Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Deniz Feneri ile suyun öte yakasında

ŞÜKRAN VE MİNNET

‘Kula teşekkür etmeyen, Allah'a şükretmez' diye bir hadis-i şerif var. Bu itibarla, gerektiği zaman, gerektiği kadar kullara da şükran ifade etmekte fayda var. Elbette bu şükran da esbabın hakettiği derecede olmalı. Aslında bu şükran, vesile-i şükrandır. Dolaylı şükür kula, doğrudan şükür Allah'a olmalıdır. Zira o, bir şeyi murad ettiğinde esbabını halkeder. Öyleyse, O'na minnet, daima başta gelmelidir ve kulun şükranı O'na şükrana perde olmamalıdır. Bu imtinan duygularıyla Hamidiye Medresesinin yeniden imarını ve açılışını sağlayan, daha doğrusu baştan yapan ve bu vesile ile bizi de açılışa dâvet eden Deniz Feneri Derneğine şükranlarımı arz ederim. Hasseten ve bahusus kadim dostumuz Recep Koçak'ı anmadan geçemeyeceğim. Bu gezi vesilesi ile 20 yıldır görmediğim dostlarla hasret giderdik. Onlardan birisi de Mehmet Gürkan'dı. Tanışıklığımız Millî Gazete günlerine kadar, eskiye dayanıyor.

DOSTLARI GÖRMEK NE GÜZEL

Makedonya ziyareti bana şunu öğretti: Makamlar geçici, ama dostluklar bakîdir. Ve dostlar asla ihmal edilmeye gelmezler. İştip'te Kadınana Camiine gittiğimde, camiin karakteri restorasyon ile değiştiğinden, yapıyı tanımakta güçlük çektim. İmdadıma eski Kumanova, yeni Doğu Makedonya Müftüsü İsa İsmaili yetişti. Silüetimin değişmesine rağmen, beni tanıdı ve kadirşinaslıkla şunları söyledi: "Komünizm sonrasında bize ilk gelen kişi Mustafa'dır...." İştip, bizi bir kez daha çekti, ama, Müftü Efendinin, küllenen yâd-ı mazîyi yeniden alevlendirmek için bir kahve içme teklifine bile, zamanın darlığı dolayısıyla evet diyemedik.

Makedonya'da Arnavutlar arasında Arapların 'mırra'sına benzeyen bir acı kahve var. Belki de mırra ve acı kahve için 'Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur' demişlerdir. İştip'teki tören, neredeyse bizim için dostlarla yâd-ı mazî fırsatı olmuştu. Her karede bir tanıdığa rastlıyorduk. Makedonya'ya ilk gittiğimde Reisü'l Ulemâ olan Yakup Selimovski biraz ötede duruyor. Kendisi şimdi Meşihat'taki eğitim kolunda görevliymiş. Onun çok marifetli sekreteri Nebi İslamovski'yi soruyorum. 'Şimdi o Avrupa'da. Polygot özelliği olan Nebi, son yıllarda turizm işlerine el attı ve bu onu Avrupa'ya taşıdı' cevabını alıyorum. Yine başka bir karede Üsküp'ten Nuri Bey'i görüyorum. Nedim Abaz ve diğerleri de cabası. Dostlarımın sitemine hak vermemek elde değil. Alâkayı kesmeyi yüzüstü bırakmak gibi görüyorlar. Haklı siteme ne denir?

Küçük SSCB olan Yugoslavya'nın yıkılışından sonra, post komünizm devresinin ilk coşkusunu ve özlemini ben yaşamıştım. İsa İsmaili gibiler de şahidim. Bu gidişimizde 1991-1992 yılında atılan tohumların meyvalarını gördük. Bunlardan birisi, o dönemde yıkık ve virâne bir görüntü veren Kadınana Camii'nin restore edilerek, yeniden ibadete açılmasıydı. Buna ne kadar şükredilse, yine de azdır.

Ve yine bu gezi ile birlikte içimize doğru bir seyahat ediyoruz. Meçhul kareleri keşfediyoruz. Neredeyse asırlık çınar ve ihlâs abidesi olan Prof. Dr. Sabahaddin Zaim'in İştipli olmasını öğrenmem, benim için sürpriz oldu. Hoca'nın suyun öte yakasından olduğunu biliyorduk, ama ben kendisini daha ziyade Bosna'ya yakıştırıyordum. Bu vesile ile bilgilerimizi de tazelemiş, güncellemiş ve hatta tashih etmiş olduk.

GURBET İÇİMDE BİR ACI

'Dostlar ihmale gelmez' demiştim. Hamidiye Medresesi açılışı münasebetiyle 15 yıl sonra yeniden karşılaştığımız dostlar sitemkârdı: "Neredesin sen?"

İzimizi kaybettirmiştik. Bu biraz da, alâkayı kesmek gibi algılanıyor. Zira, Makedonya gidip gelinemeyecek kadar uzak yer değil. Makedonya'ya ilk gittiğimde, Zaman gazetesinde çalışıyordum. Sonra Yeni Şafak ve Yeni Asya derken izimi kaybetmişlerdi. Bu ilgisizliği bir nevi vefasızlık örneği olarak görüyorlardı. Doğrusu, bu sitemler karşısında mahcubiyetimi gizleyemedim. Bir yerlerden ayrılırken veya koparken; o yerlerin tuttuğu dostluklara kıymamak ve mutlaka bu boyutları da dikkate almak gerekiyor. Ne dersiniz kader!

Dostların sitemleri, çocukluğumda anne köyünü ziyarete gittiğimdeki sitemleri hatırlattı bana. Duâm odur ki: Allah bu dünyada ayırsa da ahirette ayırmasın.

Yine açılış töreninde Nizam Reşid, Kenan Mazlami, Behicüddin Şihabi, Avni Engüllü ve daha niceleri vardı.

Dostlarımın acı sitemleri bana bir şarkı sözünü hatırlattı.

GURBET İÇİMDE BİR OK

Gurbet içimde bir ok her şey bana yabancı

Hayat öyle bir han ki acı içinde hancı

Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı

Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı

Yıllar yılı gönlümde bir gün sabah olmadı

Bu ne bitmez çileymiş neden hâlâ dolmadı

Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı

Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı

Ruhumda bir yara var için için kanıyor

Kalbimde buruk acı alev alev yanıyor

Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı

Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı

Demek ki, hicran içinde bıraktığımız topraklar içimizden kopmuş bir parça, onlara ve oralara nasıl kıyarız, nasıl terk ederiz? Aslında birbirimizden kopmamız, Balkanlar'ın makus talihidir.

Balkanlar'da 523 veya 550 sene kadar kaldığımız söylenir. Bu süre, Yavuz'dan sonra Arap dünyasında kaldığımız süreden en az yüz yıl daha fazla. Ancak Arap dünyasındaki varlığımız nasıl Osmanlı ile sınırlı değilse ve başlangıç tarihi Abbasîlere kadar geriye gidiyorsa, Balkanlar'da da öyledir. Hatta daha kadîmdir.

BALKANLAR OSMANLI’DAN ÖNCE FETHEDİLDİ

Horasan erenleri neredeyse Anadolu'dan önce, manevî olarak Balkanlar'ı fethetmişler. Amerika'nın keşfi nasıl C. Colomb'dan önce ise, Balkanlar'ın manevî fethi de Osmanlılardan öncedir. Tabiî ki Osmanlıların fazl ve keremlerini inkâr edecek değiliz. Osmanlılardan önce de Balkanlar'da yoğun olarak Hunların, Avarların, Kıpçak Türklerinin izlerini görürüz.

Bunun ötesinde Osmanlı'nın son üç yüz yılı ricat devresidir. Bu devrede tersine göç yaşanmaya başlamıştır. Bu ise bir kapanmaz bir hicran ve gönül yarasıdır.

BALKANLARDAKİ İLK GÖZ AĞRIM

Balkanlar'da ilk gözümü açtığım ülke, doğrusu Makedonya olmuştur. İlk göz ağrım diyebilirim. Bundan dolayı mı Makedonya'yı çok sevdim, bilemem. Gayri müslimlerin hakim olduğu bir ülke olmasına rağmen, yine de Bosna Hersek'i saymazsak, bölge ülkeleri arasında İslâmî duyguların en güçlü olduğu ülkedir. Yapısal, yani bünyevî olarak da böyledir. İslâm ferdi olarak bölgeye daha önce girmişse de Osmanlıların Kosova'ya girişleri 1389 tarihiyle olmuştur.

ÜSKÜP MEDRESELER ŞEHRİDİR

Bu tarih bir dönüm noktasıdır. Ardından 1391 veya 1392 yıllarında Üsküp fethedilmiştir. Bendeniz de Üsküp'e, İslâm'ın girişinin 600'üncü yıldönümünde girdim. Benimle birlikte heyette Tac adlı hadis kitabının mütercimi, değerli âlim Bekir Sadak vardı. Rahmetli Bekir Sadak Hocanın çalışmalarından birisi de meâl çalışmasıydı. Gazalî Hazretlerinin Tehafut el Felâsife kitabını da çevirenlerden birisidir. 1991 yılındaki ilk gezimizde, maiyetimizdeki tanınmış zevattan birisi de sanat tarihçisi Semavi Eyice idi. Bizi heyet olarak İsa Bey Medresesi'nde ağırlamışlardı. Burasını çok sevmiştik. Eskiden Üsküp'te Meddah Medresesi gibi medreseler varmış. Kemal Aruçi gibi tanınmış simalar burada eğitim görmüşler. Aydınların yetiştiği bir başka tefeyyüz kaynağı da Tefeyyüz Medresesi imiş. Haliyle, onların yerinde şimdi yeller esiyor. Tefeyyüz Medresesi birçok aydın yetiştirmiş bir kurum olarak, İstanbul'daki Galatasaray Sultanîsi veya Tunus'daki Sadıkiye Medresesine benzetilebilir.

ÜSKÜP’ÜN BANİSİ İSA BEY

İsa Bey Üsküp'ün fatihi olmasa da banîsidir. Modern Üsküp onun eseridir. Gazi Hüsrev Bey Saraybosna için ne anlam taşıyorsa, İsa Bey de Üsküp için aynı anlamı taşıyor. Camiler, hanlar ve hamamlar yaptırmış. Her ülkenin bir kurucuları bir de köprüleri var. Köprü şahsiyetler de Yahya Kemal ve Mehmet Akif Ersoy gibi simalardır. Bunlar kültür köprüleridir. Yahya Kemal Beyatlı bizim uful halindeki medeniyetimizin muhteşem şairiydi. Makedonya'yı bize bağlar. O yüzden Makedonya'da yeni açılan kolejlere onun ismini vermişler. Babası Kosova'dan İpek şehrinden olan millî şairimiz Âkif ise, hem destan (yeniden ayağa kalkma, sıçrama), hem de akide şairimizdir. Ama her ikisi de aynı sebepten dolayı tarihin enkazı altında kalmışlardır. Tesellî imkânları da olmamıştır. Koskoca bir tarih, avuçlarının içinden kayıp gitmiş, onlar da kalakalmış ve arkasından bakakalmışlardır. O yüzden, biraz gözlerinin açık gittiği de söylenebilir.

—Devam Edecek—

Mustafa ÖZCAN

12.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (05.06.2006) - Çalışan kadına geniş sosyal haklar verilmiş

  (04.06.2006) - Kültür ve inanç şehri: Kum

  (03.06.2006) - İran: Nükleer silâh caiz değil

  (02.06.2006) - Dağa taşa yâ Ali, yâ Hüseyin, yâ Hasan

  (01.06.2006) - İran kadınları günlük hayatın her safhasında

  (31.05.2006) - Tesettür İran’ın da sorunu

  (27.05.2006) - Ümitler yeniden yeşerdi

  (26.05.2006) - Bosna'da soykırım plânı

  (25.05.2006) - İslâm kahramanı Gazi Hüsrev Paşa

  (24.05.2006) - Bosna-Hersek Osmanlı'ya bağlandı

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004