Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

Birey ve devlet

İslâmın temel esaslarına uygun iktisadi anlayışta, mutlak eşitliğin insanın yaratılışına aykırı olması sebebiyle mülkiyet hakkının meşrû olduğu kabul edilir. Bediüzzaman Hazretleri, milletimizin fakir ve geri kalmasının sebeplerini âyet ve hadislerin ışığında tahlil etmiş, tembellikten kurtulmanın ve çalışma şevkinin canlı tutulmasının yollarını göstermiş ve meşrû geçim yollarının esas itibariyle san’at, ziraat ve ticaret olduğunu, memuriyet ve imaretin ise geçimden ziyade millete hizmet amacıyla yapılabileceğini belirtmiştir.

III. MASA

GİRİŞ

Masamızın konusu olan “Birey ve Toplum”; birey, kamu, kamusal alan, kamu düzeni, devlet, demokrasi, demokratik yönetim, yönetişim, hukukun üstünlüğü gibi alt başlıklar altında, Risâle-i Nur perspektifinde incelenmiştir.

Birey

Birey, kelime anlamı olarak, kendine özgü niteliklerini yitirmeksizin bölünemeyen tek varlık, fert olarak tanımlanmaktadır.

Risâle-i Nur’da; insanın, sahip olduğu duygu ve kabiliyetleri ile yaradılış ağacının en mükemmel meyvesi ve varlıklar içinde en ehemmiyetli bir varlık olarak yaratıldığı ve yeryüzünde Cenâb-ı Hakk'ın halifesi olduğu vurgulanarak, önemi ortaya konmuştur.

Toplum

İnsan sosyal bir varlık olup, diğer insanlarla birlikte toplum halinde yaşar. İhtiyaçlarını karşılamak için birçok san’ata ihtiyaç duyar. Bu san’atların hepsine vâkıf olmadığından ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Bu sebeple diğer insanlarla işbirliği yapmak zorundadır. Her bir insan kendi san’atının mahsulünü diğerlerininki ile mübadele eder. Bu alış verişler sırasında haksızlıklar ve tecavüzler meydana gelebilir. Bu tecavüzleri önlemek için insan toplumu adalete muhtaçtır. Ferdin aklı tek başına adaleti idrakten aciz olduğundan, kanun şeklinde külli bir akla ihtiyaç vardır. Kanun insanların temel hak ve hürriyetlerini korumasına imkân verecek hukuk kurallarına dayanmalıdır.

Kamu

Bireylerin diğer bireylerle birlikte toplum halinde yaşaması olgusunda “kamu” kavramı karşımıza çıkmaktadır. Kamu (amme), bir ülkede yaşayan halkın bütünü, yani herkes olarak tanımlanmaktadır. Kavram, toplum yapısını, toplumsal ilişkileri ve değerleri belirtir. Günlük dilde ise kamu kelimesi, resmî otoriteye veya devlete atıfta bulunmak üzere kullanılır.

Konuyla ilişkili olarak kullanılan güncel diğer bir kavram da “kamusal alan”dır. Kamusal alan, tüm bireylerin eşit bir şekilde hak sahibi olduğu ortak bir alandır.

Kamusal alandaki etkileşim bireyin katılımını güçlendirecek en önemli etkendir. Birey, birey olma özelliğini kamusal alandaki faaliyeti ölçüsünde kazanır. Bu alan bireyin özgür hareket alanıdır. Bunun sağlanması için toplumsal bir düzene ihtiyaç vardır.

Kamu düzeni, toplumun sosyal ve siyasal yapısını kurmasını, karışıklık içerisinde bulunmamasını, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini sağlayarak barış ve huzur içerisinde yaşamasını garanti eder. Bu kavram; içerisinde kurallar ve kurumlar sistemi olarak hayatın değişik görünüş şekillerini ihtiva eden hukuk düzenini, kamu yararını, toplumun gelişimini, temel kurallarını, kamunun huzur, güvenlik ve sağlığını kapsar.

Devlet

Devlet, kısaca, belli bir ülkede yaşayan bir topluluğun, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı şekilde meydana getirdiği siyasî teşkilât olarak tanımlanabilir. Kamu düzeni bu siyasî teşkilât aracılığıyla sağlanır.

Bediüzzaman Hazretleri, devleti bir şahs-ı manevî olarak tarif etmiş ve zaman içinde büyüyüp gelişerek tedrici bir şekilde tekâmül edeceğini, sosyal ilişkilerin çok fazla gelişmediği eski zamanlarda az sayıda kişinin fikrinin devlet idaresinde belki yeterli olabildiğini, sosyal ilişkilerin çok geliştiği, teknolojinin ileri gittiği ve ihtiyaçların çoğaldığı günümüzde bunun artık mümkün olamayacağını, ancak bireylerin fikir özgürlüğü ile gerçekleşen kamuoyunun görüşlerinin ve milletin temsilcilerinden oluşan ve onun kalbi hükmünde olan meclisin hâkim olmasıyla devlet idaresinin sağlanabileceğini belirtmiştir.

Bireyin temel haklarının ve ödevlerinin, devletin temel yapısının ve organlarının düzenlendiği günümüz anayasalarında da, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almak, kişilerin ve toplumun huzur, refah ve mutluluğunu sağlamak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.

Demokratik devlet: Her tür müstebit (totaliter) devletin alternatifi olarak, hâkimiyetin, (yönetim ve denetim yetkisinin) çok partili serbest seçim esasına dayalı temsil sistemi ile belirlenmiş olan halk temsilcilerinin çoğunluğu eliyle ve dolayısıyla halk tarafından kullanıldığı devlet şeklidir.

Emniyet ve asayişi ihlâl etmemek şartıyla, fikir özgürlüğü, bilimsel görüş ve düşüncelerini açıklama özgürlüğü, demokratik devletin en temel esaslarındandır. Dolayısıyla demokratik devletin temeli, bireye ve bireyin mutluluk ve refahını sağlamaya dayanmaktadır.

Devlet ve ekonomi

İslâmın temel esaslarına uygun iktisadi anlayışta, mutlak eşitliğin insanın yaratılışına aykırı olması sebebiyle mülkiyet hakkının meşrû olduğu kabul edilir. Bediüzzaman Hazretleri, milletimizin fakir ve geri kalmasının sebeplerini âyet ve hadislerin ışığında tahlil etmiş, tembellikten kurtulmanın ve çalışma şevkinin canlı tutulmasının yollarını göstermiş ve meşrû geçim yollarının esas itibariyle san’at, ziraat ve ticaret olduğunu, memuriyet ve imaretin ise geçimden ziyade millete hizmet amacıyla yapılabileceğini belirtmiştir.

Günümüzde ekonomi, mülkiyet ve serbest piyasa temeline dayanmaktadır. Özelleştirme, çalışanların çalıştıkları işletmeye hissedar olmaları gibi uygulamalarla bu durum halen gelişmektedir. Bediüzzaman insanlığın getirmiş olduğu beşerî devirleri beş başlık altında sınıflandırmaktadır. Bugün gelinen ve gittikçe de o noktaya doğru gidilecek olan insanlık devrini beşinci aşamada malikiyet ve serbestiyet devri olarak ifade etmiştir.

İnsanın kişiliğini geliştirmesi için zorunlu olan mülkiyet olgusu, aynı zamanda insanın toplum ve devlet karşısında sahip olduğu özel alanıdır. Bu sebeple, ferdin hür olabilmesi için siyasî özgürlüklerin yanında iktisadî özgürlüklerinin de sağlanması gerekir. Devlet ekonomik sistemin işleyişi ile ilgili olarak herkes için geçerli olacak kuralları belirler ve sonra hakem gibi bu kuralların uygulanmasını gözetir. Bu bakımdan devletin ekonomiye müdahalesi mümkün olduğu ölçüde minimum seviyede olmalıdır.

Yönetişim

İnsanın toplum halinde yaşamasında yönetim olgusu inkâr olunamaz bir vakıadır. "Halkın kendi kendisini yönetmesi" anlamına gelen demokrasi, yönetim ilişkisinde ileri bir aşamayı ifade etmektedir. Yönetim görevini yerine getireceklerin halkın iradesiyle belirlenmesi, kurumsallaşmış bir seçim sistemini gerektirir.

Demokrasi "halkın halk tarafından" yönetilmesi olduğuna göre, halkı kimlerin oluşturduğunun belirlenmesi zorunludur. Bir kişinin veya belirli bir grubun veya sınıfın iradesi kanunların yapımında belirleyici konumda olması demokratik yönetimin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Kanun karşısında eşitlik, imtiyaza imkân vermeyeceğine göre, tüm vatandaşlar siyasî haklar bakımından da eşittir. Cinsiyet, din, ırk, kültür, eğitim düzeyi, servet farkı gözetmeksizin seçimlerde bütün vatandaşlar oy kullanma hakkına eşit olarak sahiptirler. Bu, toplumda tüm bireylerin çıkarlarına hizmet eden ve toplumun ortak değerlerini siyasî ortama taşıyan bir uzlaşı sağlanmasının aracıdır.

Bütün vatandaşların kamusal kararlara doğrudan katılımı "temsilî bir demokrasi"yi gündeme getirir. Temsil, halk iradesinin, halkın seçtiği temsilciler vasıtasıyla kullanılması anlamına gelir.

Yönetilenlerin iradesiyle seçilen yönetenler, yine ortak bir uzlaşı ile çıkacak irade doğrultusunda yönetim işlevini yerine getirmek durumundadır. Yönetilenlerin ortak iradeye katılımı ve yönetenlerin icraatlarını denetleme yetkileri vardır. İşte yönetenler ve yönetilenler arasındaki bu ilişki yönetişimi ifade etmektedir.

Yönetişim karar verme işlemi ya da yöntemidir. Halkın, temsilcilerini seçme özgürlüğünün bulunduğu, yönetime aktif olarak katılabildiği ve temsilcilerinin karar ve eylemlerini denetleyebildiği bir siyasal düzen demokrasi olarak adlandırılabilir. Yönetilenler ile yöneticiler arasında yakın bir iletişimin daima mevcut olması gerekir.

Katılımcılık

Halk ile temsilcileri arasında iletişimin varlığı demokrasi için yeterli değildir. Halk aynı zamanda yöneticilerin karar ve eylemlerinin hukuka uygunluğunu da kontrol edebilme hakkına sahip olmalıdır. Devletin meşrûiyeti için mutabakat kadar, siyasal gücün denetimi ve sınırlandırılması da önem taşır. Siyasal gücün sınırlandırılmadığı bir siyasal düzen artık demokrasi olmaktan çıkar ve keyfiyet rejimine dönüşür.

Münâzarât adlı eserinde Bediüzzaman Hazretleri, sadece milletten ne istediğinin sorulmasıyla meşrûtiyetin gerçekleşmiş olamayacağını, daha kapsamlı bir kavram olan meşrûtiyetin (demokrasinin), fikir hürriyetini her yönüyle uyandırdığını ve fikir hürriyetinin de demokratik anlayışı her alanda ve her zeminde etkin bir şekilde geliştireceğini belirtmektedir. Bu yönüyle yönetişim sürekli yenilenmeyi de beraberinde getirmektedir.

Bir havuzdan çıkan bir çeşmeden her tarafa borularla su akıtılsa, havuzda suyu bozacak bir değişiklik olması halinde o havuzdan çıkan borularla giden bütün sular bozulacaktır. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olsa ve havuz bu pınarlardan gelen suyla dolsa, bu havuzdaki bozulma havuza doğru akıp gelen suları bozmaz.

Bunun gibi demokrasi sisteminde meclis havuzdur. Halktan bu havuza doğru bir akış vardır. Halk temiz olursa havuz yani yönetenler de temiz olacaktır. Öyle ise yönetilenler yönetenleri doğru yönde etkilemeli ve denetlemelidir. Bananecilik, vurdumduymazlık ve ilgisizlik, baskı ve dayatmalara zemin hazırlayacağı gibi, insanlık vasıflarının açığa çıkmasını da engeller.

Meşrûiyetini halktan almayan, bireyi sindirerek onun hayatını bütünüyle belirlemeye çalışan ve insanı, kendi başına bir amaç ve değer olarak kabul etmek yerine bir parti liderinin veya gurubunun elinde bir araç kabul eden, baskıcı ve dayatmacı bir yönetim karşısında, bireyin haklarını bilmesi ve hukukuna sahip çıkması büyük önem taşımaktadır.

Yönetenlerin icraatından (yaptığından veya yapmadığından) halk doğrudan etkilendiği halde, sistemde halkın yönetime katılımının yolları açık tutulmuş olmasına rağmen, halk kendi ilgisizliği sebebiyle yönetimi etkilememiş ise, o zaman baskıdan şikâyetçi olmasının pratik pek bir anlamı olmayacaktır. Bu bakımdan halkın meselelerine sahip çıkması, yönetimin icraatları karşısında pozitif anlamda tepkisini göstermesi demokrasinin işlemesi için hayatî önem taşımaktadır. Böylelikle ancak yönetenler ve yönetilenler arasındaki etkileşim ve dönüşüm gerçekleşmiş olur.

03.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Farklılıklar zenginliktir

  Birey ve devlet

  Abdullah ibn Ubeydullah

  Köprü insan haklarını tartışıyor


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004