Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Millî Eğitim şûrâları çare mi?

İlki Cumhuriyetten önce, 85 yıl sonra da 13-17 Kasım 2006 tarihleri arasında 17’ncisi yapılan “Millî Eğitim Şûrâsı” tamamlandı ve kararları açıklandı. “Şûrâ”, danışılan topluluk ya da bir nevî “Danışma Meclisi” anlamına geliyordu. Ne var ki, şimdiye kadar yapılan Millî Eğitim Şûrâlarında kimilerinin dışında, danışılan insanların pek çoğu eğitimle ilgisi olmayan, sadece göze batan bazı kurumların temsilcileri olarak katılıyorlardı. Eğitim, uğraşı alanları olmadığı için, herhangi bir görüş bildirme ve katkıda bulunma yerine, onların salonu doldurmaktan öte, başkaca hiçbir katkıları olmuyordu. Hatta, Şûrâ bittikten sonra, ne için parmak kaldırdıklarını bilmeyenler bile vardı ve bunu söylemekten de çekinmiyorlardı.

Nitekim, bu son Şûrâ’da da değişen bir şey olmadı. O sebeple, yapılan yanlışları bilenler bu toplantıyı, katılanları iyi seçilmiş bir Şûrâ’ya değil, içine her şey konularak yapılan bir tatlıya, yani “aşure”ye benzettiler.

Kim, neye benzetirse benzetsin bir gerçek vardı ki, işin uzmanları Şûrâ gündemini iyi değerlendirdiler. Nitekim, açıklanan ve genel kurula sunulan alt komisyon raporlarının, ciddî ve önemli görüş ve teklifler ihtiva ettiği görüldü.

Bakan Çelik’in, gerek Şûrâ’nın açılışında, gerekse kapanışında söylediği sözler, Bakanlığının Şûrâ’ya, benimsenmeyen bütün ideolojilerden arınmış olarak ciddî ve samimî yaklaştığını, herhangi bir siyasî hedeflerinin olmadığını, küreselleşen dünyada çağdaş bir eğitimi hedeflediklerini, buna rağmen kendilerine ön yargı ile bakılıp, haksızlık yapıldığını anlatmaya yetiyordu.

Bakan haklıydı. Meselâ, bu ülkenin gençleri için, Bakanlıkla ortak çalışması gereken, ancak Bakanlığın her kararına itiraz edip medyada tartışan ve yargıya götüren Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı, Şûrâ’ya katılmamıştı.

YÖK’ün, esas tartışma yeri olan böyle önemli bir toplantıya katılmaması, hem önemli bir görevden kaçtığını, hem de kötü niyetle hareket ettiğini gösteriyordu. Öte yandan, bundan önceki bütün Şûrâ’lara Cumhurbaşkanları katılırken, Cumhurbaşkanı Sezer’in bir mesaj bile göndermemesi, Cumhurbaşkanı’nın konumuna hiç de uygun düşmemişti. Daha da önemlisi, 24 Kasım’da kutlanacak olan “Öğretmenler Günü”nde eşi de öğretmen olan Sezer’in, Millî Eğitim Bakanı’nın başkanlığındaki öğretmenleri kabul etmek istememesini, öğretmenler herhalde hiç unutmayacaklardır. Bu düşünce, umarım ki 24 Kasım’a kadar değişir.

ŞÛRÂ, NEDEN TOPLANDI VE HEDEFİ NEYDİ?

Şûrâ’nın gündemi, “Eğitim kurumlarında kademeler arasındaki geçişi yeniden düzenlemek, Ortaöğretim Kurumları Sınavı ile Yüksek Öğrenim Öğrenci Seçme Sınavını yeniden gözden geçirmek ve en dikkat çekeni ise, yüksek öğrenime girişte meslek lisesi öğrencilerinin önüne konulan ‘katsayı’ engelinden kurtulmanın yollarını aramak” olarak belirlenmişti.

Kurulan alt komisyonlar, gündemde yer alan ve kendilerine havale edilen konuları tartışıp, birer rapora bağladılar. Bu raporlar Genel Kurul’da görüşüldü. Kimisi benimsendi, kimisi değiştirildi, kimisi ise kabul görmedi. Bütün bunların sonunda çeşitli kararlar alındı ve açıklandı.

Millî Eğitim Şûrâlarının, tamamen tavsiye niteliğindeki kararlarının bağlayıcı hiçbir yanı yoktur. Yani, alınan kararlara ne Bakanlığın, ne hükümetin, ne de TBMM’nin uyma gibi bir mecburiyeti yoktur. Ancak, “Şûrâ kararları hiçbir anlam ifade etmez” şeklinde bir sonuç çıkarılamaz. Öyle olsaydı, o zaman Şûrâ’nın toplanmasına ne gerek vardı? Önemli olan, bu kararların benimsenip, benimsenmemesi ya da uygulanabilir olup olmamasıdır.

Millî Eğitim Bakanlığının, kararlardan memnun olduğu anlaşılıyor. Gel gelelim, eğitimde önemli bir taraf olan, ancak Bakanlıkla sürekli çatışma halindeki Yüksek Öğretim Kurulu, bu kararlara uymayacağını hemen açıklayıverdi.

İKİ KURUMUN ZITLAŞMASI,

MESLEK LİSELİLERE ZULÜMDÜR

Artık herkes biliyor ki, Millî Eğitim Bakanlığı ile Yüksek Öğretim Kurulu’nun bir türlü anlaşamaması, başta imam hatip liseleri olmak üzere tüm meslek lisesi öğrencilerini yıllardır mağdur ediyor. Bırakın mağduriyeti, bu durum artık açık bir “zulme” dönüştü.

Tam 43 yıldır eğitim hizmetlerinin içindeyim. Başta imam hatip liseleri olmak üzere tüm lise ve meslek liselerinde öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Yakın geçmişe kadar genel lise, düz lise ya da klasik lise olarak bilinen okul öğrencileri ile, meslek lisesi öğrencileri arasında yüksek öğrenime girişte hiçbir ayrıcalık yoktu. Çünkü, genel liselerde okutulan dersleri onlar da okuyorlardı. Sınavı kazanan herkes, böylece istediği yüksek öğrenim kurumunda pekâla okuyabiliyordu. Meslek lisesi ya da münhasıran imam hatip lisesi mezunu olup da, bugün hâlâ tıp, hukuk, mühendislik okuyanlar ve ayrıca Mülkiye sınıfına geçip Vali ve Kaymakamlık yapanlar var. Hiçbirinin adı bu güne kadar herhangi bir olumsuzluğa karışmadığı gibi, görevlerini üstün bir başarı ile yürüttüler ve yürütüyorlar.

Ne olduysa, bu okulların yani imam hatip liselerinin siyasetle ilişkilendirilmesinden sonra oldu. Böylece onların, diledikleri alanda yüksek öğrenim yapmalarını engellemek için, bütün meslek liseliler mağdur edildi. Bu, büyük bir haksızlıktı ve tekrarla diyorum ki, haksızlıktan öte açık bir zulümden başka bir şey değildi.

Yıllardır süren bu zulmün AKP iktidarı tarafından ortadan kaldırılacağına mutlak gözü ile bakılıyordu. Başbakan Erdoğan, “Geçmişte bizim böyle bir sözümüz yok” dese de, halkımızın, özellikle bu zulmü yaşayanların bu kadar büyük bir çoğunlukla iktidar olan bu hükümetten bunu beklemeleri en tabiî haklarıydı.

MİLLÎ EĞİTİM ŞÛRÂSI,

BİR ÇARE OLABİLİR Mİ?

Öyle sanıyorum ki, Bakan Çelik’in Şûrâ’yı toplamasının bir sebebi de buydu. Çünkü, okullarda vahim bir hal alan ve önü bir türlü alınamayan disiplin olayları bile Şûrâ’nın gündemine giremezken, bu konunun gündeme alınması, bunu açıkça gösteriyordu.

Bu konuda Şûrâ’dan çıkan karar ise, açıktı ve ezcümle şöyleydi: “Yüksek öğretime girişte öğrencilerin, orta öğretimden mezun oldukları alanın devamı niteliğindeki alanlara geçişinde mevcut katsayı farkının kaldırılması ve ek puan verilmesi, meslekî ve teknik öğretim okulları dahil olmak üzere, tüm ortaöğretim kurumlarında ders ağırlığına göre alan belirlemesinin yapılması, aynı alanlardan mezun olan her türlü ortaöğretim mezunlarının eşit olarak yarışması benimsenmiştir.” İşte, doğru olan da buydu.

YÖK NE DİYOR VE BUNUN SONUCU NE

OLABİLİR?

Bu kararın uygulanma ihtimalinin, oldukça zayıf olduğu görülüyor. Çünkü YÖK, görüşünü açıkladı ve dedi ki: “2547 sayılı yasaya göre yüksek öğretime girişte alan belirleme ve katsayı uygulaması, YÖK’ün yetkisindedir. Bu nedenle biz, Şûrâ’nın kararlarına katılmıyoruz. Ayrıca, mesleki ve teknik okul mezunlarının, kendi öğrenim dallarında iki yıllık yüksek öğrenim görmeleri, onlar için yeterlidir. Meslekî ve teknik okul mezunlarına, bu memleketin ihtiyacı vardır.”

Kanun öyle diyor ve yetki YÖK’tedir, ama eğer amaç imam hatip liselerini yok etmekse, bilsinler ki bu memleketin ihtiyacı olan bütün meslekî teknik öğretimi ortadan kaldırmış olacaklar. Oysa, genel öğretimde % 65, meslekî teknik öğretimde ise % 35 olan öğrenci dağılımı oranını tersine çevirmek ülkemizin hedefi iken, YÖK ve YÖK gibi düşünenler yine bilsinler ki, meslekî teknik öğretim artık bitiyor.

Ve YÖK’le Bakanlığın çekişmesi, bu ülkenin eğitimine ve geleceğine zarar veriyor.

YÖK’le Millî Eğitim Bakanlığının bir araya gelip uzlaşmasını, bu kararların yeniden gözden geçirilip uygulamaya konmasını ve bu zulmün artık ortadan kaldırılmasını, halkımız şimdi dört gözle bekliyor.

Naci AKAY (E.) İstanbul Milli

23.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004