Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Zeynep GÜVENÇ

“Asıl okumam gereken kitabı okumamışım”

AYLİN SUCU KİMDİR?

Aylin Sucu, 1970 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Yeni Levent Lisesi’nde tamamladıktan sonra, Mimarsinan Üniversitesi Sosyoloji bölümüne devam etti ve aynı üniversitede Sosyoloji alanında yüksek lisans yaptı. Üniversiteyi birincilikle bitirdi. (Tez konusu: Alkol Bağımlılığı –Sosyal Çevre İlişkileri) On yıl önce eşi ile birlikte Amerika’ya yerleşti. Amerika’ya geldikten sonra da ikinci üniversitesine başladı. “Social Sience”, “Early childhood Education” bölümlerinden “Yüksek onur belgesi” ile mezun oldu. Halen özel bir Islamic school’da öğretmenlik yapıyor.

Mesleğinin yanında California’daki kilise ve camilerde “dinler arası iletişim organizasyonları” yapan Aylin Hanım, aynı zamanda hastanelerde gönüllü olarak çalışıyor. Allah rızası için gece gündüz, dur durak bilmeden koşuşturmasına rağmen, son derece mütevazi bir yaklaşım içerisinde; “Bizim yaptığımız çalışmalar o kadar az ki Amerika’da İslâm adına çok fazla aktivite var” diyor. Kendi özel yaşamı, İslâmı yaşamayı Amerika’ya geldikten sonra seçmiş olması, bana son derece ilginç geldi. Biz de sizler için bir çok insana örnek teşkil etmesi amacıyla , onunla bir röportaj yaptık. Önce İslâmı yaşamayı nasıl seçtiğini, sonra da kilise, hastane ve camilerdeki faaliyetleri hakkında konuştuk. Bilmediğimiz ne çok şey varmış, Amerika’da İslâmın hızla yayılıyor olmasından tutun da, Hıristiyanların camideki iftarlara gelirken saygıdan oruç tutmalarına şahit olunmasına kadar, herşeyi heyecanla dinledim. Son derece keyifli bu sohbetin bizleri çok güzel ufuklara taşıması dileğiyle…

Türkiye’deyken İslâma bakış açınız nasıldı, bize bundan biraz bahseder misiniz?

Buradan Türkiye’ye bakınca, orada Müslümanlığımın “Part time” Müslümanlık olduğunu düşünüyorum. Bir Sosyolog gözüyle bakınca da bir çok Müslümanda bunu gözlemleyebiliyorum. İçinde bulunduğum çevre şimdikinden çok farklıydı. Yaşlılar içindi dindarlık. Gençler ise, hayatlarını yaşamakla meşguldüler. Üniversiteyi bitirdiğimde English Fast dersanesindeki İngilizce öğretmenliğinden Conrad Hotel’deki görevime geçtim. Bir genç olarak hiçbir zaman İslâmla ilgili doyurucu cevapları kimseden duymadım. Hep “Günah, Cehenneme gidersin” şeklinde yaklaşıldı. Hiçkimse “Niçin?” sorusuna cevap veremedi ya da sıradan cevaplar beni tatmin etmedi. Bu şartlar altında insan Müslüman kimliğini tam oturtamadığında yapmış olduğu tercihler de bununla bağlantılı oluyor.

Amerika’ya geldikten sonra ne oldu, hayatınızda neler değişti?

Kendi çevresinden ayrı, yeni bir ortama girmiş birisi olarak, içinde bulunduğum toplumu gözlemlemeye başladım. Üniversiteye gittim, dersler aldım, insanlarla sürekli bağlantı içinde oldum. Aynı zamanda Türkiye’ye uzaktan bakma şansım oldu. Hıristiyan arkadaşlarımla birlikteyken onlardan farklı olmadığımı ve kendi inancımla ilgili pek birşey bilmediğimi fark ettim. Bulunduğum yerlerde, okulda insanlar bana ülkem ve dinim ile ilgili sürekli sorular soruyordu. İlk başta, biz de sizin gibiyizi anlatmak için çabaladım. Daha sonra yavaş yavaş İslâmı araştırmaya başladım. Aynı zamanda İncil’i de okumaya başladım. Bir gece tuhaf bir şekilde kendimi ölüme çok yakın hissettim. Aslında o gece öleceğim sandım. Birden, “eğer şimdi ölürsem neler olabiliri” düşünmeye başladım. Dedim ki, bir sürü kitap okudum, üniversiteyi birincilikle bitirdim, master yaptım, Amerika’daki üniversiteden onur belgesi aldım, ama bir anda herşey ama herşey anlamını yitirdi ve kocaman bir hiç oldu. Eğer şimdi ölürsem Allah (cc) bana asıl okumam gereken kitabı soracak ve ben onu hiç okumadım. Bu duygular içinde sabah namazını kıldım, sonra Kur’ân-ı Kerim’i açtım ve iki ayetle hayatım değişti, elhamdülillah.

Birincisi: “Doğrusu münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah’ı pek az anarlar. Allah’ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın” (Nisa Sûresi, 142-143)

Ben de arada kalmıştım, ne bu tarafta ne diğer tarafta durabiliyordum. Bu ayeti görünce artık kesin bir karar vermem gerektiğini hissettim. Ardından şu ayet gözüme ilişti.

“Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah’tan ve peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah’ın buyruğu gelene kadar bekleyin...” (Tevbe Sûresi, 24) Evet gerçekten böyle düşünüyordum, eşim artık beni istemez, akrabalarım, çevrem, arkadaşlarım benimle bağlantılarını koparır diye korkuyordum. Ama ayet çok açıktı. Hangisini seçmek? İnsanları memnun etmem mi yoksa Allah’ın (cc) yolunu seçmem mi? Rabbimin yardımı ile o sabah kesin kararımı verdim. Ben herkese ve herşeye rağmen inancımı elimden geldiği kadar tam olarak hayatıma geçirecektim.

Değişimi tetikleyen şey sizin Amerika’ya gelip bambaşka bir kültürle karşılaşma-nız ve ardından yaşadıklarınızı gözden geçirme fırsatı bulmuş olmanız, öyle değil mi?

Evet, kesinlikle doğru. Ayrıca Türkiye’de içinde bulunduğum çevremden uzaklaşmış olmanın da büyük etkisi var. Bir nevi kendi kendini sorgulama zamanı. Zaten on yıldır Türkiye’ye hiç gitmedim. Benden sonra kimbilir neler değişti hiçbir fikrim yok.

Türkiye’de aldığınız eğitim ile buraya geldikten sonra aldığınız eğitimi karşılaştırabilir misiniz?

Ben sosyoloji okurken Descartes, Sokrates ve Aristoteles hakkında çok şey öğrendim ama bir İbn-i Haldun’u çok iyi öğrenme şansım olmadı. Benim Din Sosyolojisi dersi almama izin vermeyen hocalarım vardı. Ortaokul ve lisedeki din kültürü dersinde ne gördüysem onunla kaldım. Bir de kulaktan dolma hurafe denilen bilgiler. Din hakkında sahip olduğum kısır bilgi, ben buraya geldikten sonra tatmin edici olmadı. Kaynaklarına inerek öğrenmem gerekiyordu. Sürekli okudum, araştırdım. Üniversitede hemen her derste İslâm adına sunumlar yaptım. Profesörlerle İslâmı tartışabildim. Türkiye’de böyle bir talep dahi gelmezdi. Yani bizler orada din yokmuş gibi eğitim aldık. Batılı ve modern olabilme kaygısı sanırım en üst planlardaydı. Düşünebiliyor musun, Peygamber Efendimiz (asm) ile ilgili bir kitap dahi okumamıştım. Sanki İslâmdan kaçınca, daha modern olunca doğru yapıyorduk. Kısaca burada çok fazla özgürlükçü bir yapı var. Bu da size her kapıyı açıyor. Okumak mı istiyorsun, buyur dilediğin kadar, mesela… Kimse size karışmıyor. Dersin ortasında çoğu defalar sırf namaz vakti geldi diye dışarı çıkıp kampüste namazımı kılıp geri geldiğim oldu. Bütün bunlar profesörlerde daha çok saygı uyandırdı, bu saygı meraka ve sonucu da benim bir dersi sadece İslam’a ayırmama, soruları cevaplandırmama kadar gitti. Bunu da düzgün yapabilmek için ING’den (Islamic Network Group) aldığım konuşmacı (speaker) dersleri ve projector’e uygun dökümanlarla yaptım. ING Amerika’da Müslümanlığı kiliselerde, polis istasyonlarında, itfaiye, hastane, belediye, medya ve özellikle devlet okulları ve aklınıza gelebilecek her türlü yerde İslâmı anlatmak için gönüllü konuşmacılar yetiştiren bir kuruluş.

Hayat tarzınızı baştan sona değiştirirken hiç korkunuz olmadı mı?

Ben karakter olarak çok sosyal bir insanım. Bana öğretilen ya da benim görebildiğim İslâm anlayışında da kadın çok pasifti. Açıkçası bundan korktum, ya İslam beni pasifleştirirse diye. Ama araştırdım ve gördüm ki İslâm son derece aktif bir din.

Amerika’yı bir sosyolog bakış açısıyla değerlendirecek olursanız, bize neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle Türkiye’de Amerika bize hep zirvede, mükemmel, ulaşılmaz gösterildi. Buraya geldikten sonra gördüm ki: Amerika diye kafamızda büyüttüğümüz şey, aslında bir “sabun köpüğü”. Yani dışarıdan güneşin tüm renklerini almış parlak ve kocaman, ama dokunduğunda kaybolan bişey.

Hastanelerdeki gönüllü çalışmalarım sırasında gördüm ki, aileler yok olmuş. İnsanlar çok yalnız. Yani kalabalık içinde yalnız olmak. Bizim ninelerimiz Türkiye’de altın çağlarını yaşarken, burada yaşlıya saygı yok. Terkedilmiş ve yalnız olarak Convalescence Hospital’larda hayatlarının son zamanlarını yaşıyorlar. Her sokak başı huzur evleriyle dolu. Tabii bu ülke kapitalizmin doruk noktasında olduğu için böyle olmak zorunda. Çünkü herşey tüketime, paraya ve güce dayalı. Bunları yitirdiğin zaman senin değerin de ortadan kalkmış oluyor.

Aynı şekilde Türkiye’de alkolizm üzerine master tezi hazırlarken kaynak bulmakta çok sıkıntı çekmiştim. Buraya geldiğimde benzer bir araştırmayı daha sınırlı bir şekilde yapmak istediğimde gördüm ki, sayısı belirsiz kaynaklar var, neden? Çünkü Amerika’daki gençler uyuşturucu batağına saplanmış durumda. Kızların hamilelik yaşı 13’e kadar inmiş. Sokaklar evsiz ve aç insanlarla dolu. Yani bu toplum sosyal açıdan tam bir çıkmaz içinde. Benim hayran olduğum toplumun gerçek yüzünü görünce irkildim ve ben bu kültürü, bu bitmişliği takip etmek istemiyorum dedim. Bu faktörler de beni İslam’a ve araştırmaya daha çok yaklaştırdı.

Gelelim hastanedeki gönüllü çalışmalarınıza, bize bunu biraz anlatır mısınız?

Mesjid programlarımıza hastanelerin de eklenmesi ile böyle bir fırsat çıkmıştı. İlk olarak dünyanın en ünlü hastanelerinden biri olan Stanford Hospital’de gönüllü olarak çalıştım. (Chaplain Service Spiritual Care) Oradaki görevimiz Müslüman hastaları ziyaret etmek ve onlara Yasin okumak, eğer isterlerse, onlarla birlikte dua etmek. Dünyanın bu en meşhur araştırma hastanesinde bir ibadet odası vardır. Her dinden insan (Budist, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman) bu odada ibadetini serbestçe yapabiliyor. Biz de seccademizi götürmüştük. Namazlarımızı bazen hasta yakınlarıyla bazen de hastayla (durumuna göre elbette) birlikte orada kılıyorduk. İncil, Kur’ân -ı Kerim mevcuttu. Yalnız orada bir yıl çalıştım.

Şimdi gönüllü olduğum hastane ise bir Katolik hastanesi (O’Connor Hospital). Orada hastaların dertlerini dinliyorum. Bu hastanenin diğerinden farkı, burada bütün gönüllüler ister Müslüman olsun ister olmasın, gayr-i müslimleri de ziyaret edebilme şansına sahip. Hastane Katolik olmasına rağmen, Müslüman, başörtülü cerrahlar görüyorum koridorda, bu çok hoşuma gidiyor. Bazen de Müslüman doktorlar veya hemşirelerle namaz odasında karşılaşıyorum.

Anlattıklarınıza bakılırsa manevi beslenme Amerika’da çok fazla önemseniyor öyle mi?

Tabii ki. Benim çalıştığım Katolik hastanesinde hastaların manevi olarak beslenmesi, ilaç tedavisi kadar önemli. Bizlere ait doktor dosyalarında bölümler var. Biz oraya hasta ile görüştükten sonra rapor yazıyoruz. Bu işi yönetenler hastanenin rahipleri, bizler de gönüllü çalışanları. Mesjid olarak yeni planımız, bunu diğer hastanelerde de uygulamak için girişimde bulunmak inşallah.

Hasta eğer kendini çok kötü hissediyorsa ona, “Allah kişiye taşıyamayacağı yükü yüklemez, vardır bunda da bir sebep” diyerek rahatlamaya çalışıyorum. Onların çoğunun ziyaretçisi bile yok, hem de çok yaşlılar. İslam’ın hasta ziyareti ile ilgili hassasiyetinin burada altını çizmek istiyorum. Bizim her gidişimiz, onları o kadar mutlu ediyor ki, başörtümle hiç ilgilenmiyorlar, hatta bazıları çok beğendiklerini söyleyip, iltifat ediyor.

Camideki “dinlerarası iletişim faaliyetleri”ni nasıl organize ediyorsunuz?

Ben “Yaseen Foundation”da iki sene Dinlerarası Komisyonu’nda koordinatör olarak görev yaptım. Zaten bu olay buradaki bütün mesjidlerde çok yaygın olan bir durum. Sonuçta içinde yaşadığımız topluma ve insanlara karşı sorumluluklarımız var. En iyi şekilde yapabilmeyi Rabbim nasib etsin inşallah. Ben bir Müslüman olarak sadece Allah rızası için elimden geleni hiçbir belirli organizasyona bağlı olmadan yapmaya çalışıyorum. Nerede kimin ihtiyacı varsa oraya gitmeye çalışıyorum.

Müslüman olan yabancılara tavsiyelerde bulunuyor musunuz?

İslâmiyeti yeni kabul etmiş olan kardeşlerime mutlaka şunu hatırlatıyorum, sakın etrafınızdaki Müslümanların ya da karşılaştığınız herhangi bir Müslümanın tavırlarına bakarak İslâmı değerlendirmeyin, yanlışa düşersiniz. Kur’ân-ı Kerim ve sünnet ışığında yaşayın. Nitekim böyle çok açık bir örnek var. Amerikalı, sonradan Müslüman olmuş biri diyor ki “İyi ki önce yüce kitabımızla tanışmışım, eğer bu Müslümanlara bakarak hareket etseydim, İslâmı seçemezdim”.

Nedir bu Müslümanlarda eksik olan, gayr-i müslimlerde tamam olan, çok merak ettim?

Birinci ve en önemli eksik, “saygı”. Bu bizde maalesef yok denecek kadar az. Bana saygı duyan, gayr-i müslimlerin aksine, benim dinimden olup da bana burun kıvıranları hayretle karşılıyorum. Diyorum ki, İslâmı yaşayanların taşıması gereken birçok özelliği, inanmayan ya da gayr-i müslim olanlar taşıyor. Bu çok acı bir durum.

Zeynep GÜVENÇ

02.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (30.10.2006) - Şiddetin artmasından hepimiz sorumluyuz

  (24.10.2006) - Fransa’nın kâbusu Türkiye-Almanya ekseni

  (16.10.2006) - Dünyanın bildiğini neden halktan saklıyorsunuz?

  (13.10.2006) - “Güvenliğin yolu özgürlükten geçer”

  (12.10.2006) - Tanrıkulu: Bu fırsat kaçmasın

  (11.10.2006) - Ağar’ın açılımı çözümü kolaylaştırır

  (09.10.2006) - Türkiye’den daha fazla yardım bekliyoruz

  (04.10.2006) - Sahabe semtinde iftar

  (03.10.2006) - Doç. Dr. Kemal Sayar: Medya, insanî duyguları pazarlıyor

  (02.10.2006) - ‘Oruçla ruh terbiyesi alıyoruz’

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004