"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Din umumun malı, herhangi bir siyasi harekete angaje kılınamaz

Nimet DEMİR
30 Nisan 2023, Pazar
Said Nursi, Siyasetin doğasında tarafgirlik bulunduğunu, dinin ise umumun malı olduğunu, bu yüzden dinin herhangi bir siyasi harekete angaje kılınamayacağını ısrarla vurgulamıştır.

Dizi - Nimet Demir: Said Nursi ve Cumhuriyetin Ruhu - 6

4-Dinin felsefe gibi öze dönmesi;

inler tarihine baktığımızda, peygamberlerin öğretilerinde, içinde yer aldıkları toplumun yapısı ve kendine özgü yerel sorunları belirleyici olmaktadır. Aynı şartlar peygamberin niteliklerinin belirlenmesinde de caridir. Sarkacın iki ucu gibi, hep cemal ve celâl dengesi gözetilmiştir. Meselâ Firavun tarafından ezilen, sömürülen, kişilikleri yok edilen Mısır’daki Ben-i İsrail kavmini ayağı kaldırmak için gönderilen Hz. Musa Celâli özelliklere sahiptir. Muhatap toplum için gelen vahiy ise insan-Tanrı ilişkisi yanı sıra, toplumsal kalkınmayı da amaçlamıştır. Oysa maddeten kalkınmış Roma İmparatorluğu topraklarında öğretisini ortaya koyan Hz. İsa cemali niteliklerin ağır bastığı bir peygamberdir. Getirdiği vahiy, insan-Allah ilişkisiyle sınırlı ruhsal arınmayı (mistizmi) esas almıştır.

Esasen Hz. İsa’nın dine özgülenmiş saf öğretisinden anlıyoruz ki toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi din üzerine zaittir. Ancak sonradan kilisenin kendini tahkim etmek üzere bu zait alana el atıp, kendine kattığı da bir vakıadır. Hıristiyanlıkla ilgili tarihi gelişmelere biraz daha bakalım.

Roma’da kilise hukuku adaletten uzaktı

Hazreti İsa’nın, öğretisini, dönemine göre beşerî ilişkileri üst seviyede düzenleyen bir hukuka sahip, maddî kalkınmışlık açısından zirvede olan Roma İmparatorluk topraklarında ortaya koyduğunu, bu yüzden beşerî ilişkileri düzenleyen kurallardan ziyade, ruhanî arınmışlık (tevhit akidesi) üzerinde yoğunlaştığını söylemiştik. Ancak sonraki dönemlerde kurumsallaşan kilisenin iktidar talebinde bulunduğu ve bunu elde ettiği, keza bir kilise hukuku oluşturduğu da malumdur. Oluşturulan bu hukuk esasen Roma Hukukunun kötü bir uyarlanmasından ibarettir. Roma Hukukunun kötü ve lehe uyarlamasıyla oluşturulan Kilise Hukukunun, kilisenin yerleşik düzenini koruduğu ve adaletten uzak bulunduğu bilinmektedir. Batıda, büyük mücadeleler sonucu kilisenin iktidarına ve hukukuna son verildiği, Hıristiyanlığın sadece dine ve kültüre irca edilerek sınırlandığı bir gerçektir.

Din gibi hakikat arayışında olan bir kol da felsefedir. Said Nursi toplumun kalkınması noktasında Doğuda dinin gerçekleştirdiği amacı, Batıda felsefenin gerçekleştirdiğini ‘’Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değil’’ ifadeleriyle ortaya koyar. Felsefenin Yunan’da ilk ortaya çıkışı; akıl yoluyla varlığın nedenini yine varlıkta aramayla başlar. Bu ilk düşünürlere, doğa filozofu denir. Daha sonra Sokrates’le insanın odak noktası yapıldığı, dolayısı ile alanına insani bilimlerinde katıldığını görmekteyiz. Felsefe 17. Yüzyıla kadar neredeyse tüm bilimleri bünyesinde toplamış bir halde geldi. Ancak dallanan, budaklanan ilimleri felsefenin yalnız başına daha fazla taşımasına imkân yoktu. Bu yüzden yaklaşık iki yüzyılda tüm ilimler hızlı bir şekilde felsefeden bağımsızlıklarını ilan edip ayrıldılar. 19. Yüzyılda, Hegel, felsefenin faaliyet alnını ‘’insanı yüceltmek, özgürlüğü temin ve felsefenin bilimsel hale gelmesi’’ olmak üzere üç noktada topladı.

İSLAM DİNİ ÇOĞULCULUĞA MÜSAİT DEĞİL İDDİASI

Bir kısım araştırmacılar, İslam’ın toplumda dini çoğulculuğa müsait olmadığını, bu yüzden dine dayalı bir anlayış ile gerçek anlamda bir demokrasi ve cumhuriyetin kurulamayacağını dile getirilmektedirler. Bu kanaati ortaya koyanlar, Kur’an’daki ‘’Müslüman olmayanlarla savaşın’’ emrini içeren Bakara; 193, Tahrim; 9, Fetih; 16, Enfal; 39, Tövbe; 73-123 gibi ayetler ile Peygamberin ‘’İnsanlarla; “Lâ ilâhe illallah” deyinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa, Allah Teâlâ’nın hakkı hariç, kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Sonra onların hesabı Allah’a aittir’’ gibi hadislerini dayanak göstermektedirler. Aynı iddiayı gündeme getirenler, İslam Dünyasında klasik, katılımcı ve özgürlükçü bir demokrasi veya cumhuriyet bulunmamasını da delil olarak ileri sürmektedirler. Taliban, Boko Haram, Işit gibi radikal İslami guruplarda, demokrasi ve cumhuriyetin küfür rejimi olduğu görüşü hâkimdir. Siyasal İslami düşüncenin de demokrasi ve cumhuriyete mesafeli durdukları, en ılımlılarının bile demokrasiyi araç olarak gördükleri malumdur.

Said Nursi’nin sahiplendiği cumhuriyetin, Batı tipi klasik, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi ile paralellik arz ettiğini görmekteyiz. Bir İslam Âlimi olan ve yönelişlerini dini ölçüler çerçevesinde gerçekleştiren Nursi, cumhuriyete sahip çıkarken acaba İslami öğretinin temel metnindeki yukarıda zikredilen ayetleri ve yine Hz. Peygamberin hadisini nereye koymaktadır? Nursi’nin ‘’Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin’’ ayetiyle ilgili sorulan soruya verdiği cevap, içtimai ve siyasi hayatla ilgili dini düzenlemelere bakış açısını yansıtması bakımından açıklayıcı olacaktır. Esasen bu bakış açısı sorumuzun da cevabını vermektedir. Okuyalım; ‘’Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dâhil değildir.’’ Cevapta görüldüğü gibi, ayetin nazil olduğu dönemde din eksenli bir devrim meydana gelmiştir. Sevgi ve düşmanlık bu eksen üzerinden tanımlanmaktadır. Kur’an’ın ‘’dost edinmeyin’’ ifadesi devrimcileri, devrim karşıtlarının ihanetleri konusunda ihtiyatlı olmaya davettir. Ayetin muhtevası riyasete (siyasete) ilişkindir. Toplum inşasındaki anlayış değişmiş ve bu anlayış diğer dini veya kültürel gruplar tarafından paylaşılıyor ise artık dost olmakta sorun yoktur. Nursi’nin bu tarz yaklaşımı eserlerinde serpiştirilmiş haldedir. Mesela Sözler isimli eserinde; Ali İmran Suresinin 64. Ayetindeki ehli kitaba yapılan çağrıya, Nursi, ehli mektebi de dâhil eder. Nursi bu tasarrufunda, ayetin amacından hareketle, toplum oluşturmada, mektebin eğitiminden geçen kişileri, bir vahyin tedrisinden geçen, dolayısı ile kabili hitap olan kişilerle aynı kefeye koymaktadır. Bu verilerden hareketle diyebiliriz ki, Nursi muhtemelen, bazı araştırmacıların demokrasi ve cumhuriyete münafi gördükleri yukarıda yer verilen ayet ve hadisleri özel koşullara tabi ve riyasete ilişkin olduklarını kabul ederek çoğulcu cumhuriyete sahip çıkmaktadır. Nursi’nin dini çoğulculuğu sahiplenen yaklaşımında yalnız olmadığını da bir vakıadır. Değerli ozanımız Yunus Emre’nin de ”72 Millete aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa, Hakka asidir” dizeleriyle Nursi’yle aynı görüşte birleştiğini görmekteyiz.

Meşrutiyet dinin özüne aykırı değil

Said Nursi, Osmanlı İmparatorluğunun yönetimi altında, ülkenin şeriatla yönetildiği bir dönemde kaleme aldığı Muhakemat isimli eserinde, İslam’a sonradan giren ve israiliyat tabir edilen müktesebatın ayıklanması gerektiğini; Kur’an’ın, amaçlarını ispat sadedinde, nazil olduğu dönemde toplumda var olan ve vahiy tarafından kullanılan malumatın araçsal olduğunu; itikadın Allah’ın varlığı, Risâlet, haşir ve adalet (ibadet) konularını içerdiğini belirtmiştir. Aynı dönemde kaleme aldığı Münazarat isimli eserinde, ülkede ilan edilen meşrutiyetin dinin özüne aykırı olmadığını vurgulamıştır. Hutbe-i Şamiye ve Sünuhat gibi eserlerinde ise İslam Dünyasının geri kalmışlığının sebeplerini ele alıp, incelemiş, beşeri/dünyevi açıdan çözümler önermiştir. Cumhuriyet dönemi eserlerinde, İslam Tarihinde üzerinde çokça tartışılan, farklı mezheplerin doğmasına neden olan, hatta akaidi konuların ele alındığı usulüddin kitaplarına giren imamet (siyaset veya devlet yönetimi) bahsinin esasen fer’i bir mesele olduğunu belirtmiştir. Siyasetin doğasında tarafgirlik bulunduğunu, dinin ise umumun malı olduğunu, bu yüzden dinin herhangi bir siyasi harekete angaje kılınamayacağını ısrarla vurgulamıştır. Nursi, din-siyaset ilişkisinde yaşanılanların hep din aleyhine olumsuz sonuçlandığını “Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i Şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü?“ ifadesiyle dile getirmiştir. ‘’Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım’’ sözü de onundur. Nursi, gelinen aşama itibariyle dini alanda en önemli hizmetin iman dairesinde bulunduğunu, dini önceleyenlerin tüm enerjilerini bu noktaya teksif etmeleri gerektiğini söyler. Ve ‘’Yüz elimiz olsa ancak nura (imana) kâfi gelir’’ ifadesini kullanır.

GEÇMİŞTEKİ ANLAYIŞLAR ZAMANIMIZA TAŞINMALI MI?

Özetlersek, Nursi’ye göre, geçmişte dini eksen çerçevesinde bir devrim meydana gelmiş, bu sırada oluşan veya oluşabilecek siyasi ve toplumsal sorunların çözümüde dinden sayılmıştır. Bu siyaset ve toplumsal olaylarla ilgili çözüm yöntemleri halen dinin bagajında gözükmektedirler. Bugün için özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi değerlere aykırı olduğu belirtilen müktesebatın esasen din sosuna bulanmış bu çözümler olduğu, bunların esas alınarak din adına özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi değerlere karşı çıkılamayacağı... Günümüzde siyasi ve toplumsal hayata medeni bir anlayış hâkimdir. Geçmişte gerçekleştirilen devrimin koşullarına uygun kabullerin, farklı bir anlayışın hâkim olduğu zamanımıza taşınması gerekmez. Dini, Kur’an’ın asli amacı doğrultusunda Allah’ın varlığı, Risâlet, haşir ve adalet (ibadet) konularına hasretmek, en doğrusu olacaktır. Esasen sınırlama fiilen zaten gerçekleşmiştir. Bu durumu kabullenmek dinin özüne odaklanmak ve öğretiyi fiili durumla buluşturmak anlamına gelecektir.

Yanlış anlaşılmasın, bu sınırlamadan, ilmi, siyasi ve toplumsal sorunlara gözün kapatılması anlamı çıkarılmamalıdır. Hayatın anlamı, yalnızlık, ölüm ve özgürlük gibi varlık sorunlarına dinin hasredilen amacı doğrultusunda ilmen bakmak, güzel örneklik sergilemek gibi sorumluluklar dini beklemektedir. Mesela dinin asli amacı içinde zikredilen Risalet, değerlerin yaşayışla ortaya konulmasını gerektirir. Bu olgu, işlevini, rahmetli Ali Fuat Başgil’in ‘’İslam dininde yüksek ilim ve kemal sahibi olmuş, züht ve takva sahibi’’ diye nitelendirdiği devletten ve halktan beslenmeyen din âlimleri üzerinden devam ettirmektedir. Peygamber varisi olan bu özgür bilgeler, Hz. Peygamberin ‘’Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim’’ sözünün gereğini yaşamlarıyla ortaya koyacaklardır. Bir başka misal; bilim dallarının din ve felsefeden bağımsızlıklarını ilan ettikleri malum. Bilimin katkısıyla Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının ne denli yıkıcı olduğu da görüldü. Bu durumda ilimlere doğru hedef konulması bir ihtiyaçtır. Din bu açığı kapatma yetkinliğine sahiptir. Ve üstlenmelidir. Nitekim Nursi, bu açığı görenlerdendir. O, ‘’hak ve hakikat olan ulum ve fünunun doğru hedeflerini göstermek’’ ifadesiyle din adına bu konuyu sahipleniyor. Nursi’nin, cumhuriyetin ülkemizde uygulanan otoriter versiyonunun eksikliğini görerek, ona adalet, hürriyet ve meşveret değerleriyle ruh kazandırma girişimi, dinin politika bilimine doğru hedef gösterme işleviyle ilgilidir. Bir üçüncü misal; geçmişte teolojinin hakikati efsane formunda ortaya koyduğu malumdur(5). Bu yüzden olmalı ki, akaidi konuların ilmin değil inancın konusu olduğu hep söylenegelir. Nursi, bu ezberlenmiş görüşü paylaşmaz. O, dini hakikatin ortaya konuş formunda ilmin esas alınabileceği görüşündedir. Nitekim Kastamonu’da ikamet ettiği sırada yanına gelen bir kısım lise talebelerin ‘’bize Allah’tan bahset, öğretmenlerimiz ondan bahsetmiyorlar’’ diye istekte bulunması üzerine, Nursi, ‘’her fen kendi lisanıyla Allah’tan bahseder, öğretmenleri değil fenleri dinleyiniz’’ tavsiyesinde bulunur. Akabinde Allah’ın fen bilimleriyle ispatına girişir. İlmi yaklaşım sonucu, elde edilen imanla ilgili ‘‘hakkalyakin derecesinde bir ilmelyakin’’ ifadesini de literatüre sokan Nursi’dir.

Dipnot: (5) Prof. Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi.

—DEVAMI YARIN—

Okunma Sayısı: 4703
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı