Hükümet AB sürecindeki tıkanmayı aşmak için Kıbrıs konusunda taktik bir açılım yaptı: Türkiye bir veya iki limanını Rumlara açabilirdi ama karşılığında KKTC’deki Ercan Havaalanı ile Mağusa limanı üzerindeki izolasyon kalkmalıydı...
Hükümet, belli ki, AB sürecindeki yavaşlamanın Türkiye’ye getireceği maliyeti azaltmak için diplomasi yapıyor. Peki, bu uğurda “Kıbrıs’ta devlet politikası değişiyor” mu?
Kıbrıs konusunda Türkiye’nin elinde tuttuğu ve nihai çözüm olmadıkça hiçbir ödün vermeyeceği üç temel ilke vardır:
Rum yönetimini devlet olarak tanımamak...
KKTC’deki asker sayısını azaltmamak...
Maraş’ı açmamak...
“Devlet politikası” budur. Hükümet bu üç konuda en ufak bir taviz sinyali bile vermeden, sözlü olarak sunduğu “liman önerisi” ile AB sürecini Türkiye lehine etkilemek istiyor. Hepsi bu.
Öneri AB’de şok etkisi yaptı, Türkiye’nin dostlarının elini güçlendirdi. En azından, kara kilit vurulması önerilen “8 fasıl” artık sayıca artmayacak, hatta azalma ihtimali bile belirdi.
Diplomatik savaş sürüyor.
Bizde de iç politika savaşı!
Askerin konuşması
Gel gör ki, Türkiye’deki sen-ben kavgası, bu olumlu ‘diplomasi taktiği’ne gölge düşürdü. Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt’ın basın açıklamasıyla çıkış yapması, hele de “Bize sorulsaydı, cevabımız hükümetin yaptığının tam tersi olurdu” şeklinde konuşması iyi olmadı.
Demokraside askerlerin siyasi konularda konuşmamasının sebebi sadece ‘felsefi’ değildir. Pratikte de görülmüştür ki, devlet yönetiminde tek seslilik olmalı, yetki-sorumluluk kargaşasına meydan verilmemelidir.
Gerçi Org. Büyükanıt, yetkinin hükümette olduğunu belirtiyor; bu iyi bir dikkattir. Ama Türkiye’de ordunun siyasetteki ‘normal-üstü’ ağırlığı biliniyor. Böyle açıklamalar hükümetlerin uygulama yeteneği hakkında uluslararası platformlarda şüpheler, nihayet ülke hakkında istikrarsızlık görüntüleri yaratabilir. Türkiye bunu çok yaşadı!
Askere bilgi verilmedi, hayır müsteşarın ziyaretinde bilgi verildi şeklindeki tartışma bir kenara... Doğrusu, Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’la görüşerek ya da gazeteciyle yaptığı gibi telefonlaşarak eleştirisini bildirmesi, görüşünü iletmesiydi.
Devletin tepelerinde
Türkiye’de büyük bir sorunun küçük bir modelidir bu son tartışma: Seçilmişlerle atanmışlar arasındaki yarım yüzyıllık güvensizlik! Bazen artıyor, bazen azalıyor ama sürekli var. Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in kriz ve gerilim dönemlerinde “devlet organlarının uyumlu çalışmasını sağlamak” için tarafları bir masaya oturtup diyalog sağlayarak ortamı yumuşattığını hiç görmedik. Aksine, o da bilinen içe kapanık duruşuyla devletin tepe noktalarındaki diyalog ve sıcaklık eksikliğini artırdı. Bu konuda merhum Ecevit’in sözleri hâlâ hafızalardadır.
Devletin tepesinde sadece rutin ve kurumsal toplantılar, görüşmeler oluyor; o kadar.
Hal böyle iken elbette aşağıdan alması, ortamı yatıştırması gereken taraf, “seçilmişler”dir; Başbakan’dır. Sayın Başbakan’ın tepkisi de maalesef sert oldu.
Halbuki ortada “devlet politikası”na dokunan hiçbir şey yok, demokrasilerde tamamen hükümetlerin yaptığı diplomatik bir manevra var.
Üstelik iyi planlanmış bir manevra... İç politikanın gölgesinde kaldı maalesef.
Milliyet, 11.12.2006
|