Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bastırması gereken biz değil miyiz?

Dün baktım, köklü gazetelerimizden biri Avrupa Birliği sayfasına ‘AB yine tarih verdi’ başlığı atmış.

Manşetin altında ise Chirac’la Merkel’in görüşme haberi var.

Geçenlerde yakındığım durumun aynısı.

Avrupa Birliği kurumları ile Avrupa’yı özdeş varsaymak... Chirac ile Merkel, Avrupa Birliği mi?

İki siyasetçinin ‘AB Komisyonu’ndan gelecek onsekiz ay içinde Türkiye’yle ilgili bir rapor hazırlamasını isteyeceklerini beyan etmelerini’ neden ‘AB yine tarih verdi’ başlığıyla duyururuz ki...

Sanırım ‘ Avrupa Birliği’ ile ‘Avrupa’ arasındaki farkın gazete yönetimlerinin zihninde bile net olmamasından...

***

Böylesi bir kavram karmaşası ve bilgi kirliliğinde durumu netleştirmek için epey enerji harcamak gerek.

Aslında AB kurumlarını iyi özümsesek boş yere bu kadar da mürekkep akmayacak.

AB Komisyonu ne önerdi?

Türkiye’yle müzakere sürecinde sekiz başlığın askıya alınmasını.

AB’nin ittifak içinde hareket etmek mecburiyetinde olduğunu bilince...

Komisyon’un AB hükümeti sayıldığını bilince...

İç siyaset dansözlüğü yapan Avrupalı siyasetçilerin de her önerisini ciddiye alıp AB ile özdeşleştirmezsiniz. O zaman toz duman dağılır, durum netleşir.

***

Maalesef bizde işler öyle bir kez yazmakla saydamlaşmıyor. Tekrar tekrar yazıp, tekrar tekrar söylemek gerek. AB Komisyonu neden sekiz başlığın askıya alınmasını önermekte?

Çünkü, Türkiye söz verdiği halde, Gümrük Birliği ile ilgili antlaşmayı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsayacak bir şekilde genişletmiyor.

Neden genişletmiyor? Çünkü AB de Annan Planı’nın KKTC’de kabulünün ertesinde söz verdiği ‘KKTC ile doğrudan ticareti’ başlatmıyor.

Denktaş sonrasında, Kıbrıs’ta çözümü isteyen bu yönde irade kullanan taraf biz olduk. Bunun ödülü AB’nin ‘yeşil hat’ ile ‘mali yardım’ tüzüğünü devreye sokması oldu. Ama esas okkalı konu olan ‘doğrudan ticaret’ hayata geçmedi.

Bunun için bastırmak, bunun için yeri göğü birbirine katmak gerekmez mi?

***

Gerekir ama tam tersi oluyor.

Liman ve havaalanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti mallarına açmadığımız için AB bize bastırmakta. Burada bir gariplik var.

Gariplik daha önce de bir kez yazdığımız gibi, haklı olduğumuz bir konuyu, hukuken güçlü olmadığımız bir başka konuya bağladık.

Limanlar 1998 yılına kadar Rumlara zaten açıktı. Bundan bir zarar görmedik. Şimdi açsak da zarar görmeyiz.

Ama bu teknik meseleyi hükümet siyasileştirdi ve kendini zora soktu.

Bastıracak konumda ve haklılıkta iken, sabah akşam AB’nin bize uyguladığı yaptırımları konuşur olduk.

Bu, bir şeylerin yanlış yapıldığının işareti.

***

Beş yıl içinde müzakereleri bitirmeyi hedefleyen yeni bir irade ve strateji ortaya konmadıkça AB konusunda başka iradeler bizi çalkalayıp duracak.

AB ile Avrupa’yı ayıracak bir bilinç de yerleşmediği için, oradaki en küçük aleyhte kıpırtı bizde fırtına olarak algılanacak.

Biz de öfkeyle bağırıp çağıracağız.

Öfkeyi seviyoruz.

Bağırıp çağırmayı da seviyoruz.

Öfkelenmek bize milliyetçilik gibi gözüküyor.

Nedense kimse de esas milliyetçilik halkının refahını ve özgürlüğünü sağlamak değil midir diye sormuyor.

Bağır çağır milliyetçiliğiyle de haklıyken haksız duruma düşüyoruz.

Star, 7.12.2006

Mehmet ALTAN

08.12.2006


 

Sezer tarafsız değildir

Cumhurbaşkanı Sayın Sezer, görevinin 7. senesinde... Bugüne kadar hiçbir özel şirketin, hiçbir özel TV kanalının açılış, temel atma, hizmete açma veya yıldönümü törenine katılmamış olan Sayın Sezer, hayatında ilk defa özel bir şirkete ait TV kanalının kuruluş kokteyline katıldı.

Resmi kokteyllerden, hatta Anayasa Mahkemesi’nin kokteylinden bile çabuk ayrılmasıyla bilinen Sayın Sezer, Kanaltürk’ün kokteylinde uzun süre kalmış. Kanalın simge isimlerinden Cüneyt Arcayürek ve Kemal Yavuz’la, kanalın sahibi Turcay Özkan’la uzun uzun sohbet etmiş.

Daha önce de Sayın Hanımefendi, sürekli bu kanalı izlediklerini söyleyerek onları onurlandırmıştı.

Kanaltürk refikimizi ben de kutluyorum ama Sezer’in bu tavrını yadırgıyorum.

Hiçbir özel yatırımın temeline harç koymayan, açılış kurdelesini kesmeyen, yıldönümü kokteyline katılmayan Sayın Sezer’in herkesten esirgediği bu şerefi, belli bir siyasi çizgiye sözcülük yapan özel bir TV kanalına bahşetmeleri “tarafsızlık” ilkesine aykırı değil midir?!

Kadro atamaları

YÖK ve Anayasa Mahkemesi üyelikleri dahil, Sayın Sezer’in yaptığı atamalarda CHP’ye kayıtlı olduğu için “Ben partiliyim, özür dilerim” diyerek görevi kabul etmeyen veya geçmişte SHP’de, CHP’de, DSP’de siyaset yapmış birçok isim vardır.

Marksizmi savunan bir emekli akademisyen de vardır.

Olabilir. Çünkü tarafsız olması gereken kurullarda üyelerin ‘çoğulcu’ olmaları gerekir. Ama Sezer’in atamalarında “liberal” olduğunu söyleyen veya geçmişte AP’de, ANAP’ta, DYP’de, siyaset yapmış bir tek isim yoktur!

Bu tablo kadrolaşma değilse nedir?

Hiçbir özel, ticari veya medya şirketinin başarı törenine katılmayan Sayın Cumhurbaşkanımızın, belli bir siyasi çizgide yayın yapan bir kanalı özel surette şereflendirmesi de böyle “tarafgir” bir davranış değil midir?

Halbuki Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı Anayasa emridir, parlamenter sistemin temel direklerinden biridir.

Anayasa ve Sezer

Sayın Sezer’in imzaladığı Anayasa Mahkemesi kararlarına göre:

“Başbakan ve ilgili bakanlar tarafından alınan bir kararın devlet başkanınca imzalanarak biçimsel olarak tamamlanması söz konusudur. Sorumluluğunu hükümetin taşıdığı kararnameler hakkında cumhurbaşkanının uyarı ve tavsiyede bulunmaktan öte direnmesi, sistemin özelliğine ters düşer...” (Karar No: 1993/18)

Bugün Sayın Sezer böyle mi davranıyor?! Aksine, Anayasa’nın vermediği bir yetkiden, “cumhurbaşkanının iktidar gücünü denetlemesi” yetkisinden bahsediyor! Bu hukuki icat, parlamenter sisteme kökten aykırıdır. Parlamenter demokraside iktidarları sadece meclis, yargı ve millet denetler.

Kararname veya kanunlar Anayasa’ya aykırı ise cumhurbaşkanı elbette geri çevirebilir. Ama bunu “yerindelik denetimi” için kullanamaz. Halbuki Sayın Sezer mahkeme başkanı iken, valileri halkın seçmesini, Milli Eğitim’in yerelleştirilmesini, Ankara’nın idari vesayet yetkisinin kaldırılmasını savunan Şerafettin Elçi’nin partisini Anayasa’ya uygun bulmuştu! (Karar No: 1999/1, Karşı Oy Yazısı)

Ama şimdi, Ankara’nın idari vesayet yetkisini, Milli Eğitim’in merkeziliğini ve valinin Ankara’dan atanmasını devam ettiren, sadece mahalli idare yetkilerini artıran yasayı Sayın Sezer Anayasa’ya aykırı bulmuştur!

Sayın Sezer, madem bu kadar “taraf”tır, bence görevi bittikten sonra, kendilerini “Üçüncü Adam” ilan etmiş olan Sayın İlhan Selçuk’la bir parti kursa veya CHP’nin başına geçse, demokrasiye daha uygun hareket etmiş olur. Millet de dört gözle böyle bir seçenek bekliyor zaten...

Milliyet, 7.12.2006

Taha AKYOL

08.12.2006


 

28 Şubat'ı hep yaşatmalıyız...

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök köşesinde sık sık “ 28 Şubat neden iyidir “ konulu yazılar yazmayı adet haline getirdi. Son olarak da şunları yazdı:

İyi ki 28 Şubat sürecini yaşadık ve Erdoğan ile arkadaşları, Milli Görüş’ ten koptular.

Özkök’ün bu gözleminin Başbakan Erdoğan ve AK Parti tarafından değerlendirilmemesi, kanımızca haksızlık olacaktır. Bu bakımdan bundan sonraki AK Parti kongrelerinde, Erdoğan’ın resmi bulunan posterlerin yanına, emekli orgeneral Çevik Bir’in resmi bulunan posterler de asılmalıdır. Ayrıca 28 Şubat Muhtırası çoğaltılıp çerçeveletilerek, AK Parti binalarında duvara asılmalıdır.

Bu arada sansürün kaldırılışının kutlandığı “ Basın Bayramı “nın tarihi değiştirilmeli ve 28 Şubat günleri “ Medya Karteli “ günü olarak kutlanmalıdır. Bu günlerde 28 Şubat’ta andıçlanan gazeteciler lanetlenerek, güne anlam kazandırılır.

Ayrıca Ertuğrul Özkök’ün önderliğinde tüm gazete yöneticileri bir karar alıp, gazetelerini Ankara’dan gelecek talimatlara uygun biçimde ortak manşetlerle çıkartırlarsa, “ 28 Şubat Ruhu “ hep yaşamış olur.

Sabah, 7.12.2006

Mehmet BARLAS

08.12.2006


 

28 Şubat haklı olabilir mi?

Diyelim ki, Ak Parti’nin varlığını gerçekten 28 Şubat’a borçluyuz... Diyelim ki, 28 Şubat süreci yaşanmamış olsaydı, Tayyip Erdoğan hâlâ MSP/RP/FP çizgisinde kalacaktı... Bir ‘toplum mühendisliği’ projesi olan 28 Şubat, siyasetin kanallarını daraltıp MSP/RP/FP çizgisini gayr-ı meşru ilân ettiği için, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının yollarını farklılaştırması, tek başına ‘post-modern’ darbeyi meşru hale getirir mi?

12 Eylül öncesinde sokakların kanlı eylemlere sahne olması, yüzlerce kişinin sağ-sol çatışmasında hayatlarını kaybetmesi, ‘darbe’yi doğru bulmamız için meşru gerekçe sayılır mı? Esas soru şu: Meşru bir gerekçenin varlığı gayrı meşru yöntemi de meşru kılar mı? İyi bir sonuca ebelik ettiği için kötü bir eylemi iyi sayabilir miyiz?

Dünya kurulalı beri tartışılan ‘etik’ bir sorundur bu ve her iklimde doğru kabul edilen cevabı da tektir: Hayır, bir şeyi meşru olabilmesi için ona götüren yolların da meşru olması, bir şeye doğru diyebilmemiz için onu oluşturan şartların da temiz olması gerekir... Eskilerin “Kemalât kem alât ile olmaz” diye özetledikleri durumdur bu.

Tersinin neden doğru sayılmadığını da kaydedeyim: Her mâzereti meşru saymaya başlarsak, sırf aynı sonucu elde etmek için ‘meşru’ görüntülü mâzeretler icat edilip üretilebilir. ‘İyi huylu darbe’ olduğunu veya ‘darbelerin de doğru sonuçlar verebileceğini’ kabul ederseniz, cinayetler, suikastlar, kitle olayları gibi ‘mâzeretleri’ sun’i biçimde üreten darbeciler çıkacaktır. Burada, Süleyman Demirel’in ünlü sorusunu hatırlayabiliriz: “11 Eylül günü ülkede sıkıyönetim vardı ve buna rağmen onlarca kişi ideolojik eylemlerde can veriyordu; ne oldu da 12 Eylül günü eylemler bıçak gibi kesildi?”

Yeni Şafak, 7.12.2006

Fehmi KORU

08.12.2006


 

Komisyon eliyle

Bizim 301’inci madde maceramız Fransa Cumhurbaşkanı ile Almanya Başbakanı’nın ağzına kadar ulaştı...

Geçen gün Türkiye konuşulurken hep birlikte Kıbrıs ve görüşmelerin askıya alınması konuları üzerinde durduk. Ama Türkiye’nin yoluna Kıbrıs engelini koyanlar başka bir şey daha söylüyordu, o da düşünce özgürlüğü önündeki bazı engellerin halen kaldırılmadığıydı.

Doğru söylediler çünkü malum, TCK 301 ile ilgili olarak hükümet halen zaman geçirme tavrını sürdürüyor.

Eğer bu 301 meselesi halledilmiş olsaydı ve Bay Chirac ile Bayan Merkel düşünce özgürlüğü ile ilgili kısıtlamalardan söz edememe durumunda olsalardı, kuşkusuz daha iyi olurdu. Türkiye bir kez daha “eksik demokrasi” tablosunda adını görmezdi.

***

Avrupa Birliği ve Avrupalılar tarafından öğrenilmeden çok önce Türk vatandaşları 301 meselesinin yaratacağı sakıncalar üzerinde durmuştu. Onların ağzına düşmeden çok çok önce bu konulara aklı erenler, maddenin sorun yaratacağını ve değişmesi gerektiğini söylemişti.

Sonunda bu mesele bütün Avrupa’nın ağzına düştü, ama AKP hükümetinin bütün yaptığı, konuyu “komisyona havale” etmek oldu.

Bu maddenin değişmesi gerektiğini beyan etmiş bütün sivil toplum örgütleri bir araya getirildi ve “aranızda anlaşın” denildi.

Böyle geniş bir komisyondan bir sonuç çıkmayacağını bilmek için sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak yeterlidir.

“Komisyona havale etmek” deyimi bizde daha çok “ipe un sermek” anlamıyla kullanılır. Yani bir konuda sonuç almak değil almamak isteyen o konuyu “komisyona havale eder” ve böylece sonuç almama amacına ulaşılır.

***

Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin önünü kesmek isteyenlerin Kıbrıs’ı bahane olarak kullandıklarını söylüyoruz. Bu ayrı bir tartışma konusu. Ama Kıbrıs’ı bahane olarak kullananlara bir de 301’inci madde bahanesi vermemek tartışma konusu bile olmamalıydı.

AKP hükümetinin bu konuda kafası açık değil. CHP ise zaten fazla özgürlükten zarar geleceği fikrine kapılmış gidiyor.

301’inci maddeyi kötü niyetlilerin ve Türkiye’yi Avrupa’da istemeyenlerin kullanmasını engellemek istiyorsak çok hızlı hareket edilmesi gerekiyor.

Hükümet bütün sivil toplum örgütlerinden, üniversitelerden gelen önerileri alır, gerekirse yeni bir danışma kurulu daha oluşturur, bu mesele çözülür biter. Ve Türkiye hâlâ düşüncenin suç olduğu ülkeler listesinden çıkar. Çıktığı zaman da Kıbrıs konusunda eli çok daha güçlü olur.

Vatan, 7.12.2006

Okay GÖNENSİN

08.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004