"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zulme muhalefet hiçbir hükümette suç sayılmaz

Nimet DEMİR
29 Nisan 2023, Cumartesi 04:10
SAİD NURSİ: “haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı, muhalefet, hiç bir hükümette suç sayılmaz; bilakis, muhalefet meşru ve samimi bir muvazene-i adalet unsurudur.”

Dizi - Nimet Demir: Said Nursi ve Cumhuriyetin Ruhu - 5

d-Direnme;

Günümüz itibariyle politika biliminde merkezi kavram iktidardır. İktidar ise başkalarının davranışlarını kontrol ve etkileyebilme gücüdür. Gücün, dolayısı ile iktidarın meşru kaynağı ise yönetilenlerin göstereceği rızaya bağlıdır. Münci Kapani, demokrasilerde iktidarın kaynağını, halkın özgürlük, insan hakları, açık rejim ve yönetime katılma ilkelerine olan inancının teşkil ettiğini belirtir. Rıza esasen karşılıklı etkileşimi zorunlu kılar. Michel Foucault, karşılıklı etkileşimi, iki eylem kümesinin birbirlerini yapılandırması ve belirlemesi olarak yorumlar. Bu iki tarafın özgür olması halinde müspet sonuç doğuracaktır. Taraflardan biri tahakkümle karşıdakinin eylem alanını daraltarak sabitlediğinde ve bunu yasal korumaya aldığında sorun çıkmaktadır. Tahakküm ve yasayla eylem alanı sabit hale getirilenin bunu şiddete başvurmaksızın aşma girişimleri sivil direniş adını almaktadır. Yani sivil direniş demokratik bir ülkede eylem alanı yasayla daraltılanın başvuracağı bir eylemdir. Peki, totaliter rejimlerde sivil direniş söz konusu mudur? Elbette hayır. Totaliter düzenlerde bireylerin veya grupların alenen eylem çağrısı yapmalarına imkân olmadığı açıktır. Böyle bir düzende, gruplar ellerindeki imkân ölçüsünde kötülüğe karşı dururken, bireyin yapabileceği tek şey kötülüğe ortak olmamakla sınırlı olacaktır.

Tüm peygamberler geldikleri toplumdaki adil olmayan kurulu düzene karşı isyan başlatmışlardır. Prof. Yaşar Nuri Öztürk asa kelimesi ile isyan kelimesinin aynı kökten geldiklerini, Hazreti Musa’nın onunla mucize gösterdiği asasının isyanı simgelediğini belirtir. Saint Thomas d’Aguin, “meşruluğunu yitiren yöneticilere karşı direnme, halkın en doğal hakkıdır” sözleri ile direnmenin doğal haklardan olduğunu belirtir. Fichte, “insan özgürlüğe dayanmayan tüm kurum ve yasaları yıkma hakkına sahiptir” demek sureti ile direnme hakkına vurgu yapmıştır. Varoluşçular düşünüyorsak varız, hissediyorsak varız, isyan ediyorsak varız diyerek, düşünmeyi, hissetmeyi ve isyanı varlık nedeni saymışlardır.

Said Nursi de direnmenin bir hak olduğunu ifade edenler arasındadır. O “haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı, muhalefet, hiç bir hükümette suç sayılmaz; bilakis, muhalefet meşru ve samimi bir muvazene-i adalet unsurudur” sözleri ile direnmenin bir hak olduğunu ortaya koymaktadır. Yine Nursi, Denizli Mahkemesine sunduğu müdafaasında “bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye- olmamasından, ehli namus ve diyanet ve taraftar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çare kalmaz” ifadeleri ile baskıcı yönetime mutlak manada karşı durulması gerektiğini nazara verir.

Direnme hakkı kanunlarda zikredilmese bile, insani değerlerde mündemiç bulunduğu Anayasa Mahkemesinin 8.12.1988 gün ve E.1988 (SPK), K.1988/1 sayılı kararında yer almıştır. Anayasa Mahkemesi bu hakkın varlığını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının parti programında direnme hakkına yer vermesi sebebi ile İşçi Partisinin kapatılması için açtığı davada dile getirmiştir. Mahkeme, kararında özetle direnme hakkı konusunda yasal bir düzenleme bulunmasa bile, direnmenin bir hak olduğunda kuşku yoktur demektedir.

e-Müeyyide;

Adaletin bir başka görünümü müeyyidedir. Her ihlalin önemli iki sonucu vardır. Birincisi ihlalin muhatabı olan kişi ve toplum. İkincisi ise ihlali gerçekleştiren kişidir. Birincisinde; ihlalin yöneldiği kişinin hak ve özgürlükleri elinden alınmış veya kısıtlanmış, eylemin içinde gerçekleştiği toplumun kamu düzeni sarsılmıştır. İkincisinde ise; eylemi gerçekleştiren kişinin aklı, iradesi, hissi ve latifelerinden oluşan insani yönü, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyesi tarafından sindirilmiştir. Müeyyide her iki tarafın uğradığı ihlalleri gidermenin tekniğidir. Suç ve cezada şahsilik prensibi gereği, müeyyidenin muhatabı, suçu işleyen kişi olmalıdır. Müeyyide bir bakıma, mağdurun eksilen değerlerini ikmal, toplumun sarsılan kamu düzenini tamir, suçlunun bastırılan insani yönünü güçlendirme ameliyesidir. Adaletin görüntülerinden olan müeyyide hususunda da Nursi’nin söyleyeceği şeyler vardır. Nursi’nin, Kur’an’ın, birisinin işlediği suçtan dolayı bir başkasının mesul tutulamayacağına ilişkin “Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ” (En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15) ayetini pek çok defa zikrederek suçta ve cezada şahsilik ilkesini hatırlattığını görmekteyiz. Yaşadığı dönemde bilhassa siyasi arenada sık sık bu ilkeye aykırı uygulamalar olduğu, Nursi’nin bu uygulamalara şiddetle karşı çıktığı bir vakıadır. Nursi, cezada şahsilik ilkesi ile yetinmez, sanığın masum sıfatlarının dikkate alınarak cezanın kişiselleştirilmesi gereğine değinir. 1935 yılında Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde talebeleriyle hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunma suçundan yargılanan ve 11 ay hapis cezası alan Nursi, cezaların işlenen suçla orantılı olması gerektiğini vurgular. Somut olayda isnat edilen suçun oluşmadığı tebeyyün etmiş, ancak görüntüyü kurtarmak adına bir ceza verilmiştir. Nursi, isnat edilen suç ile verilen cezanın, lehine de olsa oransızlığını ironi kabilinden ‘’meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur’âniyem eğer hükûmetin aleyhinde olsa, böyle bir senelik bana ceza ve birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi bana ceza ve en ağır cezaları da benimle ciddî hizmetime irtibat edenlere vermek lâzım gelir’’ ifadeleriyle dile getirir ve tenkit eder.

f- Genel değerlendirme;

Adaletin ilk görünümü özgürlüktür. Özgürlük enfüsi dairede başlar, afaki dairede devam eder. Özgürlük, her iki dairede de sınırları bilmek ve o sınırlara riayet etmektir. Edilmesini istemektir. Adalet eşitliktir. Bu ise en başta ref’i imtiyazı gerektirir. Ref’i imtiyaz kanun önünde eşitlik ve görev dağılımında liyakati esas almaktır. Adalet nesafeti gözetmektir. Her olayı kendi şartları içinde değerlendirmek, genel yasadan, olayın özel ilkesini oluşturmak, böylece somut olayın adaletini gerçekleştirmektir. Direnmek adaletin bir başka görünümüdür. Direnmek, yasaları fıtrat adına denetlemek, aykırı düşenleri –savcı, hâkim gibi- yetkiliysen -otoriter legalizmi reddetmeyi göze alarak- elinle, değilsen dilinle düzeltmektir. Otoriter ve totaliter bir düzendeysen kötülüğüne ortak olmamaktır. Yarar adaletin bir diğer görünümüdür. İmkânların paylaşımında dengeyi gözetmektir. Yeri geldiğinde adalet-i mahzanın ifadesi olan ‘’dünya yıkılsa bile adalet yerini bulmalıdır’’ ilkesine sıkı sıkıya yapışmaktır. Adaletin son görünümü olan müeyyide, kamu düzeni için olmazsa olmazlardandır. Suçlunun içindeki insana ulaşıp, dışarı çıkarmaktır. Mağduru teskin etmektir. Velhâsıl Kur’an’ın tabirinden esinle müeyyidede hayat vardır.

3-Meşveret;

Said Nursi’nin cumhuriyetin ruhuna katılması gerektiğini belirttiği meşveretin, diğer bir deyişle şuranın kelime anlamı balı kovanından çıkarmak, satılacak hayvanı pazarda dolaştırıp görüşe sunmak, konuşup danışarak bir düşünceyi istihraç etmektir. Konumuz cumhuriyet. Dolayısı ile meşveretin konusu devlet veya hükümet yönetimi olmalı. Devlet yönetimiyle ilgili Ali İmran Suresindeki 159. ayete baktığımızda devlet başkanı sıfatıyla Hazreti Peygambere ‘’işlerinde onlara danış’’ emri verilmektedir. Bu emrin temelinde toplumun iradesinin yanılmayacağı genel kabulü yatmaktadır. Bu kabul Hazreti Peygamberin ‘’Allah ümmetimi dalâlet üzerine birleştirmez. Allah’ın rahmet ve himaye eli topluluğun üzerindedir’’ hadisine de yansımıştır. Albert Camus ‘’Başkaldıran İnsan’’ isimli eserinde halkın yanılmazlığını özgürlük şartına bağlamıştır. Yani Camus’ye göre; halk özgürse, yanılmaz.

Said Nursi ‘’Hutbe-i Şamiye’’ isimli eserinde İslam Dünyasının altı hastalığından birisinin de meşveret ve şuraya gerekli önemin verilmemesi olduğunu belirtir. Esasen bu durum sadece İslam Dünyasına münhasır değildir. Tüm dünyanın sorunudur. Aşağıda değinileceği üzere Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının çıkmasının nedenlerinden birisi, belki de en belirleyicisi, yönetimde hakiki meşverete önem verilmemesidir.

Çoğunlukla yöneticiler seçimle başa geçtikten sonra her şeyi bilen, her konudan anlayan bir ferid-i kevn ü zaman edasıyla toplumu ilgilendiren konularda istedikleri gibi karar alıp tasarrufta bulunma hakkına sahip oldukları zehabına kapılmaktadırlar. Oysa seçimle bir vekâlet ilişkisi kurulmaktadır. Seçilen vekil her daim asilin istek ve iradesini yansıtmalıdır. Vekilin bunun için karar alma sürecinde devamlı asil ile irtibatta bulunması ve tercihlerini öğrenmesi gereklidir. Bazı çok önemli barış ve savaş gibi hayati kararların vekâleten alınması da mümkün değildir. Kant, savaş ve barış kararının bizzat halk tarafından verilmesi gerektiğini söyler. Hükümetlerin halka danışmadan verdikleri savaş kararları Dünya Edebiyatının da ilgisine mazhar olmuş ve bu kararları sorgulayan başyapıtlar verilmiştir. Bunlardan biri, Erich Maria Remarque’nin kaleme aldığı Birinci Dünya Savaşını konu alan ‘’Batıda Yeni Bir Şey Yok’’ romanıdır. Diğer ikisi, Curzio Malaparte’nin İkinci Dünya Savaşını konu alan ‘’Kaput’’ isimli eseri ile Svetleana Aleksiyeviç’in ‘’Kadın Yok Savaşın Yüzünde’’ isimli İkinci Dünya Savaşına katılan Sovyet kadınlarına ilişkin sözlü tarih çalışmasıdır. Her üç eserde de, geçmiş ve geleceği içine alan mevhum bir egemenlik anlayışının etkisinde alınan savaş kararlarının, yaşayan somut halkların yaşamlarını nasıl harcadığı ibretle nazara verilir. Halka danışılmadan verilen savaş kararının absürtlüğü en çarpıcı şekilde Batıda Yeni Bir Şey Yok romanında, Rus esirlerin başında nöbet tutan roman kahramanının düşüncelerinde dile getirilir. Romandan takip edelim; Bir masa başında, hiçbirimizin tanımadığı kimi adamlar bazı kâğıtlar imzalıyorlar. Ve sonra, önceden dünyanın en büyük suç saydığı ve en şiddetle cezalandırdığı şey (öldürmek), bizim en yüksek gayemiz haline geliyor ve yıllar boyunca sürüyor. Ama bu çocuk yüzlü, havari sakallı, sessiz adamlara (esirlere) bakarken, kâğıt üstündeki emirler insana vız geliyor…

Demokrasiyle izdivaç eden cumhuriyet madem halk idaresine dayanıyor, o zaman yönetimin halkı ilgilendiren tasarruflarda, halkın ortak kanaat ve düşüncesine başvurması gerekir. Böylece meşveretin kelime anlamına uygun olarak balı kovanından çıkarmış ve yukarıda zikredilen hadisin hükmü uyarınca Allah’ın rahmet ve himayesini istinbat etmiş olacaktır.

—DEVAM EDECEK—

Okunma Sayısı: 3602
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı