Aziz! 

Nebi-i Zişanın (asm) Makam-ı Mahmudu ilâhî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmündedir. Evet tevzi edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resul-ü Zişa’na (asm) okunan salâvat-ı Şerif’e o sofraya edilen dâvete icabettir.”

Okunma Sayısı: 2287
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı