Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

AB’den kopmak en büyük tehdit değil mi?

Modernleşme her anlamda “ İlericilik “ değildir. “ İrtica “ bazen modern ve çağdaş yaşama yandaş olur, ama çağdaş hukuk ve insanlık anlayışına zıt olan “ Faşizm “i veya “ Komünizm “i de getirebilir. Bu açıdan Hitler Almanya’sı veya Stalin Rusya’sı, kadın erkek ilişkilerinde ve dine karşı tutumlarında “ İrtica “yı temsil etmiyorlardı. İki rejim de “ Pozitivizm “den yanaydı.

Ama bunlar çok sesliliğe, sivil toplumun özgürlüklerine karşı olan “ Militarist “ ve “ Totaliter “ rejimlerdi. Bunlar dünyada “ İrtica “yı temsil ediyorlardı. Yani gericiydiler.

Geçmişte benzer deneyimleri yaşayan ülkeler, anayasal demokrasinin ve çok sesli sivil toplum modelinin varlığının, devletin geleceğinin de güvencesi olduğunun bilincindedirler. Bu nedenle, ülkenin sosyo-politik sorunları konusunda, mesela “ İç ve dış tehditler “ sıralamasının belirlenmesinde kararlar hem “ Sivil siyaset “in, hem de “ Güvenlik bürokrasisi “nin katılımıyla ve “ Ortak sorumluluklar “ın bilinciyle verilir.

Sivil siyasetin hastalığı olan “ Popülizm “ nasıl ülkenin istikrarı ve geleceği için tehlikeler oluşturursa, aynı şekilde “ Militarizm “ de, ülkenin toplumsal dengeleri ve iç-dış barışı için tehlikelidir.

Bu gerçekleri içinde yaşayan ve dünya savaşlarında perişan olan Avrupa ülkeleri, bizim için de temel ilkeler haline gelen “ Kopenhag Kriterleri “nin içeriğini kutsamaktalar. Bu nedenle mesela Avusturya’da aşırı milliyetçi bir siyasal tırmanma olduğu zaman, AB bu ülkeyi izole etmekte tereddüt geçirmedi.

MİLİTARİZM

AB ile üyelik müzakerelerinin yıldönümünde artık öğrenmiş olmamız gerekiyor. Türkiye’de de aşırı milliyetçi veya militarist bir tırmanma olduğu takdirde, Türkiye ile ilişkiler askıya alınacaktır. Aynı şekilde bir siyasi parti şeriat düzeni programı ile Türkiye’ye totaliter bir dinci rejim vaat ederek seçmenden oy isterse, bu da Avrupa yolunu kesecektir.

Sovyetler’in çöküp parçalandığı 1990’lara kadar, Türkiye’de rejimin demokrat veya antidemokrat olması önemli değildi. Önemli olan Türkiye’nin Batı İttifakı içinde kalmasıydı. Askeri darbe dönemlerinde de Türkiye komünizme karşı “ Hür Dünya “nın üyesiydi. Faşist Franco’nun İspanyası da, Salazar’ın Portekiz’i de, Albayların Yunanistan’ı da öyleydi. Nitekim 27 Mayıs askeri darbesinin ilk açıklaması “ NATO’ ya, CENTO’ ya bağlıyız “ şeklinde olmuş ve Menderes’in idam edilmesi de Türkiye’nin “ Hür Dünya “daki yerini değiştirmemiştir.

Ama şimdi dünya eskisi gibi değil. “ İç ve dış tehditler “ kavramları da, “ Güvenlik “ olgusu da, farklı boyutlarda. Örneğin Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını sarsacak en büyük tehlike, AB’den kopmamız ve sadece ABD müttefiki bir Ortadoğu ülkesi konumuna itilmemiz değil mi?

Türkiye’ye gelen her AB temsilcisine (Bugün Hansjörg Kretschmer, dün Karen Fogg) yıpratma kampanyaları açmak, aslında bir belirli akımın sözcüsü olmak değil midir bu anlamda?

KARARLILIK

Bunları neden yazdığımız konusuna gelince... 28 Şubat post-modern darbe döneminde, Batı Grubu’nun önde gelen bir generaline Taha Akyol, “ Neden söylemleriniz konusunda sosyologlara, siyasal bilimcilere danışmıyorsunuz “ diye sorunca, “ Kararlılığımız sarsılmasın diye kimseye danışmıyoruz “ cevabını aldığını anlatır.

Bu günlerde sıkı sık seslendirilen “ İrtica Tehlikesi “ konusunda da, aynı “ Danışmasız Kararlılık “ olgusu varsa, önümüzdeki seçimde AK Parti daha büyük çoğunlukla iktidarı koruyacak demektir. Daha da ilerisi, bu söyleme fazlaca sarılan CHP de, geçmişteki gibi seçim barajının altında kalabilir.

Çünkü belirli bir kesim dışında geniş toplum kesimlerinin “ İrtica tehlikesi “ söylemlerinin Ankara’daki koltuk kavgasını yansıttığı izleniminde olduğunu gözlemekteyiz. Ayrıca içeriği açılmamış soyut “ İrtica “ kavramından, yine geniş kitlelerin “ Din “i anladığını da izlemekteyiz.

Sabah, 5.10.2006

Mehmet BARLAS

06.10.2006


 

Siviller sıkışınca neden askerî duruş sergiler?

Askerler, askerlikle ilgili konuların dışına çıktığı zaman..Sivillerin ele alması, tartışması gereken alanlara girdikleri zaman kızıyoruz.. Ama birçoğumuz onlar konuştuğu zaman..

Onların karşısına çıktığımız zaman, ne yazık ki asker gibi davranıyoruz!

Askeri duruş sergiliyoruz..

Bir selam çakmadığımız kalıyor..

İki örnek vereceğim..

Biri politikacı, diğeri bilim adamı..

Bütün komutanlar irtica tehdidini peş peşe gündeme getirince akılara hemen İsmailağa cemaati geldi..

(...)

O güne kadar suskun kalan.. Çarşamba’yı görmezden gelen Bakan Şahin, komutanlar bastırınca bir gece yarısı ansızın demeci patlattı..

“Dışarıda o kıyafetle dolaşılmaz, dolaşılmaması lazım. Dolaşan varsa gerekli işlemlerin yapılması lazım. Uyarılmaları lazım. Bu kılıkta dolaşamazsınız diye söylenmesi lazım.”

Bunu söyleyen Bakan, o anda Başbakan Vekiliydi..

Devam edelim..

Peki kim uyaracak?

Şahin’e göre, İçişleri Bakanı..

Kimi uyaracak?

Şahin’e göre; ‘Emniyeti, şurayı, burayı.’

Uyarmazsa ne olur?

‘Göz yumulursa en azından görevi ihmal etmiş olur.’

Bu konuşmayla nereye vardık biliyor musunuz?

İrticayı aldık, döndürüp dolaştırdık, karakolda görev yapan bir yıllık, iki yıllık polis memurunun üzerine yıktık..

Bravo bize..

Bunun adı nedir biliyor musunuz?

Topu taca atmak..

Üzerine alınmamak, aradan sıyrılmak, şark kurnazlığıyla geçiştirmek..

Peki.. Başbakan o cemaatin öldürülen hocası, önderi için; “İki diplomalı hoca katledildi, bir başsağlığı bile dilemediniz” diye basına çatmamış mıydı?

Bir anlamda sahip çıkmamış mıydı?

O zaman yardımcısı Şahin neden emniyeti göreve çağırıyor?

Bilinç altındaki askeri duruş nedeniyle.. Selam bile çakabilirdi..

Geçelim, bilim adamının askeri duruşuna..

Prof. Dr. Celal Şengör Harp Akademisi’nde ilk dersi verecek..

Söze şöyle başlıyor: ‘Komutanlıktan gelen emirle dersin konusu şöyle tarif edildi.’

Belli ki Hoca’ya şu konuda konuşur musun demişler..

Hoca askeri alanda ya.. Hava gergin ya.. Komutanlar üst üste ağır demeçler veriyor ya.. Durumdan vazife çıkarıyor, sivil olduğunu, bilim adamı olduğunu unutuyor.. Gelen emirle diyor..

Neden?

Çünkü onun da bilinç altında askeri duruş var.. Emir alma içgüdüsü var..

Şengör’e soruyorum..

Hocam, siviller askerlerden emir alır mı?

O kişi üstelik bilim adamı ise..

Bırak her şeyi.. Emir alan bilim adamına bilim adamı denir mi..

Üstüne üstlük bir de emir aldığını gururla ilan ediyorsa..

Dersini dinleyemedim ama umarım ‘komutanım’ diye de hitap etmemiştir..

Neden mi?

Çünkü bir sivil bir askere komutanım diye hitap etmeye başladığı anda o ülkede demokrasi bitiyor.

Şahin gibi politikacıları anlıyorum da..

Hocam bari bilim adamları dik durmalı..

Vatan, 5.10.2006

Mehmet TEZKAN

06.10.2006


 

Askerler ne anlatmak istiyor?

Harp Akademileri’nin 2006-2007 öğretim yılının açılış konuşmasında, kendisinden önce konuşan kuvvet komutanları gibi Genelkurmay Başkanı da ‘irtica’ ve ‘bölücülük’e çattı.

Bu konuşmanın ilk dikkat çeken yönü, önceki konuşmalardan farklı olarak, ‘Almanak Türkiye: Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim’ başlıklı ‘TESEV Raporu’nu öne çıkarmış olmasıdır. Bunun özel bir anlamı var.

Hatırlarsak, komutanların beklenen konuşmaları dolayısıyla medya bir süredir öyle bir hava estirmişti ki, birçoğumuz yeni bir ‘28 Şubat’ın gelmek üzere olduğunu sanmıştık. Hatta, içine girdiğimiz dönemin ‘28 Şubat’la olan benzerliklerine dikkat çeken tahliller yapılmıştı. Bu hava içinde, itiraf edelim, birçoğumuz Genelkurmay Başkanı’nın ‘daha sert’ bir konuşma yapacağını bekliyorduk. Öyle olmayınca da pek çok kişi rahatladı.

Sanıyorum ki, bu yorumun ve ona bağlı olan ‘rahatlama’ hissinin yanlış olduğu artık ortaya çıkmıştır. Yani, ‘28 Şubat değilmiş’ diye sevinecek bir durum yok. (...)

Bu çıkışların temel nedeni, son yıllarda AB’ye uyum gereği olarak yapılan kimi anayasal ve yasal-idari düzenlemelere de bağlı olarak, silahlı kuvvetlerin anayasal sistem içindeki rolüne ilişkin geleneksel anlayışta bir değişmenin ortaya çıkmaya başlamasıdır.

Bilinen nedenlerle, AB projesine doğrudan doğruya karşı çıkamayan askerler, bu durumda anayasal ve yasal değişikliklerin şekli gereklerine uymakla, sistem üzerindeki söz söyleme ‘hakları’nı muhafaza etmeyi bağdaştıracak yeni bir strateji geliştirme arayışına girdiler.

Bu strateji, bir yandan silahlı kuvvetlerin sivil kontrolünün aşırı vurgulanmasına ve sürekli gündemde tutulmasına karşı sesini yükseltmeyi gerektirmektedir. Özellikle de, ordunun politik rolünden büsbütün soyutlanarak sırf teknik bir cihaz olarak algılanması ihtimaline kesin olarak karşı çıkılmalıydı.

Bundan dolayı, askerlerin stratejisinin ikinci ayağını, silahlı kuvvetlerin sistem üzerindeki söz ‘hakkı’nı meşrulaştıracak yeni bir söylem geliştirmek veya zaten var olan bu söylemi daha da öne çıkartmak oluşturmaktadır.

Bu söylemin temel dayanaklarından biri tarihsel-kültüreldir (‘ordu-millet’ fikri gibi), diğeri ise ideolojik. Son zamanlardaki şehit cenazelerinden anlaşılabileceği gibi, kültürel dayanak her konjonktürde fazla işe yaramayabileceğinden, bir şekilde anayasal yorumla desteklenmiş ideolojik bir meşrulaştırmanın daha operasyonel olacağı düşünülmüş olsa gerektir.

Onun içindir ki, silahlı kuvvetlerin siyasal sistemin meşru bir aktörü olduğuna bizi ikna edebilmek için, komutanların hepsi bu meseleyle hiç bir ilgisi bulunmayan Anayasa hükümlerini -hukuk teorisine katkıda bulunacak şekilde- ezoterik bir yoruma tabi tutmaktadırlar.

Star, 5.10.2006

Mustafa ERDOĞAN

06.10.2006


 

Hem öyle, hem böyle olur mu?

Genelkurmay Başkanı’nın aynı konuşma içinde hem “her türlü görüşün sorgulanması” gerektiğini savunması, hem de “Atatürkçülüğü sorgulayanları” itham etmesi, alt tarafı bir STK’ya ait olan (TESEV) bir adet raporu yerden yere vurması, hem AB yandaşı olduğunu söyleyip hem de AB’nin art niyetli davrandığını ifade etmesi beni çok şaşırttı.

Hürriyet, 5.10.2006

Cüneyt ÜLSEVER

06.10.2006


 

Demokrasiye karşı darbe hukuku

Türkiye’de demokrasinin askerî vesayet altında kalmasının asıl sebebi hukukçulardır. Her darbe döneminde sırtlarında cübbeleriyle darbecilere dalkavukluk yaparak bakanlık kapmaya çalışan, emir-komuta zinciri altında yazdıkları darbe anayasalarıyla hak ve hürriyetleri katledenlerden söz etmiyorum sadece...

Bir de, hukuka sırtlarını dönerek Genelkurmay’da düzenlenen ‘irtica brifingleri’nde komutla alkış tutan; kendilerini millet iradesinden, hukuktan ve kanunlardan üstün gören sözde ‘vatan kurtarıcılar’ var.

Bunlar, darbe dönemlerinde darbecilere yaranmak için ellerindeki adalet terazisini eğip bükmüşler; darbecilerin talimatlarıyla cezaevlerini düşünce suçlularıyla doldurmuşlardır. Bugün, 301. maddeyi ‘Türklüğü savunma’ gerekçesiyle muhafaza edenler; yarın ‘yeni 28 Şubat süreci’ ilerlemeye başlayınca, maddenin 2. fıkrasındaki ‘... Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilâtını alenen aşağılayan kişi’ durumuna düşürülünce nasıl yanıldıklarını ve darbe hukukçularının ellerine nasıl koz verdiklerini anlayacaklardır.

Radikal, 5.10.2006

Hasan Celal GÜZEL

06.10.2006


 

Tüzmen vere vere Eurovision örneğini verdi

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) düzenlediği Türkiye-AB Haftası’nın ikinci durağı Paris’teyiz. (...)

‘Türk’ün Türk’e propagandası’ yöntemiyle, klişelerle Fransız kamuoyunu ikna edemezsiniz. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ise dün tam anlamıyla klişelerle konuştu.

Söze “Eurovision olunca Türkler yarışıyor, birinciliği alıyor. Avrupa Şampiyonlar Ligi kupasını Türkiye kazanıyor, güzellik yarışmasında birinciliği Türk kızı alıyor” diye başladı. Kültürel, sportif etkinliklerin yanı sıra Türkiye’nin ekonomik alanda da Avrupa’nın bir parçası olduğunu anlattı. Bu ezberlenmiş cümlelerin Avrupa’daki Türkiye önyargısını silmede ne kadar başarılı olacağını sizlerin takdirinize bırakıyorum.

Radikal, 5.10.2006

Funda ÖZKAN

06.10.2006


 

Ramazan şehri etkiledi

Ramazan başladığından beri İstanbul’un belli başlı birkaç mekanına gittim ve bu ayın işleri geçtiğimiz dönemlere göre daha çok etkilediğini gördüm. Bir öğlen yemeğinde Sunset’teydim, neredeyse boştu.

Akşamları da müşterinin belirgin bir şekilde azaldığını öğrendim. Lucca aynı şekilde, kemik kitlesinden isimler bile uğramaz oldu. Papermoon da boş sayılır. Dikkat edin, bu üç yer de bugüne kadar müşterilerinin inançlarıyla ön plana çıkmamıştı, açıkçası geçmiş Ramazanlar’da da böylesi bir boşluk yaşanmazdı. Türkiye’nin iktidar sınıfının yemekhanesinden Türkiye’nin muhafazakarlaştığının sağlaması yapılabilir mi?

Akşam, 5.10.2006

Oray EĞİN

06.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004