Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Muhakkak ki Lût da peygamber olarak gönderilenlerdendi. Onu, âilesini ve ona uyanların hepsini kurtardık.

Sâffât Sûresi: 133-134

06.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Cenâze ses ve ateşle uğurlanmaz, bunlarla önünde yürünmez.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3853

06.01.2007


İnsan sûretinde, şeytanın vekili ruh-u gaddar

Herbir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan sûretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas, altı hutuvatıyla âlem-i İslâmı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.

Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamahını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.

Birinci Hatvesi: Der veya dedirir:

"Siz kendiniz de dersiniz ki: Musibete müstehak oldunuz. Kader zalim değil, adalet eder. Öyleyse, size karşı muameleme razı olunuz."

Şu vesveseye karşı demeliyiz: Kader-i İlâhi isyanımız için musibet verir. Ona rızâdâde olmak, o günahtan tevbe demektir. Sen ey mel'un! günahımız için değil, İslâmiyetimiz için zulmettin ve ediyorsun. Ona rıza veya ihtiyarla inkıyad etmek--neûzü billâh--İslâmiyetten nedamet ve yüz çevirmek demektir.

Evet aynı şeyi--hem musibettir--Allah verir, adalet eder. Çünkü günahımıza, şerrimize zecren ondan vazgeçirmek için verir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zulmeder. Çünkü, başka sebebe binaen ceza verir. Nasıl ki düşman-ı İslâm, aynı şeyi bize icra ediyor. Çünkü Müslümanız.

İkinci Hatvesi: Der ve dedirtir:

"Başka kâfirlere dost olduğunuz gibi bana da dost ve taraftar olunuz. Neden çekiniyorsunuz?"

Şu vesveseye karşı deriz:

Muavenet elini kabul etmek ayrıdır. Adâvet elini öpmek de ayrıdır. Bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş'et etmek lâzım olmadığından, İslâmın eski ve mütecaviz bir düşmanını def' için, bir kâfir muavenet elini uzatsa, kabul etmek İslâmiyete hizmettir.

Senin ise, ey kâfir-i mel'un, senin küfründen neş'et eden teskin kabul etmez husumet elini öpmek değil, temas etmek de İslâmiyete adâvet etmek demektir.

Sünûhat, s. 97-99, Y.A.Neş.

Lügatçe:

ruh-u gaddar: Gaddar, çok zalim ruh.

hatve: 1. Şeytanın aldatması. 2. Adım.

hutuvat: 1. Şeytanın aldatmaları. 2. Adımlar.

el-hannas: Geri çekilerek, fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen; Şeytan.

ifsad: Bozma, karıştırma.

habis: Fesadcı, hilekâr, alçak, kötü, pis, soysuz.

hırs-ı câh: Makam, mevki ve rütbe hırsı.

tamah: Hırsla isteme, şiddetle isteme.

humk: Ahmaklık, bönlük, aptallık.

mel'un: Lânetlenmiş.

inkıyad: Boyun eğme, kayıt altına girme.

neûzü billâh: Allah’a sığınırız.

nedamet: Pişmanlık.

muâvenet: Yardım.

adâvet: Düşmanlık.

teskin: Sakin kılma, sakinleştirme, yatıştırma.

husûmet: Düşmanlık.

06.01.2007


Mahkemeler ve Bediüzzaman-3

Bediüzzaman, Denizli Mahke-mesinde büyük bir müdafaa yapıyor. Nihayet, mahkeme ittifakla 16/6/944 tarih ve 199/136 sayılı beraet kararını veriyor. Yüz otuz parça Risâle-i Nur Külliyatının hepsine serbestiyet verip, sahiplerine tamamen iade ediyor. Beraet kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilâmla ittifakla tasdik edip, Risâle-i Nur dâvâsının hakkaniyeti kaziye-i muhkeme halini alıyor.

Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerinden bir kısmı, hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat, Said Nursî Hazretlerini hapishanede zehirliyorlar; ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenâb-ı Hakkın inayetiyle kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere maruz bırakılıyor.

Bediüzzaman, gizli dinsiz münafıkların tahrikatıyla girdiği bütün mahkemelerde olduğu gibi, bu îdam planıyla verildiği mahkemede de hak ve hakîkati pervasızca ve ölümü hiçe sayarak haykırıyor.

Üstad Bediüzzaman, Denizli hapsinde Meyve Risâlesi’ni telif etmiştir. Bu risâle, bilâhere Asa-yı Mûsa mecmuâsının başında neşredilmiştir. Meyve Risâlesi’ni iki Cuma gününde telif etmiştir. Hapishanede bulunan bütün Nur Talebeleri ve diğer mahpuslar, Meyve Risâlesi’ni yazmışlar, o risâlenin hakîkatleriyle iştigal etmişlerdir. Hapishaneye kâğıt sokulmuyordu. O eser, gizlice yazılmıştır. Hatta, kibrit kutusuna yazmışlar ve bu gibi şartlar altında çalışmışlardır.10

15 Haziran 1944'de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi, Bediüzzaman’ın beraetini ilân ediyor.

Denizli Mahkemesinde beraet ettiği halde; 23 Ocak 1948’de, Emirdağ’da kış ortasında Bediüzzaman ve elli kadar talebesi tevkif edilip, Afyon Mahkemesine sevk edilmiştir.

Bu mahkemeye verilişinin sebepleri/iddiâlar: “Gizli cem’iyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor; ihtiyarladıkça artan enerjisiyle, kuvvetiyle, inkılâplar aleyhindedir, rejimi yıkmağa çalışıyor. Mustafa Kemal’e, ‘İslâm Deccalı, Süfyan’ diyor”11

Denizli hapsinde bir ayda çektiği sıkıntıyı, Afyon hapsinde bir günde çekmiştir! Hapishanede tam yirmi ay, kışın çok soğuk olan düzensiz bir koğuş içinde yalnız bırakılarak, ölmesi beklenmiştir. Yatağında, bir taraftan bir tarafa dönemeyecek bir hale geldiği zamanlarda bile, hizmetine, bir talebesi olsun müsaade edilmemiştir.

Bu halde bile, Risâle-i Nur’un te’lifinden geri kalmamış, her hapiste olduğu gibi, burada da gizli olarak eser te'lif etmiştir.

Enteresan ve bir o kadar da mükemmel bir düşünce eseri olarak, hapishanede—zehirlenerek—ölüm döşeğinde iken, fırsat bulup ziyaretine varabilen bir talebesine şöyle demiştir: “Belki hayatta kalamayacağım, bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar!..”12

Bu mahkemede yapılan suçlamalardan birisi olan “Gizli cemiyet kurmak!” iddiasına karşı Bediüzzaman; “Evet biz bir cem’iyetiz ve öyle bir cem’iyetimiz var ki; her asırda üç yüz elli milyon dâhil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cem’iyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. ‘Mü'minler kardeştir’13 kudsî programıyla birbirinin yardımına—duâlarıyla ve manevî kazançlarıyla—koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem’iyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlarını tahkikî bir sûrette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi i’dam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem’iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tedkikten sonra o cihette bize beraet vermişler.”14

6 Aralık 1948’de Afyon Mahkemesi, mevhum ve mesnetsiz bu iddialarla Bediüzzaman ve talebelerine mahkûmiyet kararı vermiş, fakat karar Temyizce bozulmuştu.

20 Eylül 1949’da, yirmi aydır hapis tutulan Bediüzzaman Hazretleri, halkın tezahürâtına mâni olmak için Afyon hapishanesinde âdet üzere tahliye saat 10.00’da olması gerekirken, şafak vakti tahliye edilmiştir.

20 Kasım 1949’da, Üstad, tekrar Emirdağ’a getirilmiştir.

Ocak 1952’de Gençlik Rehberi mahkemesi için Bediüzzaman, İstanbul’a geldi.

22 Ocak 1952, Salı: Gençlik Rehberi Mahkemesinin ilk duruşması.

Gençlik Rehberi Mahkemesindeki müdafaalarından birinde Üstad Bediüzzaman; “Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünkü ben kabir kapısında, yetmiş beş yaşındayım. Böyle mazlûm ve mâsum bir iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek, benim için büyük saadettir. Risâle-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’î îmanım var ki; ölüm, bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer zâhirî idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur.

“Fakat siz, ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan, hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’î biliniz ve titreyiniz ki; siz îdam-ı ebedî ile ebedî mahkûm oluyorsunuz, intikamımızı, sizden pekçok muzaaf bir sûrette alınıyor görüyoruz. Hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz def’a mezaristana boşaltan ölüm hakikatının, elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun îdamından kurtulmak çaresi, insanların her mes’elesinin fevkinde, en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat’îsidir. Acaba bu çâreyi kendine bulan Risâle-i Nur Şâkirdlerini ve o çâreyi binler hüccetleriyle bulduran Risâle-i Nur’u âdî bahanelerle ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyor; divaneler de anlar”15

Bu ve benzeri müthiş müdafaalar sonucunda 5 Mart 1952 Salı günü Üstad Bediüzzaman Gençlik Rehberi dâvâsından beraat eder.

Nisan 1953: Bediüzzaman tekrar Emirdağ’a gelir.

Bu arada, 23 Mayıs 1956 tarihinde, sekiz senedir devam eden Afyon Mahkemesinde Risâle-i Nurların beraeti ve iade edilmesi kararı alınır.

Genellikle mahkemelerde verdiği, üzerinde önemle durulması gereken cevapların birinde şöyle demektedir; “Herbir hükümette muhalifler var. Âsâyişe ilişmemek şartıyla, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar, elbette bin üç yüz elli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur’ân’ımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üç yüz elli milyon mü’minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terk edip, gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle, fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihâne bir medeniyetin ahlâksızcasına, belki bir nevî bolşevizmde olduğu gibi vahşiyâne kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiçbir insan bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez. Yalnız o muhaliflere deriz: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemişiz.”16

İşte hikmet-i İlâhiye nazarından bakılınca böyle mübarezelerde, mahkemelerde güzel neticeler alınıyor. İstidadlar inkişaf ediyor, mücahidler yetişiyor. Allah’ın cemal ve celâl sıfatlarının lütuf ve kahr ile tecellî edeceği ehl-i hak ve ehl-i bid’a sınıfları, imtihanda ayrılıyor. Yeter ki bizler, zâhiren üzücü hadiselerin (mahkemeler gibi) hikmet-i İlâhiye nazarıyla iç yüzünü görelim ve dinî hâmiyetimiz canlansın, ümitsizliğe düşmeyelim.

“Ecnebî menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım memurları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksadları; benim sabrım tükensin, artık yeter dedirtsinler. Zâten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi; sükûtumdur, dünyaya karışmamaktır. Âdeta ne için karışmıyorsun, tâ karışsın maksadımız yerine gelsin diyorlar.”17

Üstad Said Nursî’nin çok kısa olarak, birkaç örnekle mahkemelerde suçlandığı konuları, bunlara karşı yaptığı müdafaaları ve mahkeme sonuçlarını, altı çizili olarak nazarlarınıza sunmaya çalıştık.

Çok daha geniş olarak üzerinde çalışılması gereken bu konuyu, bu şekilde yine de faydalı olması duâsıyla sunduk.

—Son—

Dipnotlar:

10- Nursî, B. Said, Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 349-350

11- A.g.e., s. 543

12- Tarihçe-i Hayat, s: 545

13- Hucurat Sûresi: 10

14- Şuâlar, s. 380

15- Tarihçe-i Hayat, s. 560

16- Şuâlar, s. 394

17- Emirdağ Lâhikası-I, s: 17

M. Fahri UTKAN

06.01.2007


Hakkı Yavuztürk Hakka yürüdü

Bediüzzaman Hazretlerinin ömrünün son sekiz senesinde Risâle-i Nur’ları tanıyarak ona talebe olma şerefine nâil olan Hakkı Yavuztürk, dün sabah Hakkın rahmetine kavuştu.

Cenazesi, bugün öğle namazını müteakip Fatih Camii'nden kalkacak olan Yavuztürk, Risâle-i Nur’u 1952 yılında okumaya başlamış, üstadı Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini ise defalarca ziyaret edip, derslerinde bulunmuştu.

1934 Kemaliye doğumlu olan Yavuztürk, Risâle-i Nurları ilk tanıdığı ve haftanın belirli günlerinde birlikte okunan mekânlara iştirak ettiği yıllarda, bu eserlere olan hayranlığını ve bitmeyen okuma sevdasını şu satırlarla ifade ediyordu:

“Artık haftanın muayyen günlerinde toplanıp ders okumayı ve dinlemeyi kâfî görmüyor, her sabah oturduğumuz Aksaray Yenikapı’daki evimize yakın olan Valide Camii’ne sabah namazlarında gidiyor, orada o zaman Aksaray parkı denilen yerde arkadaşlarla sabah namazlarından sonra bir-iki saat, broşür büyüklüğündeki (daktilo ile yazılmış) bir kısım Nur Risâlelerini hayretle ve merakla okuyup dinliyorduk”

Risâle-i Nur’un neşrinin hız kazandığı dönemlerde, İstanbul’da Nur Risâlelerinin teksir makinesiyle çoğaltılmasında ve yayılmasında büyük emekleri geçen Hakkı Yavuztürk, Bediüzzaman Hazretlerini ilk defa 1953 yılında İstanbul’da Beyazıt Marmara Oteli’nde ziyaret etmişti. O günleri, hatıralarında şöyle anlatır:

“1953 yılı İstanbul’un 500. Fetih yildönümüne yakın günlerde idi. Arkadaşlardan Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul’a geldiğini duydum. Bayezit Marmara Otelinde kaldığını söylediler. Onun ilk ziyaretine gittiğimde, Marmara Otelinin en üst katında kaldıklarını öğrendim. İkindi vakti sıraları idi, odalarında yoktular. O anda, hizmetlerinde bulunan Ziya Beye ziyarete geldiğimi bildirince, beni daha önce tanıdığından, Üstad’ın otelin taraçasında (damında) olduğundan bahisle kendisine duyuracaklarını, müsaade ederlerse görüşebileceğimi söyledi.

“Bekledim. Müsaade almış olsa gerek ki, biraz sonra beraberce taraçaya çıktık. Hiç unutmam, Bediüzzaman Hazretlerini elinde bir dürbün, Marmara Denizinin Adalar istikametine baktıklarını gördüm. Dama daha önce kurulmuş sandalyeler vardı. Beni orada kabul ettiler. Ellerini öptüm. Oturmamı söylediler.

“Beraberce oturduktan sonra, ne iş yaptığım, nereli olduğum hakkında sordular. Talebe ve Erzincan’ın Kemaliye kazasından olduğumu söyledim. Hitap ederlerken, ‘Kardeşim’ demeleri ve davranışlarındaki sâdelikleriyle mi yoksa, bilmiyorum ama, bendeki ilk heyecanlı hâl gitmiş, yerini dikkatle dinlemek almıştı. (...) Bana iltifat ettiler. Risâle-i Nur’u anlayarak okuyan talebelerinin dalâlet fırkaları da hücum etse, sarsılmayacaklarından, Risâle-i Nur’dan aldıkları iman kuvvetiyle onlara karşı koyacaklarından, Risâle-i Nur’un Kur’ân’a dayandığından bahsettiler.

“Ayrıca, eskiden insanları dalâlete sevk edenlerin memleketimizde az olduğunu, ancak binde bir kişinin o zaman insanın kötü yola sevk edebildiğini, şimdi ise, tersine bir durum bulunduğunu, hak yola teşvik eden bir kişi bile zor bulunabildiğini söylediler...

“Ben o zaman ağdalı üslûp ve şivelerine alışık olmadığım için, anlamakta müşkilât çekiyor, ancak pür dikkat can u gönülden dinliyordum. Beni ‘talebeliklerine kabul ettiklerini ve Risâle-i Nur’u okumamı’ söylediler.

“Üstad Hazretlerinin elini öperek Marmara Otelinden ayrılırken, ben, âdeta bir kuş gibi hafiflemiş olarak uçarcasına ayrılmıştım. Bu benim, o İslâm kahramanı ve çok şefkatli Üstad’ımı ilk ziyaretimdi.” (Son Şahitler, c. 4, s. 431, Nesil Yay.)

Sağlığında görmeyi ve elini öpmeyi çok arzuladığı, hatta rüyalarına girdiğini söylediği Bediüzzaman Hazretlerini, dünya gözüyle görme saadetine erişen Hakkı Yavuztürk, şimdi inşallah Üstadını ahiret gözüyle görüyor. Allah gani gani rahmet ve mağfiret eylesin.

06.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004