Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Elçiler ise, "Uğursuzluk sizin kötü işlerinizin neticesidir," dediler. "Yoksa size öğüt verilmiş olmasını mı uğursuzluk sayıyorsunuz? Gerçekten siz haddini aşan bir topluluksunuz."

Yâsin Sûresi: 19

27.09.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki, Cuma namazından sonra İhlâs, Felâk ve Nâs Sûrelerini yedişer defa okursa, Allah onu bir sonraki Cuma’ya kadar kötülüklerden korur.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3733

27.09.2006


Ramazan’da âlem-i İslâm mescid hükmüne geçiyor

ALTINCI NÜKTE

Ramazan-ı Şerifin sıyâmı, Kur’ân-ı Hakîmin nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîmin en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Kur’ân-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş. O Kur’ân’ın zaman-ı nüzulunu istihzar ile, o semâvî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir sûrette o Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Mütekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’ân’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

Evet, Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’ân’ı, o hitab-ı semâvîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, “O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, ap açık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir” (Bakara Sûresi, 2:185) âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Kur’ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmânın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.

Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesâtına tâbi olup, yemek içmekle o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkinse ve o mesciddeki cemaatin mânevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de, Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyâma muhalefet edenler de o derece umum âlem-i İslâmın mânevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

Mektûbât, s. 389

Lügatçe:

sıyâm: Oruç.

nüzul: İniş.

istihzar: Hazır etme.

hüsn-ü istikbal: Güzel karşılama.

hâcât-ı süfliye: Süflî, bayağı ihtiyaçlar.

mâlâyâniyat: Mânâsız, abes, boş.

tecerrüt: Sıyrılma.

ekl ve şürb: Yeme ve içme.

Mütekellim-i Ezelî: Ezelden beri konuşma sıfatına sahip olan Allah.

cemaat-i uzmâ: Büyük cemaat.

nefs-i süflî: Alçak şeyleri isteyen nefis.

Bediüzzaman Said NURSİ

27.09.2006


SORULARLA RİSALE-İ NUR

Oruç bütün duygulara nasıl tutturulur?

..orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevî oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.

Mektûbât, s. 391

27.09.2006


“Ramazan’a aittir”

Bediüzzaman’ın talebelerinden Refet Barutçu anlatıyor:

“Isparta’da ani yapılan baskın ve araştırmalarda ele geçirilen Risâle ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde ‘Ramazan’a aittir’ diye bir yazı vardı. İslâm yazısını okuyamadıkları için ‘Kimdir bu Ramazan?’ diye aradılar, taradılar, nihayet Isparta Atabey’in köylerinden Ramazan isimli bir vatandaşı da ellerini bağlayarak Eskişehir hapishanesine yolladılar. Aradan iki ay geçtikten sonra kitabın Ramazan Efendiye ait değil, Ramazan ve orucun hikmetlerini anlatan Bediüzzaman’ın Ramazan Risâlesi olduğu anlaşıldı. Mazlûm ve masum Ramazan Efendi tahliye edildi. Hapishanede Bediüzzaman tebessüm ederek ‘Kardaşım Ramazan, hakkını helâl et’ diye Ramazan’ı teselli ederdi.”

Son Şahitler, 1. Cild, s. 380

27.09.2006


‘Fani bir sûrette zayi olmasın’

Eskiden bir zat, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: "İhtiyacımız şedittir."

Birden, altından bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: "İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir."

Birden o mübarek hanım demiş ki: "Gerçi çok muhtacız ve ahirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fani bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lazım değil." Birden yerine gitti, keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.

İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerâmetlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misâldir.

Emirdağ Lâhikası, s. 77

27.09.2006


Münâcâtü'l-Kur'ân

ANKEBUT:

1. Ey âlemlerin kalbindekileri en iyi bilen! (10)

2. Ey Nuh’u ve gemidekileri kurtarıp âlemlere bir ibret yapan! (15)

3. Ey iyilik eden ve Kendisini görür gibi ibâdet edenlerle beraber olan! (69)

27.09.2006


Risâle-i Nur okuyan gençler

Nasıl Kur’ân-ı Kerime sarılanların dünya ve âhiretleri mâmur olursa, onun parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de hakikî saadete erişeceklerdir. Bu imanî eserleri okuyan gençlerin imânı kuvvetlenecek, istikballeri parlayacak, ilim ve irfan sahibi olacaklardır. Hem vatana, hem millete, hem anne ve babalarına faydalı, yüksek ahlâka sahip gençler olarak temayüz edeceklerdir. Allah’ın halis bir kulu, Peygamberin hakiki bir ümmeti haline gelmek bahtiyarlığına nâil olacaklardır.

27.09.2006


“Attığında sen atmadın”

“Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.” (Enfâl Sûresi, 6:17) nass-ı katîsiyle ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin tahkikiyle ve umum ehl-i hadisin ihbarıyla, gazve-i Bedir’de, şu âyet haber veriyor ki:

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir avuç toprakla küçük taşları aldı, küffar ordusunun yüzüne attı, “Bu yüzler kahrolsun!” dedi. “Bu yüzler kahrolsun!” kelimesi bir kelâm iken onların herbirinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç toprak dahi herbir kâfirin gözüne gitti. Herbiri kendi gözüyle meşgul olup, hücumda iken, birden kaçtılar.

Hem Gazve-i Huneyn’de, başta İmam-ı Müslim olarak ehl-i hadis haber veriyorlar ki:

Gazve-i Huneyn’de, Bedir gibi, küffar şiddetle hücum ederken, yine bir avuç toprak atıp, “Bu yüzler kahrolsun!” diyerek, herbirinin kulağına bir “Bu yüzler kahrolsun!” kelimesi girdiği gibi, biiznillâh herbirinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar. İşte, Bedir’de ve Huneyn’deki harika olan şu hadise, esbab-ı âdi ve kudret-i beşer dahilinde olmadığından, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan “Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.” (Enfâl Sûresi, 6:17) ferman eder. Yani, “O hadise kudret-i beşer haricindedir. Kuvve-i beşeriye ile değil, belki fevkalâde bir sûrette, kudret-i İlâhiye ile olmuştur.”

Mektubat, s. 136

27.09.2006


Dörtlük

Muhabbet üzerine yaratılmış kâinat.

Bize kılavuz olsun; kine, nefrete inat.

Düşmanlık edeceksek, nefsimize edelim.

Şerirler, zındıklar çok; düşman listesine kat.

Abdülkadir MENEK

27.09.2006


Takvim

Bugün Ramazan’ın dördü

Kandiller hep yandı söndü

Kalpler hep Allah’a döndü

Rahmetsin şehr-i Ramazan

Celal YALÇIN

27.09.2006


Kayıpsız kazanım

Odasına girdiğinde telefonla görüşüyordu, alışkın olmalı ki konuşma esnasında ‘Hoş geldin’ dedi. Geniş odanın geniş penceresinden dışarıdaki manzarayı seyre koyuldu… Uzayıp giden şeftali bahçeleri dağ manzarasıyla sonlanıyor…

Yeşili seyretmek yeşillik olsun diye değildi, tezahür eden Rahmeti görmek ve kendini bulmaktı… Kâinattaki yerini almak, hayatını o serüvene göre yürütmekti… Fabrikanın hemen önünden hızla akan yol nasıl bir yolculuğu hatırlatıyordu?

Arkadaşı ise telefon görüşmelerine devam ediyor, bu arada gelip gidenlere de bir şeyler anlatıyordu… Koskoca fabrikanın genel müdürü olmak meşguliyet demekti… Nihayet kısa bir müddet yüz yüze geldiler… Hal hatırdan sonra “Hep böyle meşgul müsün?” dediğinde bu tenha hali dedi… Okuması için kitaplar tavsiye etti, klasik bir cevap aldı: “Vakit yok…”

Sabah sekiz akşam dokuz… Yorgun vücut, dolu dimağ, kırıklarla dolu kalp... Hangi ruhla okunacaktı kitaplar? İyisi mi bir psikolog bul bana dedi…

Uzak olmayan yıllarda uzun uzun sohbet ettikleri oluyordu… Kitap da alıyordu, dergi de… Böyle yüksek maaşı, lüks arabası ve evi yoktu fakat kendi vardı… Şimdi dünyayı kazanmıştı ama kendini bulabilmiş miydi?

Hayat bir daha ele geçmeyeceğine göre kâinat kitabında gördüğümüz güzellikleri okumak en büyük kazanım olsa gerek. Hem de kayıpsız kazanım…

Hüseyin EREN

27.09.2006


SORULARLA ORUÇ

Ramazan ayında oruç tutmanın sevabı ne kadardır?

Ramazan ayında oruç tutmanın sevabına had ve hesap yoktur, sınır yoktur, kayıt yoktur. Allah’ın rahmeti, feyzi, bereketi, sevabı, hayrı, bizim umduğumuz ve beklediğimiz ölçüde değil; Allah’ın sonsuz lütfu ölçüsünde ebediyen elimizden ve gönlümüzden tutacaktır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bildiriyor ki: Allah ü Zülcelâl Hazretleri şöyle buyurdu: “İnsanoğlunun her işi kendisi içindir. Ancak oruç değil. Oruç Benim içindir. Ve onun mükâfatını Ben veririm.”

Süleyman KÖSMENE

27.09.2006


Yüzbaşı Re’fet Bey

1886 yılında İstanbul’un Beykoz ilçesinde doğdu. Asıl adı Re’fet Barutçu’dur. Risâle-i Nur’un satır aralarında Re’fet Bey olarak geçer.

Ordu mensubu olarak yüzbaşı rütbesiyle emekli oldu. Bediüzzaman’la Barla yıllarında tanıştı ve ona talebe oldu.

Bediüzzaman’ı ilk defa 1921 yılında İstanbul Beyazıd Camii’nde gördü. O “görüş” Nur yolculuğunu meyve verdi.

Nur Risâlelerinden Mektûbât isimli eserin çoğu kısmı, onun sorduğu suâller neticesinde te’lif edildi.

Bediüzzaman’ın “Kur’ân Aşığı” ve “Nur’un Kumandanı” iltifatlarına mazhar oldu. İlerleyen yaşına rağmen Kur’ân öğretti. Risâle-i Nurları rahlelerde istinsah etti. Üstad’la birlikte Nur yolculuğu hengâmında yolu Eskişehir, Denizli ve Afyon hapishanelerine düştü. Nur ve Kur’ân uğruna çok çekti. İhlâs, sadakat ve istikamette bir sembol teşkil etti. 1975 yılında Rahmet-i Rahman’a kavuştu.

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ

27.09.2006


Yolculuğun sıfır noktası

İnsan, mükemmellik yolculuğuna, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil olarak başlar; acizliği ve fakirliği ile şefkat ve merhameti kendisine çeker. İşte yolculuğun sıfır noktası, “temiz fıtrat” burasıdır.

Başlangıçlar zordur

Mükemmelliğe yolculuğun en heyecanlı bölümüdür başlangıç. Her şeyi öğrenmeye muhtaç olmak ve hayat kanunlarını yaşadıkça öğrenmek heyecan verici. İşte, kişisel gelişim yolculuğumuzun en masum ve en basit evresidir bu. Anne karnındaki çocuğa ellerinin, ayaklarının, gözlerinin ve diğer organlarının anne karnında ne işe yaradığını sorsak; bu uzuvların anne karnı için değil, dünya denilen her şeyi öğrenme mekânı olan yerde kullanılması için verildiğini itiraf edecektir. İşte, içimizde bulunan potansiyelimizle, çocukluk dönemimizde, insanlık çemberine dağıtılmış bütün iyilikleri ve güzellikleri algılayabilme; kendini zenginleştirmeye uygun bir potansiyelde yolculuğa çıkarız. 0-15 yaş dönemindeki yolculuk, içimizdeki potansiyeli keşfetmekle geçer. Buna, çocuk eğitiminde mizaç ve karakter ya da kişilik gelişimi adını veriyor pedagoglar. Bu dönemin ikinci yarısında ise, irade, sorumluluk ve kişilik kazandırılır çocuğa. “Yükümlülük almanın” başlangıcı olan ergenlik çağında, bir şekilde kendi kişiliğini inşâ etmiştir delikanlı. Artık genç, sıfır noktasından uzaklaşmakta, insanlık galaksisinin içinde, kendi yörüngesinde, yolculuğunu hızlandırmıştır da. Böylece, yaratılıştan sahip olduğu ancak farkında olmadığı “kaptanlık ve ustabaşılık” görevi görecek potansiyelini, 360 derecelik insanlık çemberinin hangi koordinatında inşâ ettiyse, öylece yetişkinliğe geçer. Çünkü insanlar insanlık çemberinin üçte birlik dilimlerini oluşturan duygusal, fiziksel ve zihinsel potansiyellerin biri içinde merkezî koordinatlarını (kişilik motiflerini) oluştururlar. Kişinin, kaptanlık ya da ustabaşılık koordinatından uzaklaşarak, vazifesi olmayan bir koordinattan hayatı ve varlığı algılaması kişiliğine ağır darbeler indirir. Temel bakış açısını ve niyetini bozar. Geriye ket vurur. Bu noktada kişi özünden (ruh ve kalbin hayat derecelerinden) uzaklaşıp, kendi inşâ ettiği kişilik hapishanesinde biyolojik (bedensel) merkezli bir hayat yaşamaya başlar. İnsanın başlangıçta sahip olduğu sıfır noktası olan temiz fıtrata yeniden dönebilmesi için, 15 yılda inşâ ettiği kişilik hapishanesinin duvarlarını yıkması gerekmektedir. İnsanın başlangıçta sahip olduğu konuma geri dönmesi olarak bilinen bu sürecin gerçekleşebilmesinin ön şartı, kişinin kendi kişilik haritasının motiflerini çözümlemesidir. Dolayısıyla insanın hayata gözlerini açtığı noktadaki konumunu tekrar geri kazanmasında, kendini (Ene) bilmek ve yetenekleri üzerinde inşâ ettiği kişiliğin desenini ya da haritasını çözümlemesi gerekir. Bu, en temel insanî amaçtır da.

İşte insanın omuzundaki sorumluluk yükü de bu değil mi? Bize emanet edilen minik yavrularımızın eğitimindeki sorumluluk. Zordur eğitim; bakım ister, sabır ister, azim ister…

Bambu ağacının öyküsüyle tamamlayalım yolculuğun serüvenini. Bu öykü, eğitimin sabırla devam etmesi konusunda ince bir mesaj sunuyor bize:

Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir: Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur: Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı, yoksa beş yılda mı ulaşmıştır? Bu sorunun cevabı tabiî ki beş yıldır. Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden, hatta var olmasından söz edebilir miydik? Bir başarının şartları her zaman çok basittir.

Bir süre için alışın,

Bir süre tahammül edin.

Her zaman inanın

Ve hiçbir zaman geri dönmeyin.

Teklif: Temiz fıtratın sıfır nokta masumiyetini korumak için çocuk gelişiminde eğitime dikkat!

B. Sait ÇİFTÇİ

27.09.2006


Takvim

Duâlarımız bollaştı,

Sevaplar desen harman.

Dört gündür sevinçli,

Midemiz ediyor bayram.

Ferhat ÖĞMEN

27.09.2006


AYLARIN SULTANI

On bir ay yedik içtik.

On bir ay düşünmedik belkide…

Kim ne yer ne içer, garibanlar ne haldedir, fakir-fukara geçimini nasıl sağlar diye.

Rızkı vereni, nimetleri sınırsızca önümüze sereni, açlığımızın cevabını göndereni, midelerimizin sesini duyuranı düşünmedik çoğu zaman.

Acıktık, yedik.

Susadık, içtik…

Ezanları duyduk, umursamadık…

Belki de yanı başımızdan gelip geçen bir mağdurun farkına varamadık…

Komşumuz aç mıdır, tok mudur, araştırmadık bile…

Duyarlı insanlarımızı, hassas mü’minleri, kul olmayı bilenleri, iman kalesine sığınanları ayrı tutarsak, diğerlerimiz on bir ay insan olmanın, Müslüman olmanın gereklerinden uzaklaştık belki de…

Ve gün geldi…

O gün…

Cumartesini pazara bağlayan gecenin akşamında hemen her evde tatlı bir telâş, heyecanlı bir başlangıç, manevî bir haz hâkim olduğunu gördük.

İlk teravih ile başlayan silkiniş kemiklerimize kadar sarstı bizi.

Yeniden ve muhteşem etkisiyle.

Rabbimizin bize gösterdiği numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını içinde sakladığı Cennetvârî bir lezzetle hazırlandık on bir ayın sultanına.

Ayların, zamanların Sultanı Ramazan..

Duyguların, inançların, itaatlerin, ibadetlerin ayı Ramazan.

Bir olmanın, birlikte olmanın, inanmanın ve inancını doyasıya yaşamanın ayı Ramazan.

Ezansız diyarların inadına, gümbür gümbür okunan ezanlarıyla, Kur’ân sadalarıyla, ışıl ışıl mahyaları, pırıl pırıl camileriyle…

Mutfaklardan sokaklara taşan mis gibi yemek kokuları, solgun ama nurlu simaların güler yüzlü merhabalarıyla, balkonlarda bekleşen çocukların ezan sesini bekleyen meraklı telâşlarıyla...

Yine Ramazan, yine oruç, yine ibadet, yine lezzet, yine ayların sultanı…

Dünya çöllerinde garip ve rotasız yürüyenlere, bu çöllerde yolunu kaybetmeye ramak kalanlara, yüreğinin sesine duyarsız kalanlara geldi Ramazan.

Kulluğunu unutanlara, yardıma boş verenlere, etrafına bakmayı ihmal edenlere geldi Ramazan.

Her gelişi muhteşem.

Her gelişi inanılmaz güzel.

Her gelişi heyecanlı, bir o kadar da bereketli.

Merhametin ve şefkatin sahibi Rabbimizi bize hatırlatan, merhamet ve şefkat Peygamberini düşündürüp bizim de merhamet ve şefkate muhtaç olanlara yüzümüzü çevirmemizi sağlayan Ramazan geldi.

On bir ayın sultanı hoş geldi, safa geldi.

Bereketiyle, nuruyla, hoşluğu ve coşkusuyla evlerimize dolu dolu geldi.

Ne mutlu ihya etmesini bilenlere…

Oruç ayına yakışır şekilde yaşayanlara ve yaşatanlara…

Hülya YAKUT

27.09.2006


Allah’ım!

Ramazan ayında bize vereceğin berekete denk, gönlümüzü cömert kıl! Kalbimizi merhametli kıl! Bizi Müslümanlara yardımcı eyle! Müslümanları da işlerimize yardımcı kıl! Bizi Müslümanlara kardeş eyle! Aramıza sevgi ver, muhabbet ver, merhamet ver! Bizi Müslüman kardeşlerimize karşı cimri kılma! Bizi mal toplayıp yığanlardan eyleme! Bizi merhametsizlikten ve merhametsiz kalplerin kötülüklerinden koru! Bizi, veren el kıl! Sen Ganiyy-i Mutlak’sın! Kazancımıza bolluk ve bereket lütfet! Âmin.

Süleyman KÖSMENE

27.09.2006


Çocuklara iyi örnek olmalı

Öfkelendiğimiz anda neler yapabildiğimizi ve bu olumsuz durumu nasıl tolere ettiğimizi pratikte yaşadığımız bir aydır Ramazan. Meselâ iftar saatlerinde büyük emek ve özenle hazırlanmış sofrada bazen istenilen ısıda olmayan çorba, bazen de ufak bir şeyin eksikliği bahane edilerek ancak senede bir yaşama imkânı bulunan o mübarek saatlerin hatta dakikaların ulvîliğini bir kenara bırakarak hiç de hoş olmayan bir ortamla baş başa bırakılır ailenin diğer fertleri. Böylece hem onların hakkına girilir hem de hazırlanan nimet karşısında manevî şükür terk edildiği gibi, hazırlayandan da teşekkür sakınılır. Oysa tam tersine aile büyüğü olarak çocuk ve dostlarımızla bu mübarek gün ve saatleri yaşattığı için Yüce Rabbimize şükür, verdiği nimetlerle tefekkür ve tazim ile geçirebiliriz. Böyle davranarak, öğrenme yolu ile ileriki yaşlarda uygulamaları gereken davranış biçimlerini öğrettiğimiz gibi örnek de olabiliriz çocuklara. Zira bu mübarek ay çocuklarımızın zihninde huzuru çağrıştıran bir ay olmalıdır. Unutmayalım ki, bu konuda hepimiz sorumluyuz ve üstümüze düşen vazifemizi hakkıyla yapmalıyız.

Psikolog Yasemin Uçal ABDULLAH

27.09.2006


Fotoğrafların dili

Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak Cenâb-ı Hakkın ebedî ve sermedî olan Dârüsselâm menziline dâvetlisi olan mahlûkatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur.

Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, s. 39

İbrahim KILIÇ

27.09.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Peygamber Efendimiz’i (asm) gülümseten söz

Peygamber Efendimiz (asm) gözü ağrıyanın hurma yememesini isterdi. Bir gün, Hazret-i Suheyb’in (ra) gözü ağrıdığı halde hurma yediğini görünce, şöyle buyurdu:

“Ey Suheyb! Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?”

Hazret-i Suheyb (ra) de: “Ya Resulallah! Ağrımayan tarafı ile yiyorum” dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm) gülümsedi.

(Afat-ı Lisan)

27.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004