Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Savcıları kim yönlendirdi?

Cemil Çiçek taşıyıcı, Cemil Çiçek başrolde, Cemil Çiçek hükümetin sağ aklının temsilcisi…

TCK’nın ilk gününden bu yana, 301. madde felaketinin koptuğundan şu ana, Hrant Dink cinayeti başta olmak üzere her yerde Adalet Bakanı Cemil Çiçek’i tartışıyoruz. Her kritik gelişmede Cemil Çiçek adını görüyoruz…

2005 yılında Ermeni sorununu ele alacak, fikir platformu olacak bir konferans öncesi, meclis kürsüsünden “Bu ülkede milleti arkadan hançerleme özgürlüğü var, iftira etme özgürlüğü var. Bunu herkesin görmesi lazım… Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim...” sesi kulaklardan kolay silineceğe benzemiyor…

Nitekim 301. maddenin en hararetli savunucularından birisi oldu Çiçek…

Orhan Pamuk, Elif Şafak ve benzerlerini hedef gösteren, hükümden beter leke çalan, yafta yapıştıran, Hrant Dink’in canına mal olan bu madde için, “hele bir uygulama yapılsın, süreç tamamlansın, içtihat oluşsun sonra bakarız” deyip durdu…

Gerçeğin hilafına Batı ülkelerinde benzer maddeler olduğunu savundu…

Uygulama safhası siyasi kutuplaşmayı besledi, tahrik etti, zemin oluşturdu ve Hrant Dink öldürüldü…

Bakan’da hiçbir değişiklik olmadı…

İşte size yine bir haber, dünkü Radikal Gazetesi’nin manşetinden...

Birlikte okuyalım:

“Şemdinli bombalamasından sonra Radikal’den Zihni Erdem ve Milliyet’ten Derya Sazak, işin içinde devletin de olabileceğine dair kuşkuları haberleştirdi. Genelkurmay da suç duyurusunda bulundu. Savcılık da mahkeme de ‘Suç unsuru yok’ dedi. Dosya kapanabilirdi. Ancak Çiçek ‘Dava açılmalı’ diyerek Yargıtay’a başvurdu ve üyesi olduğu hükümetle büyük bir çelişkiye düştü. Yargıtay ise Çiçek’in talebini oybirliğiyle reddetti…”

Şaşırtıcı bir yön yok bu haberde…

Adalet Bakanı Cemil Çiçek hemen her zaman temel hak ve özgürlüklerden değil, yasak ve yasaklamadan yola çıktı. İnsan güvenliğinden çok devlet güvenliğini esas aldı…

Bunun kanıtı sadece sözlerinde değil Çiçek’in. Aynı izi bakan sıfatıyla yayınladığı, olup bitendeki vicdani ve siyasi sorumluluğunu ortaya koyan, belgelerde de sürmek mümkün…

İşte çarpıcı bir örnek:

2005 sonu, 2006 başı… Art arda AB uyum yasaları çıkıyor… TCK değişiyor… Ve Adalet Bakanlığı savcılıklara yeni yasayla ilgili 01/01/2006 tarihli, 5 nolu, “Devlet Düzeninin korunması ile ilgili suç teşkil eden olayların bildirilmesi” başlıklı bir genelge yolluyor.

Ne beklersiniz bu genelgeden?

Muhtemelen ve doğal olarak temel hak ve özgürlüklerin yapılan yasal değişikliklerin ruhuna uygun bir şekilde korunmasını, devlet ve kamuya karşı işlenen suçların değerlendirilmesinde özgürlük ruhunun esas alınmasını…

Öyle olmuyor…

Şunlar söyleniyor genelgede:

“(…) devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, Türk devletinin ve laik Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmeyi, Anayasamızda yer alan temel hak ve hürriyetleri yok etmeyi amaçlayan suçlara Cumhuriyet Savcıları tarafından derhal el konularak, soruşturmaların bizzat Cumhuriyet Savcıları tarafından yürütülmesi, şüphelilerin ve suç delillerinin eksiksiz olarak tespit edilmesi ve kamu davasının süratle açılması (...)” konularında gerekli dikkat ve özenin gösterilmesini rica ederim…

Denebilir ki, şiddet, terör elbet hızla cezalandırılmalı, kamu düzenine özen gösterilmeli, en önemlisi temel hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik suçlarla ciddi bir şekilde mücadele edilmelidir...

Öyle de değil…

Cemil Çiçek’in “hızla soruşturma, dava açın ve davaları hızla sonuçlandırın” diyerek işaret ettiği kanun maddeleri arasında özellikle TCK’nın düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırlayan maddeleri de var.

301 bunların başında geliyor… Saymış genelge: TCK’nın “213, 214, 215, 216, 217, 218, 220, 299 ila 343. maddeleri...”

Velhasıl Cumhurbaşkanına hakaret, Türklüğe hakaret, bayrağa hakaret, askere hakaret, temel milli yararlara karşı olmak arka arkaya geliyor...

301’e ilişkin yaşanan uygulama felaketinin arkasında işte bu mantık var, bu genelge var…

Katiller yakalanmış! Ne olacak?

Yeni Şafak, 20.2.2007

Ali BAYRAMOĞLU

21.02.2007


 

Oyların yüzde 53’ü...

Dün sabah siz uyuyordunuz...

Ben çok erkenden yollardaydım.

Karlı dağları aşarak gittim...

Karlı dağları aşarak geldim...

Nereye?

Gaziantep’e.

Hayrola? Gaziantep’te ‘AB Bilgi Büroları Ağı Koordinasyon Toplantısı’ vardı.

Gaziantep’te ‘AB Bilgi Bürosu’ işini, bölgeyi de kapsayacak bir biçimde Gaziantep Ticaret Odası üstlenmiş.

Üye sayısı otuz bine yaklaşmakta olan Oda’nın üç dönemdir başkanlığını yapan tekstilci Mehmet Aslan ‘bu işe on yılımı verdim’ diyor.

AB projesini, Sanayi Odası’nın değil de Ticaret Odası’nın sahiplenmiş olmasını ilginç buldum.

***

Şu anda AB projesinin siyasal bir sahibi ortalıkta gözükmüyor. En buna yatkın duran AK Parti de ‘milliyetçi oy’ avcılığında.

Halbuki son yapılan en taze kamuoyu anketleri AB taraftarlarının oranını yüzde 53 olarak vermekte. Hatta yüzde 53.6...

Hiçbir partinin rüyasında bile göremeyeceği bir oran.

***

Bu oran çok daha da artabilir.

Nasıl? İnsanları bilgilendirerek.

Gaziantep’te bunun kısa bir özetini anlatma imkanı buldum.

***

Temelde en bilinmeyen...

Ya da aradaki ayrımın kaybolduğu konu, AB ile Avrupa arasındaki fark.

AB, Avrupa’yı yeni çağa, bilgi toplumuna taşımak için taze bir zihniyetin örgütü.

Avrupa’yı sanayi döneminden sanayi sonrası döneme AB geçirmekte.

O nedenle de, Avrupa farklı, AB farklı.

Ayrıca da, bizdeki hurafenin aksine AB’nin her üyesiyle yenileşme sürecinden doğan sorunları var. İlk vurguyu buraya yapmak gerekiyor. AB farklı, Avrupa farklı.

***

İkinci en önemli ayrım, AB kurumları...

Geçenlerde AB’ye şiddetli muhalefet eden birisine AB kurumlarını sordum.

Sessizleşiverdi.

AB’yi, AB Komisyonu temsil etmekte.

AB Komisyonu, AB hükümetinin yerini tutmakta.

Biz Komisyon’a kulak vermek yerine, Avrupa’daki ipini koparmış her bezirganı ciddiye alıp AB yerine koymaktayız.

***

Bir üçüncü konu...

AB, her yönetime ‘kendi vatandaşına özen göster’ diyor. Alınan teknik kararların hiçbirinde bunun aksine bir şey bulunamaz.

Bu proje, ‘yönetilenlerin’ daha nitelikli bir yaşam elde etme projesi.

‘Yöneten’ ve ‘yönetilen’ ayrımı olmadan, AB değil, hiçbir konu anlaşılamaz.

Ve yönetilen bir tur daha kazık yer.

***

AB deyince ne akla geliyor?

Kıbrıs... Kürt sorunu... Ermeni meselesi...

Yatağan’dakileri zehirleyerek öldüren zehirlere AB’nin muhalefeti gelmiyor.

Bebeklerin oyuncaklarına AB’nin koyduğu standart gelmiyor.

Kadınların saç boyasındaki kansere yol açan maddenin AB tarafından yasaklanması gelmiyor.

Bilgi edinme yasası gelmiyor.

Malların eşler arasında adil dağılımı gelmiyor.

Töre cinayeti rezaletine ceza indirimi uygulamasının sona erdirilmesi gelmiyor.

Neden? Çünkü burada ‘insan önemli değildir’ propagandası var.

Vatan önemli... Ama vatandaş önemli değil.

***

En azılı AB düşmanına bir sormalı.

‘Uyum yasalarından’ hangisine karşı.

Bunlardan herhangi birinin vatandaşın aleyhine olduğunu iddia edebilir mi?

Demagoji yapmasa da, değişen yasalar üzerinden somut örnek gösterse.

***

AB konusunda cehalet ortalığı kasıp kavuruyor. Teknik konularda saçmalayamazsın.

Ama siyasi hamasette zırvalamanın ölçüsü yok. Mesele olup bitenden halkı haberdar edecek, aydınlatacak bir meşaleyi ateşlemek.

AB süreci vatandaşlara... AB süreci yönetilenlere... Ne getirdi?

Bir beyaz kağıda bunu basitçe yazıp milyonlara dağıtacak bir irade aranıyor.

***

Bu basit reçeteyi uygulayalım...

Bilgiyi halka aktaralım... Bakalım..

Türkiye ve Türkiyeliler neye sahip çıkacak.

Ana dilini kullanmaktan aciz karanlık bir avuç insana mı?

Yoksa... Çağa... Hayata..

Refaha ve özgürlüğe mi?

***

Dürüstçe anlatırsanız...

Bu halk, adaletten, özgürlükten, zenginlikten, ümitten yana çıkar.

Bunu bildikleri için zaten o kadar yalan söylüyorlar.

Star, 20.2.2007

Mehmet ALTAN

21.02.2007


 

Bu kadar da olmaz ki!

17 Şubat tarihli Zaman’ın 3. sayfasında küçük ama ilginç bir haber vardı. Kendini Kuvvacı ilan eden bir derneğin başkanı DHKP-C adlı terörist örgüte işbirliği çağrısı yapıyordu.

Düşünebiliyor musunuz; millî duyguları okşaya okşaya “vatan kurtaran aslan” rolüne soyunmuş bir grup, pek çok cinayeti fiilen üstlenmiş solcu ve mezhepçi bir örgüte ittifak çağrısında bulunuyor. Üstelik bu çağrı bir kasetle belgeliydi. Merak edip arkadaşlara sordum: “Nereden buldunuz bu kaseti?” Öyle ya, bir kısım komplocular “sızdırma haberler” söylemiyle dehşet saçıyordu meydanda. Neyse... Aldığım cevap şu: Mersin’deki Sultaşa Oteli’nde çekilen görüntüyü Kuvvacı dernek başkanı muhabirimize bizzat vermiş. Kurucu üyeleri arasında emekli askerlerin de bulunduğu örgütün DHKP-C’yi saflarına çağırması kendilerine göre bir övünme vesilesiymiş... Övünülecek hale bakar mısınız?

Evet, işin tadı kaçtı. Kuvvacı güçler öyle absürd bir çizgiye geldi ki bütün sahiciliğini; dolayısıyla bütün inandırıcılığını kaybetti. Bir düğün salonunda çadır tiyatrosunu hatırlatan rol paylaşımıyla masanın üstüne bayrak serip insanlara yemin ettiren emekli albay da sıkışınca masadaki silahın mantar tabancası olduğunu söylemişti. Patolojik bir vak’a ile karşı karşıya olduğumuz kesin. İttihat ve Terakki özentisi bir avuç adam, ağızlarına tam oturmayan ve gırtlaklarından aşağı inmediği için kalplerine ulaşamayan kelime ve kavramlara sığınıp güya milliyetçilik rüzgârı estirmeye kalkıyor. Heyhat! Bu millet, kendini seven adamı gözünden tanır. Çarşıda, pazarda, sokakta, camide görür ve notunu verir. Öyle meydana çıkıp, “Bir elimizde Kur’an, bir elimizde Nutuk” demekle sine-i millete dönmek mümkün değildir; zira halk, adamı samimiyet sınavından geçirir ilmik ilmik. O yüzden “vatanseverim” demekle vatanseverlerin sevgisine mazhar olunamaz bu ülkede.

17 Aralık’ta (Şubat) Radikal Gazetesi hoş bir manşet atmış: “Al sana ‘sivil’ toplum”. Gazete, sivil toplum kuruluşu adı altında çok sayıda emekli subayın Kuvvacı oluşumlar içine girdiğini yazıyor. Doğrudur. Yeni kurulan tezgâh böyle. Son birkaç yıldır emekliler arasındaki moda eğilim, Atatürkçü, Kuvvacı, ulusalcı gibi sıfatlarla anılan dernekler kurup, o çatılar altında yeminler edip yeni oluşumlar içine girmek. Güya bu oluşumlar sivil toplum örgütü (NGO) şeklinde yapılanıyor ve kamuoyunu etkileme görevini üstleniyor. Emekli subay ve bürokratların bir derneğe, bir kulübe üye olması ve orada gönüllü faaliyetler yürüterek hoşça vakit geçirmesi kadar tabii bir şey olamaz. Tek şartla! Emekli adam kendini muvazzaf sayarak, emir-komuta zincirini akla getirir bir üslup içinde, illegal faaliyetlere bulaşmayacak. Görünen o ki; sivil toplum kuruluşlarına sığınan pek çok kişi, kendine sivilleşmenin çok uzağında bir pozisyon arıyor. Bu durum hem “sivil toplum” kavramını hırpalıyor hem de ordumuzun itibarını sarsacak manzaralara sebep oluyor.

Son aylarda ortaya çıkan Kuvvacı portresi İttihat ve Terakki’yi çağrıştırıyor. Ancak o teşkilattaki cuntacıların bir ciddiyeti vardı. Modern cuntacılar ne o ciddiyeti sergileyebiliyor ne de o işin raconunu kesebiliyor. Üçüncü sınıf taklitçilerin paçalarından acemilik damlıyor. Bu haliyle inandırıcılıktan uzak görünerek absürd bir durum sergiliyorlar. Sahicilik ortadan kalktıkça “Bunları nazar-ı dikkate almakla hata mı ediyoruz?” diyenlerin sayısı artıyor. Çünkü mantar tabancalı gerillaların kendilerini madara ettiğini görenler “Bunların kendilerine bile hayrı yok” demek zorunda kalıyor...

Zaman, 20.2.2007

Ekrem DUMANLI

21.02.2007


 

AB sürecinde gri dönem

Bakanlar Kurulu’nun haftalık toplantılarında “AB süreci ve reformlar”ın değişmez gündem maddelerinden biri olmaya devam etmesine bakmayın. Hükümet, “AB artık önceliğimiz değil” politikasını adım adım yürürlüğe koyuyor.

Bunun son ve çarpıcı örneği Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 6 Mart’ta Brüksel’de yapılacak Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısına katılmayacağını bildirmesi oldu. O katılmayınca, toplantı kaçınılmaz olarak ertelenecek. Çünkü Ankara ile Brüksel arasındaki en önemli ve en üst düzey organ olan Ortaklık Konseyi, Türkiye ile dönem başkanı ve bir sonraki dönem başkanı AB ülkelerinin dışişleri bakanlarıyla AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesinden oluşuyor.

Gül sadece Ortaklık Konseyi toplantısını boykot kararıyla da yetinmedi, “Yakın gelecekte” herhangi bir AB ülkesini ziyaret etmeyi düşünmediğini veya arzulamadığını da çıtlattı. Bu, Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni’nin MartNisan’da gerçekleşmesini umdukları Atina gezisinin de ötelendiği anlamına geliyor.

Başbakan Erdoğan’ın programında da önümüzdeki aylarda Avrupa gezisi olmadığına göre, AB ile ilişkileri gidebileceği yere kadar Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan götürecek.

Zaten o da “Gidebileceği yer”in sınırlarını her fırsatta çiziyor:

“AB’de kimsenin bizden reformlar için tarih isteme hakkı yok. Çünkü artık zemin değişti. Nasıl 10 ülkeye üyelik tarihi verdiyseniz bize de verin, biz de yapacaklarımızın takvimini açıklayalım. Üyelik tarihi olmazsa, biz de bundan sonra AB’nin dikte edeceği konuları dikkate almayız.”

Dahası hükümet Brüksel’in “İşletme ve sanayi politikaları” başlığında müzakereleri önümüzdeki ay açma kararını, hatta Almanya’nın dönem başkanlığı süresi bitmeden, 30 Haziran’a kadar, 3-4 başlığı açıp kapatma niyetini bile önemsemiyor.

(Bir bilgi: Müzakerelere birlikte başladığımız, ancak limanlar krizinden sonra AB’nin yollarımızı ayırdığı Hırvatistan üç başlığı açıp kapattı bile.)

Yakın gelecekte iki risk

Dönem Başkanı Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “Türkiye’nin üyeliği için daha önce varılan anlaşmaları uyguluyoruz” güvencesine ve bazı Avrupalı politikacıların “Türkiye’yi AB’de görmek istiyoruz. Türkiye birgün mutlaka AB’ye girecek” türünden sade suya tirit demeçlerine bakmayın. Türkiye konusu AB’nin gündeminden de düştü.

Düşmese Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Washington’daki demeçlerine ve açıklamalarına Brüksel suskun kalır mıydı? Türkiye’yle müzakerelerin 8 başlıkta dondurulması kararının alındığı 17 Aralık 2006 zirvesine kadar Org. Büyükanıt her ağzını açışında “Komutanlar sadece askeri konularda görüş bildirmeli, siyasi konulara girmemeli” diye kıyameti koparan AB sözcüleri şimdi oralı bile değiller. İpin ucunu bırakıverdiler.

Düşkırıklığı sislerinin çöktüğü bu “Gri dönem”in bizce iki tehlikesi var: İlki zaten yavaşlamış olan reform süreci durabilir. “Eski Doğu Bloku ülkeleri bile Türkiye’yi birçok alanda geçmeye başladı” diyen Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Martin Schulz’un sorusu doğru: “Reformlara ısrarla devam edilmesi sadece AB üyeliği için değil, Türkiye’nin geleceği açısından da önemli. Hangi ülke AB reformlarıyla kayba uğradı ki?”

Daha önemlisi, reformların durması, sivil toplumun gelişmesi, siyasetin hareket alanının genişlemesi sürecini de frenleyebilir. Bize göre, son dönemde işaretlerini görmeye başladığımız ikinci ve asıl ciddi tehlike bu...

Sabah, 20.2.2007

Erdal ŞAFAK

21.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004