"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üç tarzı düşünce ve bunun siyasete yansıması

Nimet DEMİR
15 Ocak 2014, Çarşamba
Nikos Kazancakis, “Kardeş Kavgası” isimli romanında, Yunanistan’daki iç savaşı konu alır. Bu savaşta iki gurup vardır. Kurulu düzenin devamından yana olanlar ve devrimciler. Kuşkusuz her iki grubu da oluşturanlar idealist insanlardır. Bu insanlar romanda, “inançları uğrunda ölmekten asla kaçmayan ve idealleri için öldürmekten de geri durmayan” şeklinde resmedilmişlerdir. Her gün girdikleri çarpışmalarda bu insanların onlarcası ölmekte ve yaralanmaktadır. Söz konusu idealist insanlarda genel olarak iki anlayış hâkimdir. Bu anlayışlar esasen geçmiş zamanlarda ve halen değişik formlarda hep varlığını sürdürmüş ve siyaseti etkilemiştir. Dolayısı ile yönetimlerin formları değişse bile özü aynı kaldığı için sonuç değişmemektedir.

HÂKİM OLAN BİRİNCİ DÜŞÜNCE
Birinci görüş romanın kahramanlarından Lukas tarafından şöyle dile getirilir: “Gerçek devrimci, haksızlık karşısında bile, inancını yitirmez. Haksızlığı kabul eder, bu haksızlık varmak istediği hedeflere yarar sağlıyorsa onu çok şeye tercih eder. Kesin zaferi bir an önce kazanmak uğruna yapılacak her şey iyidir.” Lukas, idealleştirdiği bir devrimciyi ise şöyle tanıtır: “Bir gün, bir Rus devrimcisine şu soru sorulmuştu: ‘Marx’ı okudun mu sen?’ ‘Hayır’, diye karşılık verdi, ‘hiç gerek yok, Lenin okudu ya!’

HÂKİM OLAN İKİNCİ DÜŞÜNCE
Hâkim olan ikinci görüş romanın kahramanlarından Kaptan Drakos’un diliyle ifade edilir. Onu dinleyelim; “Kendi özgürlüğümü elde etmeden başkalarını özgürlüğe kavuşturmayı kabul etmiyorum. Görevimiz önce düzeni, ardından da özgürlüğü getirmek. Geçtiğimiz bütün köylerde yaptığım budur. Haksızlığı sessizce seyredemem. İşe hep, düzen ve adaleti sağlayarak başlarım.”
Romanın baş kahramanı Peder Yannaros, daha fazla kan dökülmemesi için yapılan anlaşma gereğince köyü, asker ve sivil kişilere zarar verilmemesi kaydıyla, Kaptan Drakos’a teslim eder. Ancak Kaptan sözünü tutmayarak kendilerine karşı olan asker ve sivilleri, kendilerine katılmak veya ölmek seçeneğiyle, baş başa bırakır. Anlaşmayı hatırlatan Peder’e ise şu karşılığı verir: “Önce düzen ve adalet gelir. İdeolojinin düşmanlarını yargılamak gerek.”

ZAYIF OLAN ÜÇÜNCÜ DÜŞÜNCE
Zayıf olan üçüncü görüş Peder Yannaros’undur. Yannaros bu düşünceye yaşadığı bireysel acılar ve şahit olduğu toplumsal felâketler sonucu yavaş yavaş ulaşmıştır. O, Tanrı iradesinin özgür halkın iradesiyle bütünleştiğini keşfeder. Üçüncü yolu onun dilinden dinleyelim: “Üçüncü yol yok, daha açılmadı. Yavaş yavaş ilerleyip acı çekerek o yolu açmak bize düşüyor. Biz kim miyiz? Halkız. Bu yol halkla başlıyor, halkla ilerliyor, halkla bitiyor. Ara sıra, bir şimşek kafamın içini aydınlatıyor. Kimbilir, diyorum kendi kendime, gönül rızasıyla ya da zorla, kurtuluş yolu olan bu yolu açmaya zorlamak için bizi bu hale düşüren belki Tanrı’dır. Bu yargıya vardığımı söylemiyorum; ama yüreğimi sorguya çekerseniz, Tanrı iradesinin bu olduğu cevabını verecektir sizlere. “İnsan olun,” diyor bizlere. Küçük çocuk gibi sızlanmaktan vazgeçin. Kalkın ayağa, tek başınıza yürümeyi öğrenin.”
ÜÇ DÜŞÜNCENİN SİYASETE YANSIMASI
Birinci anlayışın siyasete yansıması tam bir felâkettir. Söz konusu siyasi düzende adalet, güvenlik ve özgürlük gibi temel değerlerin hiç birinden söz edilemez. Bu anlayış yakın tarihimizde Hitler, Mussolini ve Lenin gibi diktatörler çıkarmıştır. Söz konusu liderlerin insanlığa yaşattıkları acıların izleri hafızamızda halen canlılığını korumaktadır.
İkinci anlayış, bir ideoloji çerçevesinde güvenlik ve adalet öngörmektedir. Her ideoloji mutlak değerleri kalıplar içine alır. İdeolojinin fertlerden beklentisi, sorgulamayan insan tipidir. Bu anlayışta bir bakıma “çekimi düzenli fiile uygun  insanlar” oldukça sorun yoktur. Ancak sorgulayan, ideolojinin kalıplarına sığmayan “değişik çekimli fiile sahip insanlara” verecekleri cevap, sağlayacakları bir güvenlik ve adalet yoktur onlarda. Bu anlayışın uzantısı olan sistemde güvenlik ve adaleti sağlamak bahanesi, sıranın özgürlüğe gelmesine hiçbir zaman imkân vermeyecektir. Her iki anlayışta da elbise bir kişi veya grup tarafından tasarlanıp, dikilir. Halka düşen ise dar mıdır, bol mudur, zevkimize uygun mudur diye sormadan, elbiseyi giyimektir. İkinci sistemin kurnaz versiyonu, diktiği elbisenin halkın isteğine uygun dikildiği algısını, halkta oluşturur. Yine her iki düşüncenin temelinde lider kültü hâkimdir. Bu düşünceden beslenen bir topluluğun idaresinin formu demokraside olsa, özü saltanattır. Formel başkan veya başbakan, esasta kral veya padişahtır.
Üçüncü düşünce özgürleşmiş halkı esas alır. Elbiseyi tasarlayan ve diken halktır. Siyaset bu dikilen elbiseyi giyerek -yönetir demiyorum- hizmet verir. Bu anlayışta devleti ele geçirerek halkı etkileme yoktur. Aksine halkın özgürleşmesi için çalışmak, bu şekilde öz(ü)gürleşen halkın devleti kendine hadim kılmasına ön ayak olmak vardır. Bediüzzaman Hazretleri siyaseti ve devleti kendine hadim kılabilecek özü gürleşmiş halkın bir nispete ulaşması gereğine değinir. Bu oran halkın % 60-70’ine tekabül eder. Bediüzzaman’ın halkın belli bir yüzdesinin mütedeyyin/öz(ü)gür olma şartını ileri sürmesi, bazı ihvanlarında, halkın mütedeyyin olup, olmadığını araştırmak, herhangi bir partinin iktidar olma şartlarını kollamak şeklinde anlaşılmıştır. Bizce bu şartı ileri sürmesindeki esas maksat, ihvanlarını, barış ve esenlik içinde bir toplumsal hayat için halkı özgürleştirme gayretine yöneltmek olmalıdır.

HÜLÂSA
Nikos Kazancakis’in “Kardeş Kavgası” isimli romanında ortaya koyduğu tipleri ve anlayışları farklı formlarla günümüzde de görmek mümkün. Hiç kuşkusuz gelecekte de göreceğiz. Kazancakis’in romanında benimseyip önerdiği halkın yolu, esasen Hakkın yoludur. Bu yol durmaksızın inşa edilmektedir. Kazancakis’in de belirttiği gibi sonuç, biz yetişip koparana dek yolun sonunda sarkan olgun bir meyve değil, eylemlerimizin her birinde olgunlaşan, eylemlerimizin her birinin tadını alan bir meyvedir. İslâmî anlayışta; Allah’ın iradesi bir ferdi veya grubu değil toplumu esas alır. Bu yüzden toplum vicdanı yalan söylemez, denmiştir. Albert Camus, bu deyimdeki “toplum” ifadesini “özgür toplum” diye ortaya koymuştur. Okumalarımdan ulaştığım sonuç,  Allah, bir ferdin insan-ı kâmil olmasındansa, toplumun şahs-ı manevisinin insan-ı kâmil olmasını çok daha fazla önemsemektedir.

Okunma Sayısı: 1599
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı