Müslümanları yeni haçlı seferlerine karşı koymaya hazırlamak ve kaleleri tahkim ettirmek için Kudüs’e gitti, Beyrut’u ziyaret etti. Uğradığı yerlerde halkın coşkun sevgi gösterileri ile karşılandı.
Kasım ayının başında Şam’a döndüğünde, on senedir görmediği Mısır’a giderek hasret gidermek geçiyordu aklından. Mevsim şartları müsait olmadığından o isteğini gerçekleştiremedi, ama Şam’da sohbet meclisleri tertip ederek, ava giderek, yakın yerleri gezerek hoşça vakit geçirmeye çalıştı.
Sahile kadar uzanan o gezilerden birinde uzun uzun coşkun dalgaları ve sonsuzluğu hatırlatan afakı seyretti. O zamana kadar hep karada savaştığından cihad mücadelesi belli bir hududun içinde kalmıştı.
Hâlbuki Selâhaddin’in cihad anlayışı sınır tanımıyordu. Sonsuzluğu tedai ettiren ufka baktıkça, hayat hedefi olan ve her vesile ile tekrarladığı cihad mücadelesini sonsuzlaştırma idealini terennüm ediyordu: “Cenab-ı Hak sahilin geri kalanının fethini kolaylaştırırsa, toprakları bölüp gerekli talimatları vermeyi ve gitmeyi düşünüyorum. Sonra denizi geçip Frenklerin adalarına gidecek ve yeryüzünde Allah’ı tanımayan tek bir tanesi bile kalmayana ya da ölene kadar peşlerinden ayrılmayacağım.”
Cihad hududunu sonsuzlaştırmak…
Selâhaddin Eyyubî, o gün bu idealin heyecanı içinde döndü Şam’a. İdealini gerçekleştirecek şartları hazırlamak için ilk olarak, ekseriyetle Türk hükümdarlarının itibar ettiği bir teamüle uyarak ülkeyi oğulları ve kardeşleri arasında paylaştırdı.
Büyük oğlu Efdal Şam’ı; ikinci oğlu Zahir Halep’i; üçüncü oğlu Osman Mısır’ı; diğer oğlu Hızır da Basra’yı idare edecekti. Kardeşi Âdil Elcezire’nin; Tuğtekin de Yemen’in hâkimi olacaktı. 67
Selâhaddin’e göre bu hükümdarlar iç işlerinde serbest olmakla birlikte, memleketin geneline veya İslâm’ın mukaddes değerlerine bir saldırı vuku bulduğu takdirde müşterek hareket edeceklerdi. Büyük cihad seferine çıkmadan önce müttefik idarenin şartlarını da hazırlamak istiyordu.
Defalarca niyet ettiği hâlde gidemediği hac hasretini biraz olsun teskin edebilmek için 20 Şubat 1193 tarihinde, hilâf-ı âdet olarak Mekke’den dönen hacıları karşılamaya gitti. Sultanlıktan ziyade kulluğa değer verdiğini ve iftiharla kullandığı Hadim-i Haremeyn sıfatına lâyık olduğunu bir defa daha gösterdi.
Bu hareketi ile yalnız hacıların ve yakınlarının değil, bütün müminlerin duasını, sevgisini, hayranlığını kazanan Selâhaddin, o manevî güç kaynağının şevkiyle harekete geçmeye hazırlanırken ânîden hastalandı. On dört gün kadar hasta yattı.
Daha önce çok daha şiddetli hastalıklar geçirdiği ve iyileştiği için herkes onun ayağa kalkmasını bekliyordu, ama o, Hicrî 27 Sefer 589 (Milâdî 4 Mart 1193) tarihinde 55 yaşında iken şahadet kelimesi getirerek Hakkın rahmetine kavuştu.